1789 Fransız Devrimi, "manipüle edilmiş halk
devrimidir." Bu devrimde halk Makyavelistler ve Jakobenciler olarak ikiye
bölünmüştü. İki farklı görüşe sahip olan grubun birbirleriyle çatışması sonucu
çok kanlar akmış ve bu devrim sonraları "Giyotin Devrimi" olarak
anılır olmuştu. Öte yandan, "Ekim 1917 Rus Komünizm Devrimi" 20 bin
kişi dolayında marjinal bir grup tarafından "halka rağmen"
yapılmıştı. 11 Şubat 1979 yılında vuku bulan (İmâm Humeyni'nin önderliğindeki)
"İran İslâm Devrimi" ise tamamen halka dayalıydı ve halkın aidiyet
değerlerini referans alan bir devrimdi...
Bizdeki ihtilâller, muhtıralar ve darbeler ise asker
kökenlidir ve "halka rağmen" yapılmıştır. (Hatırlayalım, 28 Şubat
Post-modern Darbe öncesi piyon gazeteler, "Asker Rahatsız" gibi
teşvik mahiyetinde manşetler atıyorlardı. Hatta işgalci Siyonist çete
gazeteleri, "Dinci bir hükümeti Türk Silahlı Kuvvetleri kabul edemez"
diyerek onlar da bir yerlere "talimat içerikli" gerekli mesajları
yolluyorlardı.) Kısacası tekrar edecek olursak başta İttihat Ve Terakki olmak
üzere bizdeki bütün ihtilâller asker kökenlidir ve halka rağmen yapılmışlardır.
Aynı zamanda bunların hepsi dış mihraklıdır. Bakınız, bildiğiniz üzere
İngilizler ve yedi düvel avanesi Çanakkale'yi geçemeyince farklı yöntemlerle,
yani İttihat Ve Terakki Cemiyeti'ni kullanarak girişilen uzun soluklu
mücadelede Osmanlı fes edildi ve yerine tek parti diktatörlüğüne dayalı
"ucube bir yönetim" tesis edildi. Bu yönetimin adına da
"Cumhuriyet" dendi. Oysa yönetimin "Cumhuriyet" olması için
halkın aidiyet değerlerine uygun ve halkın inancı ve kültürü ile çelişmemesi
gerekirdi. Bakınız, "cumhuriyet" sözcüğü Arapça "cumhur"
kökünden gelmekte ve "cumhur" kelimesi "halk" demektir. Ama
öyle olmadı. Bu rejim "halka rağmen" kuruldu. Bu yüzden
"şaşılacak bir durum" olarak bu rejim için "ucube"
metaforunu kullandık, çünkü bu minvâlde "garipsenecek şekilde" farklı
ülkelerin yönetim anlayışları birleştirilerek "ucube" seküler rejim
kuruldu. Düşünün bir kere, % 99'u Müslüman bir halkın aidiyet değerleri bir
tarafa atılıp İsviçre Aile Hukuku, İtalyan Ceza Yasaları, Alman Ticarî Hukuku,
İngiltere Eğitim Sistemi, (daha sonra ABD Fulbright Eğitim Formasyonu) ile
halka rağmen, halkın aidiyet değerlerine taban tabana tezat bir rejim kuruluyor
ve kurulan bu rejimle dinî yasalar yürürlükten kaldırılıyor. Bu uygulamanın
adına da laiklik diyorlar. Yani Allah Teâlâ'nın yasalarını reddeden yönetim
şekli. Oysa biz Müslüman bir halk olarak, insan temel hak ve özgürlükleri
çerçevesinde hukukun üstünlüğü prensibini esas alan Allah Teâlâ'nın yasaları
ile bir müesses nizam, bir devlet mekanizması, bir anayasal düzen oluşturmamız
gerekmiyor muydu?
Kısacası, dinî yasaları reddeden bu rejim kurulduğundan bu
yana vuku bulan ihtilallere baktığımızda hepsi asker kökenli ve hepsi laikliği
muhafaza adına yapılmıştır. (15 Temmuz darbe girişimi ise din kisvesi altında
farklı bir nosyon taşımaktadır.) 60 İhtilâli'ne bakalım, Adnan Menderes bir
konuşmasında üniversite gençliğine hitap ederken, "Siz isterseniz şeriatı
geri getirebilirsiniz" demesi üzerine ABD hemen düğmeye basmış oldu.
Aslında Menderes Hükümeti döneminde ABD ile ilişkiler "ağa-maraba"
bağlamında en üst düzeyde idi. Ancak son zamanlar birtakım pürüzlerden dolayı
ABD ile ters düşülmüş ve Rusya ile diplomatik ilişkiler geliştirilmeye teşebbüs
edilmişti. ABD her iki hususta tahammül edemeyip düğmeye bastı ve ABD'nin
piyonu olan General Cemal Gürsel'e (İsmet İnönü'nün de teşvikleriyle) 27 Mayıs
1960 İhtilâli'ni yaptırıp Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı
idam ettiler.
1971 Muhtırası'na bakalım: Hatırlayacağınız üzere, Merhum
Erbakan 25 Ocak 1970 yılında Milli Nizam Partisi'ni kurmuştu. Erbakan gerek
parti tüzüğünde ve gerekse miting ve salon konuşmalarında açık açık dinî
değerlerimizden söz etmeye başlamıştı. Bunun sonucunda mitinglere katılım
yoğunluğunda görüldüğü üzere halkımızın Milli Nizam Partisi'ne yönelik etkin
teveccühü söz konusu olmuştu. ABD yine büyük bir endişe içerisinde düğmeye
basıp piyonları vasıtasıyla 12 Mart 1971 Muhtırası'nı devreye soktular ve alel
acele Milli Nizam Partisi'ne kapatma davası açıp 20 Mayıs'ta 1971 tarihinde
partiyi kapattılar. Kendi güdümlerinde olan Nihat Erim'i başbakan yaptılar.
Nihat Erim, ilk icraat olarak (bilinen mihraklardan aldığı talimatla) Milli
Nizam Partisi'nin "arka bahçesi" olarak görülen İmâm Hatip
Okulları'nın orta kısmını lağvetti. Maksat dindar nesil yetişmesinin önünü
kesmek. Merhum Erbakan ise bu sefer 11 Ekim 1972 tarihinde Milli Selamet
Partisi'ni kurdu. Bu aşamada Erbakan Ecevit ile koalisyon hükümeti kurdu ve
İmâm Hatip Okulları'nı eski statüsüne kavuşturdu. Ayrıca Merhum Erbakan Kıbrıs
Barış Harekâtı'nın mimarı olarak toplumumuz nezdinde büyük bir itibar kazandı.
Bildiğiniz üzere, Kıbrıs Barış Harekâtı dönemin başbakanı Ecevit'e rağmen
yapılmıştı. Zira Ecevit ada üzerinde İngiltere'yi garantör devlet olarak
gördüğü için gidip İngiltere'de dönemin başbakanı James Callaghan ile görüştü
ve Kıbrıs sorununun kendileri tarafında diplomasi yolu ile halledilmesi
teklifinde bulundu. Erbakan bunu istemedi ve dönemin Genelkurmay Başkanı Semih
Sancar ile karar alıp Ecevit İngiltere'de iken 20 Temmuz 1974 sabahı adaya
çıkarma yapıldı. Parti itibarlı bir şekilde geniş halk kitlelerinin teveccühünü
kazanarak her geçen gün daha da güçlenip yoluna devam etti ve koalisyon hükümetlerinde
hep belirleyici roller üstlendi. En son 6 Eylül 1980 senesinde Erbakan Hocamız
Milli Selamet Partisi adına Konya'da "Büyük Kudüs Mitingi"
düzenlemişti. Bu miting, 100 binlerce insanımızın katılımı ile büyük bir
ihtişamla gövde gösterisine dönüşmüştü.
ABD ve içimizdeki omuzu demirli piyonlarını büyük bir telaş kaplamıştı.
Mitingin Filistin ekseninde yapılmış olmasından dolayı işgalci Siyonist çeteyi
de korku sarmıştı. Alel acele/apar topar harekete geçerek 6 gün içeresinde 12
Eylül İhtilâli'ni yaptırdılar. Kısacası ülke üzerindeki ABD güdümlü askerî
vesayet en ceberut, en anzavur şekliyle devam ediyordu. Diktatör Kenan Evren
ihtilâl sonrası kendisini cumhurbaşkanı seçtirdi ve dinî hayat üzerine baskılar
uygulamaya başladı. O baskı döneminde ilahiyat fakültelerine kadar başörtüsü
yasağı uygulanmaya başlanmıştı. Somut bir örnek vermiş olalım: Bütün ilahiyat
fakültelerinde uygulandığı üzere Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyât
Fakültesi'nde de aynı yasak uygulanıyor ve kız öğrenciler okul kapısının önünde
başörtülerini çıkarmaya zorlanıp tartaklanıyordu. Erkek öğrenciler bu durumdan
rahatsız oluyor ve karar alıp Ulucami önünde Cuma namazı çıkışı esnasında
başörtüsü yasağının serbest bırakılması için bildiri okuyorlar. (Bildiriyi
okuyan öğrenci bu satırların sahibinin kardeşi Aydın Koral.) Polis, halk
galeyana gelir ve arbede olur endişesi ile bildiri okunmasına ve cemaatin
tekbirler eşliğinde slogan atmasına müdahale etmiyor. (Ertesi gün Hürriyet ve
Milliyet gazeteleri başta olmak üzere ne kadar piyon gazete varsa,
"Bursa'da Kara Cuma" başlığı altında manşet atmıştı.) Polis o esnada
müdahale etmiyor ancak video çekimleri ile tespit edilen öğrencilerin
kaldıkları yurtlara gece yarısı baskınlar düzenleyip kardeşim dahil olmak üzere
12 öğrenci tutuklanıp karakola götürülüyor. Altı gün, altı gece insanlık dışı
işkencelerden sonra savcılığın iddianamesi ile alınan kararla, "Başörtüsü
yasağı bahane edilerek laik rejimi yıkıp yerine şeriat düzeni getirmek amacıyla
teşekkül oluşturmak" maddesi gereği bu gençler idamla yargılanmak üzere
Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne sevk edilerek İstanbul Sağmalcılar Cezaevi'ne
tıkıldılar. Sayın okuyucumuz sizin anlayacağınız ABD ve Siyonist çete piyonları
ihtilâllerle yetinmediler, ihtilâllerle birlikte Müslüman halkımıza yönelik ceberrutça,
anzavurca baskı ve zulümlerini arttırdılar. Şu da bir gerçek ki o dönemde
halkımızın aidiyet değerlerine yönelik teveccühü devam ederek artmaktaydı. Bu
gelişmeye istinaden "dinî değerlere temayül devam ediyor" endişesiyle
kapatılan Milli Selamet Partisi'nin yerine kurulan Refah Partisi 1995
seçimlerinde birinci parti seçildi ve 28 Haziran 1996 yılında Sayın Erbakan
başbakan oldu. REFAHYOL koalisyon hükümeti uygulamış olduğu havuz sistemi, denk
bütçe politikası ve eşel-mobil yöntemiyle Cumhuriyet tarihinin en başarılı
ekonomik modelini icra etti. Üstelik vahşi kapitalizmin kıskacında bu başarı
elde edildi. Peki Başbakan Erbakan neden takdir görmedi de 28 Şubat Post-modern
Darbesi ile alaşağı edildi? Bunun tek nedeni vardı o da "dinî
temayül" ve "dinî içerikli söylemler"den başkası değildi.
Örneğin, Başbakan Erbakan'ın cemaat liderleri ile yaptığı toplantı ABD ve
Siyonist çete piyonu laik/seküler kesimi ziyadesiyle rahatsız etmişti. Ama
bardağı taşıran son damla bu toplantı değildi. Hatırlayalım, Refah Partisi
Sincan Belediyesi tarafından organize edilen "Kudüs Günü" etkinliği,
Filistin davasına ilişkin bir organizasyon olduğu için ABD ve Siyonist çete
piyonlarını hemen harekete geçti ve Sincan caddelerine tanklar indirilerek 28
Şubat Post-modern Darbesi yapılmış oldu. Bu alçak darbe ile Başbakan Erbakan
istifa ettirilerek siyasî teamüllere aykırı bir şekilde, dönemin Cumhurbaşkanı
Demirel dördüncü sıradaki parti başkanı Mesut Yılmaz'a hükümeti kurma görevini
verdi. Asıl operasyon "Kudüs Günü" etkinliğine yönelikti. Zira
korkuları bu yüzdendi. "Kudüs Günü" etkinliğini organize eden Sincan
Belediye Başkanı Bekir Yıldız ve Sincan Belediyesi Kültür Daire Başkanı Hüseyin
Avni Yazıcı'ya beşer buçuk yıl hapis cezası verildi. Aynı şekilde etkinlikte
gösterimde bulunan tiyatrocu çocuklar beşer buçuk yıla mahkum edildi. Gecede
konuşma yapan İran İslâm Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Muhammed Bakırî
diplomasi dilinde kullanılan "persona non grata" (istenmeyen elçi)
ilân edilerek apar topar sınır dışı edildi. Gecede konuşma yapan Selam Gazetesi
Haber Müdürü Nurettin Şirin'e "hukuk skandalı" denilen bir yöntemle
fahiş bir ceza olarak 17.5 yıl mahkumiyet verildi. Bu cezanın
"skandal" nitelikte olmasının nedeni savcılık Şirin ile ilgili iddianamede
terör örgütlerine iltisak ve bağlantı ile ilgili done oluşturulamayınca, (ki
MİT ve emniyetten terör örgütü olarak nitelenen Hamas ve Hizbullah'ın Türkiye
sınırları içerisinde bir faaliyette bulunmadıklarına ilişkin rapor verilmesine
rağmen) bu örgütlerin "sair efradı olmak" gibi absürt bir yorum ve
kanaatte bulunularak Şirin mahkûm edildi. Görüldüğü üzere ABD ve Siyonist çete
piyonlarının bir tek derdi var, dinî temayüle engel olmak ve Filistin davasına
sahip çıkılmasının önünü almak. O dönemde bütün darbe, ihtilâl ve engelleme
çabalarına rağmen siyasî kulvarda dinî demayül yükselerek devam etti ve
Erbakan'ın talebesi Sayın Erdoğan'ın partisi birinci parti oldu. Uzun soluklu
Ak Parti'si iktidarında "Cemaat" diye tanımlanan ekol ile adeta
koalisyon kurmuştu. Bu süreçte ABD ve Siyonist çete "Cemaat" ile iş
tutup seküler mantığın dışında din tandanslı fakat ABD ve Siyonist çete güdümlü
bir darbe girişiminde bulunmak için altyapı çalışmalarına başlamış oldular.
Aslında bu plân büyük pazılın bir parçasını oluşturuyordu. Hatırlayalım,
Erbakan Hocamız Başbakan olduğunda ABD Büyükelçisi kendilerini ziyaret edip
elindeki klasörle 8 maddelik talimatları sıralamıştı. Birinci maddede İran
İslâm Cumhuriyeti ile ticarî ilişkilere kota koyuluyor ve sınırlama
getiriliyordu. Merhum Erbakan bunun aksi istikamette İran ile ticarî ilişkiler
geliştirince "Kudüs Günü" bahanesiyle darbe yaptılar. Aynı şekilde Ak
Parti Hükümeti'ne de sınırlama talimatları verilmişti. Ancak Türkiye Hindistan
üzerinden farklı bir yöntemle İran ile ticarî ilişkilerini devam ettirmesi ve
para transferlerinin Hindistan üzerinden Halk Bankası'na gönderilmesi
ziyadesiyle ABD'yi ve ABD'nin piyonu olan "Cemaat"i rahatsız
ediyordu. Cemaatin İran İslâm Cumhuriyeti'ne olan düşmanlığı çok eskilere
dayanıyordu ve bu düşmanlık mezhep üzerindendi. Müntesipleri de bu minval üzere
kin ve düşmanlığa tahrik ediliyordu. Bunu bizzat Fehhullah Gülen'in vaaz ve
kitaplarında görüyorduk. ABD bunu bildiği için "Cemaat" ile iletişime
geçerek onları kendi kulvarına çekmeyi başardı. "Cemaat" ABD'nin arayıp
ta bulamadığı bir yapıya sahip olduğu için, bunları piyon olarak kullandı ve 15
Temmuz darbe girişimini organize ettiler. 15 Temmuz"da "Cemaat'in bir
terör organizasyonu olduğu ortaya çıkmış oldu. Bunları kullanan da ABD'den
başkası değildi. Kısacası darbe girişiminin arkasında çok net bir şekilde ABD
vardı. Nitekim dönemin İçişleri Bakanı Süleyman soylu "Darbe girişiminin
arkasında ABD var" diyerek, bu gerçeği ilân etmişti.
Sonuç itibariyle, kronolojik olarak geçmişteki bütün darbe
ve ihtilallere baktığımızda bir şekilde hepsinde devrim bazında emellerine
ulaşmışlardı. Ancak bu sefer tabiri caizse baltayı taşa vurdular ve muvaffak
olamadılar. Müslüman halkımızın büyük bir ferasetle sokaklara inmesi ve gerekli
tepkiyi vermesi üzerine ABD, Siyonist çete ve piyonları kaybettiler. Bu darbe
girişimi sonrasında en büyük başarılardan biri askerî vesayetin ortadan
kaldırılmasıdır. Umudumuz ve beklentimiz o ki, büyük şeytan ABD'nin ve Siyonist
çetenin entrikalarından da azade bir duruma gelmemizdir. Bunun için yapılacak
iş ise Müslüman halkımızın aidiyet değerlerine rücû etmek ve Allah Teâlâ'nın
yasalarıyla insicam içerisinde olacak bir anayasal düzene geçiş yapmak.
Vesselâm...