En çarpıcı örneklerden biri, yıllardır
“ülke bekası”
söylemiyle
yürütülen politikaların, aslında bu bekayı dış güçlere – özellikle de siyonist
yapılara – teslim etmesi olmuştur. “İslam” adı altında ümmetin arasına nifak
tohumları ekilmiş, ekonomi güçleniyor denirken halk enflasyonla terkedilmiş
ve toplum din (islamcılık) adıyla bir
ahlaki çöküşün içine sürüklenmiştir.
Bu
Süreç Ne Zaman Başladı?
Yakın
tarihimizin temel aşamaları şu şekilde özetlenebilir:
• Osmanlı’nın
yıkılışı
• Cumhuriyetin
kuruluşu
• Cumhuriyetin
güncellenmesi
Osmanlı
dönemi
bu analiz kapsamında yer almayacak çünkü bu, şahsen yaşamadığımız bir dönem. Ve tarihsel verilerinde ne kadar bilimsel olduğu tartışılır. Çunku gerçek
tarihimiz okuma, anlama kabiliyetimiz yok. Burada ele alınacak olan süreç, cumhuriyetin
kuruluşu ve özellikle
günümüzdeki “güncellenme”
sürecidir.
Cumhuriyet:
Yeni Bir Elbise
Kurtuluş
Savaşı sonrası Türkiye’ye
Batılı güçler (İngiltere, Fransa) tarafından adeta yeni bir elbise biçildi ve
bu elbise “Türkiye
Cumhuriyeti” adı altında halka giydirildi. Bu sistem laik, Batıcı ve zorla
benimsetilen bir yapıya sahipti. Harf devrimiyle başlayan kültürel kopuş, halkın geçmişiyle
bağını kopardı ve eğitim sistemi üzerinden yürütülen beyin formatlama süreciyle
yeni bir kimlik inşa edildi. Aynı zamanda batıya ekonomik sosyal bağımlılık
sistemi oluşturuldu.
Bu
bağlamda, cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte eğitim sisteminde ve görsel
medya yoluyla İslam düşmanlığı işlenirken, Batı’nın yaşam tarzı “çağdaşlık” adı
altında genç beyinlere empoze edildi. Ahlaksızlık modernlik, dindarlık ise
gericilik olarak sunuldu. Böylece
yeni bir toplum modeli tasarlandı: Görselliğe dayalı, düşünmeyen, batıya karşı aşağılık
kompleksi içinde bir nesil.
Cumhuriyetin
Güncellenmesi: AKP Dönemi
Zorla
uygulanan Batıcı sistemin halk üzerinde yarattığı baskı, zamanla ters bir etki
doğurdu: İnsanlar yeniden inançlarına sarılmaya başladı. Ancak bu uyanışın
önüne
geçmek için yeni bir strateji geliştirildi. Toplumun İslam’a yönelişi
kontrol altına alınmalıydı. Bunun için
dini görünümlü,
ama Batı’yla uyumlu bir yapı inşa edilmeye başlandı.
İslamcılıkla İslam’a
Savaş Açmak: Stratejik Bir Güncelleme
1979’daki
İran İslam
Devrimi’yle
birlikte Türkiye’de de İslami duyarlılık arttı.
Ancak bu duyarlılık, klasik tarikat ve örgütler dışında, tam anlamıyla
siyasallaşmamıştı. Batı bu durumu tehlikeli gördü. Geçmişte sağ-sol çatışmasıyla halkı
birbirine kırdıran sistem, bu kez inanç temelli bir bölünme üzerinden yeni oyunlar
sahneye koydu.
ABD,
o günden bugüne kadar çeşitli İslamcı yapıları (partiler, örgütler) kurdu ve yönetti. Bu
noktada “Milli
Görüş”
hareketi halkın samimi bir tepkisi olarak doğdu. Ancak sistemin kurucu unsurları
(CHP, ordu, yargı ve medya), bu yapıyı sürekli baskı altında tuttu. Rahmetli
Erbakan Hoca’nın
öncülük
ettiği bu çizgi, halkın teveccühünü
kazansa da Batı’nın projeleriyle uyuşmadığı için sistematik olarak
tasfiye edildi ve yerini batini uyumunda yeni islamcılık projesi geliştirildi.
İslamcılık
Projesi: Yeni Aktörler,
Aynı Senaryo
ABD
ve İngiltere, Türkiye’de
İran benzeri bir devrimin önüne
geçmek için “ılımlı İslam” projesini devreye soktu. Bunun için karizmatik,
kontrollü ve Batı’yla uyumlu bir lider arayışı başladı. Bu süreçte Erdoğan ve
AK Parti sahneye çıktı. FETÖ
ile başlarda iş birliği içinde
hareket eden iktidar, sonrasında bu yapıyla iktidar çatışmasına girdi.
“One Minute”
çıkışı, “komşularla
sıfır sorun” söylemi
ve ekonomik büyüme illüzyonu
ve batının finansmanıyla (devlet garantisiyle yap işlet formülü) altyapı hamleleri ile halkın sevgisi kazanıldı.
Ancak tüm bu gelişmeler, Batı’nın bölgedeki stratejik hedefleri
doğrultusunda planlanmıştı: İsrail’in
güvenliğini sağlamak, İran’ın anti-emperyalist etkisini
kırmak ve bölgeyi
kontrol altında tutmak.
Ekonomik
Balayı ve Toplumsal Formatlama
Yurt
dışından yüklü miktarda sıcak para Türkiye’ye
sokuldu. Ekonomide sahte bir bahar havası yaratıldı. Altı sıfırın bir anda silinmesi,
halkın refah algısını
değiştirdi. Ancak bu refah, ahlaki yozlaşmayı beraberinde getirdi. Toplum, tüketim
kültürüyle tanıştırıldı ve bireyler hedonist
(nefsani arzularına teslim)
bir yaşam tarzına yönlendirildi.
15
Temmuz darbe girişimi, iktidarın gücünü pekiştirdi. Gerçekte
yok olan Muhalefetin
ismi bile etkisiz bırakıldığı,
halkın ise
düşünmeyen bir tüketiciye dönüştüğü
bir sistem inşa edildi. CHP, görünürde
muhalefet gibi dursa da aslında sistemin kurucu taşı olarak işlevini hep sürdürdü.
Fakat küresel değişime girdiğimiz şu an
gereksiz bir hal aldı.
Sonuç: Kim İçin,
Ne İçin Yönetim?
Bugün
Türkiye kimlik bunalımı yaşayan bir ülkedir. Osmanlı mirası, İslami kökler ve Batı’nın
dayattığı modernite arasında sıkışmış bir toplum halindeyiz. Sorulması gereken
asıl soru artık “Kim yönetecek?”
değil, “Kimin adına,
ne için yönetiliyor?” olmalıdır.
Mustafa Kemal TASPINAR
22 TEMMUZ 2025