Ölümden Neden Korkulur ki?

GİRİŞ: 02.05.2019 09:46      GÜNCELLEME: 02.05.2019 09:46
Rasthaber -  şu hâlde ölmekten niçin korkayım? Ne zaman ölmekle kayboldum ki?

 

Bir kez daha hamle edeyim de insanlıktan öleyim. Melekler âleminde kanat açayım. Meleklikten de sıçrayıp çıkayım. "Her şey fâni, yok olup gidicidir, yalnız O'nun Zatı kalıcıdır." Dünya, Canın Döl Yatağıdır. Bu evrenden başka bir evrene geçiş, çocuğun ana rahminden doğuşuna benzetilir. Bu benzetme bir yönden yetersizdir.

Fakat başka bir yönden başarılı bir benzetmedir. Yetersiz yönü şuradadır: Dünya ve ahret arasındaki fark, rahim ile rahim dışı âlem arasındaki farklılıktan daha derin, daha cevheri bir ayırımdır. Rahim ve rahim dışı âlem, her ikisi de tabiat âlemindendirler, bu maddî evrene ilişkindirler,

Aralarında temel ayrılık yoktur. Oysa dünya evreni ile ahret evreni arasında temel ayrılık vardır. Fakat başka bir yönden, şartların birbirinden farklılığını göstermesi yönünden ise, bu benzetme yararlıdır. Ana rahminde olan cenin, anasından ve göbek bağı dolayısı ile beslenir.

Bu evrene ayak bastığında ise artık bu yol kapanır, ağız ve hazım cihazı vasıtası ile besin alır. Cenin rahimde iken akciğerleri teşekkül etmiştir, ancak, bu yoldan solunum başlamış değildir. Rahimden dış âleme geçtiği andan sonra akciğerlerinden yararlanmaya da başlar. Hayret verici olan husus, ceninin ana rahminde olduğu sırada akciğerlerinden hiç istifade etmeyişidir.

Hatta solunum cihazının cenin ana rahminde iken bir an için çalışmaya başladığını varsayalım, bu durum onun ölümüne sebep olabilir. Bu hâl, ceninin rahimde olduğu son ana kadar devam eder. Dışarıya geldiği andan itibaren de tam aksi olur, solunum cihazı çalışmazsa çocuk ölür.

Böylece, rahimdeki hayat şartları ile dışarıdaki hayat şartları arasında farklılık olduğu, çocuğun doğumdan önce başka, doğumdan sonra başka şartlar içinde yaşadığı görülmektedir. Solunum cihazı, çocuk daha ceninlik evresinde iken oluşmakla birlikte, rahimdeki hayat için değil, sonrası içindir. Daha sonraki hayat için bir hazırlıktır. Görme, işitme, tat ve koku alma cihazları da, bütün gelişmişlik ve karmaşıklıklarına rağmen, rahim âlemi için değildir, daha sonraki" evren içindir.

Dünya da ahret âlemine nispetle rahim gibidir. İnsan bu dünyada, manevî hayata ilişkin cihazlarla başka bir âlem için hazırlanır. İnsanın ruhî istidatları, besâtet ve tecerrüt, insan "ben"inin (ego) bölünmezliği ve nispi sebatı, sonsuz arzuları, geniş ve uçsuz-bucaksız düşünceleri, bütün bunlar daha geniş, daha boyutlu, ebedî bir hayatın ön hazırlıklarıdır. İnsanın bu dünyada "garip" ve "namütecânis" oluşu, bu dünyadan görünmeyişinin sebebi budur. Bu sebepledir ki insan, kamışlıktan kesilen "ney"e benzetilmektedir.

"Onun nağmesi, kadın-erkek insanları ağlatır; ayrılıktan paralanmış bir göğüs ister ki özlemin derdini, acısını açıklayabilsin."


Yine bu sebepledir ki insan, "güçlükler ve sıkıntılarla dolu" bu âlemde, bu cihandan olmayan bir padişaha, yüce gül bahçesinin kuşuna benzetilir.

Dünya ise, bu yüce âlemde olan kuş için bir tuzak hükmündedir. Kuran-ı Kerim: Acaba sandınız mı ki sizi boşuna yarattık ve sizler Bize döndürülmeyeceksiniz?

İnsan bütün bu cihazları, bu araç ve gereçleri, yetenekleri ile, başka bir âlem için hazırlanmış değilse, bunu söylemek; insanın, rahim âleminden sonra dünya âlemine gelmeyeceğini, ceninlerin, rahim dönemi sona erince yok olacaklarını iddia etmek gibidir. Bütün görme, işitme, koku alma cihazları, beyin, sinirler, akciğerler, mide, rahimde işe yaramadıklarına göre, rahim içindeki bitkisel yaşama dönemi için fazla ve gereksizdirler, boş yere yaratılmışlardır, kullanılmaksızın, yaratılmaksızın yok olacaklardır. İşte bu iki iddia birbirine benzer.

Ölüm, hayatın bir evresinin sona ermesi ve yeni bir evrenin başlaması demektir.

Ölüm; dünya hayatına nispetle ölümdür, sonraki evre için ise ölüm değil doğum demektir. Nitekim bir çocuğun dünyaya gelişi de ceninlik dönemine göre ölüm, dünyaya gelişi dolayısı ile doğumdur. Dünya İnsanın Okuludur. Dünya; ahret hayatına hazırlanmanın okulu, olgunlaşma ve hazırlanma yeridir, üniversite gibidir.

Nehc'ül-Belâğa'da, kısa sözler arasında nakledilir: Bir kimse Müminler Emiri Ali'nin (a.s) yanına gelerek dünyayı kötülemeye koyuldu. Dünyanın insanı aldattığından, bozduğundan, hilekârlığından... Ve bunun gibi şeylerden söz açtı. Bu kimse; büyüklerin dünyayı kınadığını işitmiş, bu kınamanın insan hayatının bu dünyadaki evresine, bu gerçekliğe yöneldiğini sanmış idi. Dünyanın kendi özünde kötü olduğunu sanıyordu. Bilmiyordu ki kötü olan dünyaya tapış, aşırı dünya hırsıdır. İnsanın gerçek mutluluğu ile uyuşmayan kısa görüşlülüktür. O'na selâm olsun, Ali bu kimseye dedi ki:

Sen kendin dünyaya aldanıyorsun, dünya seni aldatmıyor. Dünya, insanın takındığı tutuma, davranış ve kavrayışa göre, doğruluk kaynağı ve afiyet vesilesi olur. Dünya Allah dostlarının mabedi, Allah'ın meleklerinin namaz ve dua yeri, Allah'ın vahyinin iniş yeri, velilerin alış veriş makamıdır.

Şeyh Ferîduddîn-i Attâr bu olayı şöyle anlatır:

Bir kimse, Hazret-i Ali'nin yanına gelerek dünyayı epeyce kötüledi. Haydar (Ali) ona dedi ki: Kötü olan sensin, çünkü akıldan uzaksın. Dünya tarla gibidir, gece gündüz çalışarak orada ekmek gerekir.
Ey oğul! Dinle ululuk mevkiine ve mutluluğa ancak böyle ulaşabilir, bunları dünya hayatında elde edebilirsin.

Bugün ektiğin tohum yarın filizlenir. Eğer bir şey ekmezsen, "Yazık! Keşki..."-den başka bir şey vermez. Dünyadan kazançlı, ürün almış olarak ayrılmazsan, yaşamamış olarak ölmüşsün demektir. Sürekli üzüntü hâlinde kalırsın. İş çetin! İnsan ise tembel, yol da uzun!

Nasır-ı Husrev Dünya'ya hitap ederek der ki:

Ey dünya! Sen güzelsin, münasipsin Kimseye kalıcı olmasan bile!
Zahirde, dış görünüşte, gözdeki çöp gibi kötüsün Ancak, esasında iki göz gibi gerekli ve azizsin. Bazen oluşmuş, meydana gelmiş bir şeyi kırıp bozsan bile nice kırılmışları da onarırsın.
Pis olan seni görürse, ona pis görünürsün. Temizler katında ise temizsin.
Birisi seni kınarsa, ona şöyle de:

Sen henüz beni tanıyamamışsın. Akıllı isen bilirsin ki sen bendensin
Kendisinden meydana geldiğin şeyi niçin kınarsın?

Allah, beni, senin için bir geçiş yeri kıldı. u geçitte sen neyin peşindesin, ona bak! Allah, senin için bir ağaç dikti. Sen, o gövdeden biten bir dalsın. Gövde üzerinde eğrice bitersen, yandın demektir.

Doğruca biter-yetişirsen kurtulursun. Kim olsa, elbette, eğri dalı yakar
Badem misin yoksa fıstık mı? Diye de sormaz.

Sen, Allah'ın düşmanlarına karşı ok olman için aratıldın.
Niçin kendini Allah'ın okuna hedef kılarsın?

Kur'ân-ı Kerim: O (Allah), hanginizin daha güzel davranışlı olduğunu sınamak için hayatı ve ölümü yaratmıştır. Demek oluyor ki, kendisinde hayat ve ölüm bir arada bulunan bu dünya, insanların iyi davranışları için bir deneme yeridir.

Şu noktaya dikkat edilmelidir: Allah'ın deneyip sınaması, yeteneklerin, istidat ve kabiliyetlerin ortaya çıkması içindir. Bir istidadı belirgin kılmak; onu geliştirmek, olgunlaştırmak demektir. Bu sınama, sırları açığa çıkarmak için değil, sır gibi gizli, örtülü kalmış istidatlara etkinlik kazandırmak içindir.

İlâhî sınama, insanın sıfatlarını, niteliklerini; gizli kalmış olduğu yerden, yeti (kuvve, potansiyel) durumundan etkinlik ve gelişmişlik, olgunlaşmışlık alanına çıkarmaktadır. Allah'ın sınaması var olanı ölçme, belirleme amacı ile olan bir sınama değil, ortaya çıkarma ve geliştirme amacı ile bir sınamadır.

Bu açıklama ile anlaşılmaktadır ki:

Yukarıda zikredilen ayet-i kerime de aynı gerçeği beyan eder: Dünya; istidatların geliştiği yer, insanlar için eğitim yeridir, bir okul, üniversite hükmündedir. İtirazın Kökü Ölümü bu şekilde yorumladığımızda, yapılan itirazların temelsizliği ortaya çıkmakta, apaçık anlaşılabilmektedir.

Gerçekte bu itirazlar insanı ve evreni tanımamaktan, diğer bir deyişle güdük ve eksik bir dünya görüşünden doğar. Gerçekten, ölüm hayatın sonu olsa, bu şekilde anlaşılsa, ebedîlik özlem ve eğilimini içinde duymak insana son derece acı verir ve ölüm, bilinçli insanda büyük bir korkuya, ürküntüye sebep olur.

Bazı insanların yaşamayı boşuna, beyhude saymaları da bundandır. Bir yandan ebedîlik özlemini taşır, diğer yandan da bu özlemi, ger-çekleşmesi mümkün olmayan bir arzunun ürünü sayarlar. Bu insanlarda ebedilik özlem ve eğilimi olmasa idi, hayatı boş ve beyhude saymazlardı;

Sonu yokluk olsa bile hayatı hiç değilse geçici bir mutluluk, çarçabuk geçip giden bir ululuk ve mutluluk dönemi sayarlardı. Yokluğun böylesine bir varlıktan daha iyi, yeğ olduğunu asla düşünmezlerdi. Ardından yokluk gelen kısa varlık dönemini, sırf ardınca yokluk geliyor diye tümüyle yokluktan daha kötü saymaları, ebedîlik özlemi olmasa idi nasıl mümkün olabilirdi ki?

Görüyoruz ki, içimizde bir ebedîlik özlemi var ve bu ebedîlik istek ve özlemi, ebedîlik tasavvuruna (imgesine) bağlıdır. bedîlik tasavvurunun varlığı, bu tasavvurun güzelliği ve çekiciliği; bizde, ebedîlik, kalıcılık özlemini, sürekli olarak hayat bağışından yararlanma özlemini uyandırır.

Materyalist düşüncenin etkisi ile, bütün bu arzuların, özlemlerin boşuna olduğu, kalıcılık diye bir şey olmadığı düşüncesine kapılırsak, tedirgin olmamız ve ıstırap çekmemiz de yerindedir, olağandır. Bu durumda elbette büyük bir acı çeker ve ürküntü duyarız. Şu hâlde varlığın anlamsız ve boşuna olduğu düşüncesi, insanın özünden gelen, bir eğilim ile, sonradan kendisine telkin edilen bir düşünce arasındaki uygunsuzluktan, çatışmadan doğmaktır.


İçimizde ebedîlik özlemi tabii bir eğilim şeklinde var olmasa idi veya daha böyle olunca da, insan ömrü dünya hayatı ile sınırlı düşünülürse, bütün bu yetenekler, istidatlar var olma anlamlarını yitirir, boşuna olurlar. İnançsız insan, bir yandan varlığının öz yapısından gelen kalıcılık özlemi ile sonradan etkilendiği ve benimsediği düşünce arasında uyum sağlayamaz ve diliyle şöyle söyler: Varlığın, var olmanın sonu; yokluktur, yok olmadır. Bütün yollar "fena”ya, ölümlülüğe ve ölüme çıkmakta, ölümle sonuçlanmaktadır. Şu hâlde hayat anlamsızdır, boşunadır. Dili bunu söylerken, öz yapısındaki yeteneklerden gelen hâl dili ile de şunu söyler: Hayır, yokluk söz konusu değil! Önümde sonsuz bir yol uzanmakta. Hayatım sınırlı olsa idi, ebedîliğe özgü yeteneklerle ve ebedilik özlemi ile aratılmazdım.

Bu sebeple, önceden de söylediğimiz gibi, Kuranı Kerim, Kıyameti reddetme düşüncesini, yaratılışı boşuna ve anlamsız saymakla eş değerde tutar: Acaba sandınız mı ki sizleri boşuna yarattık ve sizler bize döndürülmeyeceksiniz?

ehlader

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM