Bugün, İslam Devrimi sürecinin başlangıcı olarak kabul
edilen 15 Hordad Kıyamı’nın (5 Haziran 1963) 58. yıldönümü.
İran halkının 15 Hordad Kıyamı aslında dünya genelinde
başlayan İslami uyanışın başlangıç noktasıdır. 1963 yılında başlayan İmam
Humeyni’nin kıyam hareketi 1979 yılında İran İslam Devrimi zafere ulaşmasıyla
sonuçlandı. İran İslam Devrimi'nin siyasi, hukuki ve ruhani önderi olarak
tarihe geçen İmam Humeyni’nin farklı ve eşsiz şahsiyeti onu diğer siyasi ve
devrimci liderlerden ayırmaktadır.
Onun düşünceleri coğrafya sınırlarını aşmakta ve yarattığı
devrimin geometrisi sadece sınır içinde kalmayıp aynı zamanda tüm dünyaya
yayılmıştır.
Dünyadaki tüm siyasi elitler bazen farklı düşüncelere sahip
olmalarına rağmen İmam Humeyni’nin tarihin seyrini ve küresel denklemi
değiştirmedeki önemli ve etkili rolünü göz ardı edememişlerdir.
Mehr Haber Ajansı bu konuda Bartın Üniversitesi Tarih Bölümü
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Hüseyin Güneş ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Aşağıdaki yazıda Güneş'in verdiği yanıtları okuyabilirsiniz:
1- İmam Humeyni'nin (r.a) düşüncesini ve Doğu ve Batı'ya
bağımlılık teorisini reddetmedeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bismillahirrahmanirahim ve bihi esteîn. Bu sorunun ilk
kısmını cevaplamak için ciltler dolusu kitap yazmak gerektiğini düşünüyorum.
İmam’ın felsefe, irfan, tefsir, ahlak, fıkıh, siyaset gibi konuların her
birinde derin bir ilme sahip olduğunu düşünürsek, bunun abartı olmayacağını
hemen fark kederiz. Ancak benim burada İmam’ın düşüncesine dair gördüğüm en
önemli hususlardan birini zikretmem yerinde olacaktır. Bu da İmam’ın sahip
olduğu ilmi dalların her birinin diğeriyle irtibatlı olmasıdır. Söz konusu
irtibatta bazen irfan felsefeyi kuşatırken, bazen tefsir fıkhı kuşatmakta; kimi
zaman siyaset irfanla bütünleşirken, kimi zamansa felsefe irfan ile
bütünleşmektedir. Belki daha doğru bir tabirle, her birinin İmam’da aşkın bir
birlik ile tecelli ettiğini söylemek mümkündür. İmam’ın varlığı bu birliğin
birbirinde kaynaşma, erime ve fena bulma mahalliydi. İmam’ın çağdaşı birçok
değerli âlimin sahip olduğu makam ve ilmî dereceleri okumakta, araştırmaktayız.
Aynı koşullarda yaşamalarına, benzer metotlarla ilim tahsil etmelerine rağmen
İmam’ın temayüz etmesini buna, yani onun varlığında ilmin adeta mürekkep bir şey
olmaktan çıktığını görüyoruz. Molla Sadra’nın işaret ettiği âlim ile malumun
ittihadının bilinçli bir numunesidir İmam’ın varlığı. Buna binaen,
çağdaşlarının bir kısmının irfan, bir kısmının siyaset, diğer bir kısmının
felsefe gibi ilmi sahalarda gerçekten iyi olduklarını görebilmekteyiz.
Ancak diğer dallarda benzer şekilde tam bir vukufa sahip
olduklarını söylemek mümkün değildir. Fıkhî kategoride müçtehit olabilmiştir
belki, ama toplumun gündelik hayatı ile birebir ilişkili, içtimaî hayatın her
alanıyla tam anlamıyla bağıntılı olan bu fıkhı İslamî gelenekten beslenen
güncel siyasetle bütünleştirmemişlerdir. İmam Humeyni’nin düşüncesinin
eşsizliğini kanaatimce burada aramak gerekmektedir. Bir başka deyişle Weberyan
kavramlarla ifade edecek olursam; İmam Humeyni, Hz. Peygamberden tevarüs eden
ve ulemanın kamusal temsiliyetlerinde dağılmış olan karizmayı, kendi şahsında
kurumsal anlamda yeniden bütünleştirmiş ve devamlılığını sağlayacak bir yapı
kurmuştur.
Doğu ve Batı'ya bağımlılık teorisini reddetmede ifa ettiği
rolü de bendeniz bu bağlamda değerlendiriyorum. Zira İmam, teorik anlamda bu
nevi bütüncül bakabildiği için, yani irfan, ahlak, siyaset, fıkıh vb. dalların
nazari veçhelerini kendinde eritebildiğinden toplum tarafından bunların ameli
olarak uygulanabildiği takdirde başka bir ideolojiye bağımlı olmasına gerek
kalmayacaktır. Ne Rusya’nın sosyalizmine ve de ABD’nin kapitalizmine, yani
bunların ideal devlet modellerine bağlı kalıplarla düşünmememiz gerektiğini
savunmuştur İmam. Tam da burada şu hususu hatırlatmakta fayda görüyorum:
Bağımlı olmak ve bağlantılı olmak ayrı şeylerdir. Fikri, siyasi, iktisadi vb.
konularda doğu ve batıya bağımlı olmamak her iki tarafla bağlantılı olmamayı
gerektirmez. Aksine bağlantılı olmak ayette geçen “birbirinizi tanıyasınız”
(Hucurat: 13) ayetinin sırrıdır. Batıda ve doğuda yaşanan birçok tecrübe, insan
denilen varlığı çok daha iyi tanımamıza neden olabilmektedir. Onun esfel-i
sâfilîn halini atom bombasını kullanan ABD’de veya Filistin’e zulmeden siyonist
rejimde görmeniz mümkündür. Bunun yanı sıra Kant’ın ahlak felsefesini ve bunun
batı toplumuna nasıl tesir edebildiğini fark etmeden Rachel Corrie’nin
Filistin’deki direnişini ve şehadetini de algılamamız mümkün değildir.
İmamın doğu-batı dikotomisini ABD ve Rusya’ya özgü
düşünmemek gerekmektedir. İmam’ın bu dikotomisi, içinde yaşadığımız zaman
içerisinde ABD ve Rusya veya kapitalizm ve sosyalizm ile paralel devam
edebilecek başka odakları kapsayabileceği gibi, bunların inkıraza uğramasıyla
değişecek misdaklarını da işaret eden, imleyen bir söylemdir.
2- İslam Devrimi'nin İmam Humeyni (r.a) tarafından
kurulmasının ardından Batı dünyası, bu devrimin ve İmam'ın fikirlerinin sadece
bölge halklarını bilgilendirmekle kalmayıp aynı zamanda Siyonist Rejim başta
olmak üzere onların çıkarlarını ve güvenliğini tehdit edecek tehlikeli
kavramlar içerdiğine inanıyordu. Siz, İmam Humeyni'nin (r.a) düşüncelerinin
Kudüs'teki son gelişmeler üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunuza bir örnek üzerinden cevap vermek istiyorum.
Filistin’deki İslami vakıflarla ilgili yapılmış araştırmaların birinde (Sami
Salahat, el-Evkâfu’l-İslâmiyye fî Filistin ve Devruhâ fî
Muvâceti’l-İhtilâli’l-İsrâilî, Merkezu Zeytune lid-Dirasat ve’l-İstişarat,
Beyrut 2011) 170. sahifede Kudüs gününe bir başlık açıldığını görmüştüm.
Kitapta verilen bilgiler bildiğimiz İmam’ın hayat verdiği Kudüs gününe dairdir.
Filistinlilerin özellikle 2003’ten beri bu günde bazı programlar yaptığını,
bunların Filistin’in Yahudileşme karşıtı bir bilinçlenmeye neden olduğunu
kısaca anlatmış yazar ki kendisi de yurt dışında yaşamasına rağmen
Filistinlidir. Ancak benim bu bilgilerde dikkatimi çeken İmam Humeynî adının
yer almamasıydı. Bu kasten yapılmış bir şey değil; velev ki öyle olsa dahi
İmam’ın sadece Kudüs gününü ihdası siyonizm karşısında bir bilinçlenme vesilesi
olduğunu göstermektedir.
İmam Humeynî, Müslümanların Ramazan ayının son Cuma gününü
tüm ümmet için Kudüs Günü olarak ilân ederek, Kudüs’ün dolayısıyla Filistin’in
özgürlüğünün ne kadar önemli bir dinî vecibe olduğunun altını çizdi. Filistinli
Müslümanların esarette yaşadıkları her andan Müslümanların mesul olduğunu ve
Siyonist gasıpların işgal ettiği her karışın Allah’ın haremine bir saldırı
olarak telakki edilmesi gerektiğini vurguladı. Bakınız, kurduğum birkaç cümle
içerisinde işgal, esaret, gasp kavramları karşısında tüm duyularımızı harekete
geçiren özgürlük kavramı bulunuyor. Siyonist rejim ve yandaşları için bugün en
tehlikeli kavran özgürlüktür; en tehlikeli şey ise özgür insanların yaratacağı
dünyadır.
İmam’ın bu konudaki hassasiyeti sadece Müslüman
Filistinlilerin gördüğü eziyet ve işgâl şeklinde algılamamak gerekmektedir. Ona
göre meselenin önemli bir diğer yönü dünya mustazaflarının müstekbirler
karşısında konumlanmalarındaki problemdir. Mustazafların cihanşümul bir eylem
repertuarına sahip olmasını amaçlayan imam,
bu repertuarı Filistin meselesiyle ortaya koymuş ve onlar için bir yol
haritası çizmiştir. Bu harita üzerinde durduğu önemli kavramlardan biri Kudüs
günüdür.
Kudüs gününü sadece Kudüs’teki mustazfların değil tüm dünya
mustazaflarının günü olması gerektiği hususunda ısrar eden İmam, bu şekilde
Amerika ve diğer kapitalist sömürgeci devletlerin ve onların İsrail misali
uşaklarının tarih sahnesinden silinmesini istemiştir. Zira onlar var oldukça
dünyada adalet tesis edilemeyecek ve dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki sömürü
hareketleri devam edecektir. İmam, coğrafî sınırları aşarak tüm mustazaflara bu
mesajı vermenin yanı sıra İslam ümmetine de Kudüs bilincini ihya etmesi
hususunda özel mesajlar vermiştir. İslam ümmetindeki ve özellikle de yönetim
kademesindeki insanların zorba zalim sömürgecilerle işbirliği içerisinde
olmaları İmam’ın bu hassasiyetine neden olmuştur.
Dikkat ederseniz İmam’ın bu hassasiyeti Filistin direnişinin
son zaferinde meyvesini vermiştir. Özgürlük ramazan ayı içerisinde kutlanan
Kudüs günü akabinde adım adım Filistin’in tüm sathına dünyanın çoğunun
tanımadığı bir Kudüs mahallesinden yayılmıştır.
3- İmam Humeyni'nin (r.a) İslam dünyasının gelecekteki
gelişmelerine yönelik tedbirleriyle ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Cevap: Bu mevzuda önemli gördüğüm temel sorun “İslam
dünyası” tanımlamasının nominal olmasıdır. Nominal olmasaydı, yani “İslam dünyası”
günümüzde gerçekten var olsaydı İsrail’in son zulümlerini her zamanki gibi
neticeye ulaşmayacak kınamanın ötesinde, caydırıcı tedbirlerle Filistin
meselesine yaklaşması gerekirdi. Oysa Müslüman devletler kendi iç meselelerine
dahi vahdet eksenli yaklaşmaktan uzaktırlar. Kimilerince Kürt-Türk, Arap-Acem
vb. ayırımlara gidilerek İslam dünyasının gerçek anlamda etkin bir
temsiliyetinin olması engellenmiş oluyor. Bana kalırsa İmam da Müslümanların
bunu çözmeleri gerektiğine dikkat çekerek sürekli vahdete vurgu yapmıştır.
Devletlerin kendi iç meselelerde vahdet politikaları üretemediğinde, başka
Müslüman devletlerle de İslam dünyasını gerçek anlamda oluşturması mümkün
değildir.
Peki, bu nasıl mümkün olabilir? Bunun iki yolu bulunuyor:
İlki, Müslüman halklar kendi idarecilerini sivil toplum kuruluşlarıyla, gösteri
ve protestolarla, oy haklarını bilinçli kullanarak istedikleri mecraya çekecek,
insani tutum ve davranışlar çerçevesinde İslam dünyasının vahdet eksenli
teşekkülünün sağlanmasını talep edecekleridir. Diğer çözüm ise devrimdir. Bence
bunların her ikisi de mümkün ve şartlara göre değerlendirilebilecek
süreçlerdir.
İmam’a göre İran’ın bu bağlamda bir politik sürece toplumsal
anlamda katkı sağlaması İslam’ın devletin yönetiminde etkin olasıyla mümkündü.
Bunu gerçekleştirmenin tek yolu da devrimdi. Eğer İmam’ın tedbirlerinden burada
bahsetmemiz gerekiyorsa, İran’da İslam devriminin vukuu akabinde İmam’ın
kitlesel katılımla yapılmasını istediği seçimi asla unutmamalıyız. Böylece İmam
toplumun bu kıyam hareketini desteklediğini tüm dünyaya göstermiş oluyordu. Ama
bizler için taşıdığı anlam belki çok önemliydi ve Müslüman ülkelerdeki
toplumsal hareketler için varoluşsal bir tedbir nasihatiydi: sağlam bir
toplumsal desteğiniz yoksa başarınız geçici olur. Bu İmam’ın Ehli Beyt
öğretisinden aldığı bir derstir aslında. İmam Ali ve oğlu İmam Hüseyin
haricinde kendilerine yönetici olmaları talebi gelmediği için diğer imamlar
yönetime zahiren talip olmadılar. Bu İslam öğretilerinin tanınması, doğru
anlaşılması, yayılması vb. faaliyetlerin durması anlamına gelmemekteydi tabii.
Tekrar mevzuya bağlayacak olursam; bence İran İslam devriminin kendisi dünya
Müslümanları için alınmış büyük bir tedbirdir. Bunu siyasi anlamda söylediğimi
düşünecek çoğu kişi; oysa tüm eksikliklerine rağmen devrimden çok daha güçlü
kurumsallaşan hawza-yı ilmiyenin dünya çağına yayılan faaliyetlerini bu
tedbirler içerisinde değerlendiriyorum.