Geçen yaz Deyr el Zor’da patlak veren aşiret isyanının
etkilerini izale etmeye çalışan özerk yönetim, 25 Mayıs 2024’te etkileşim
içinde olduğu aşiret liderleriyle bir toplantı yaptı. Oturduğu zemini
sağlamlaştırmaya çalışırken Suriye’nin ulusal birliğinin altını çizen,
Suriyeliler arasında kan dökülmesini reddeden ve siyasi çözüm vurgusu yapan bir
bildiri yayımlandı. Türkiye ‘işgalci’ olarak nitelendirilirken bu işgalin pek
çok soruna kaynaklık ettiği belirtildi. Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı
Mahmud el Meslet de ‘ademi merkeziyetçi bir çerçevede barışçıl ve demokratik
geçiş’ çağrısı yaptı.
Çağrıların birinci dereceden muhatabı Suriye lideri Beşşar
el Esad ama beri tarafta Arap ülkelerinden de çözüm sürecine el atmaları
istendi. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi Kobani, Şam’la siyasi çözümün altını
çizerken Türkiye ile gerilimi bitirmek istedikleri mesajını verdi. Burada çok
şaşırtıcı bir gelişme yok aslında. Defalarca söylenmiş sözler tekrar ediliyor.
Asıl kritik mesaj Şam’dan geldi. 4 Mayıs’ta Baas Partisi’nin
genişletilmiş kongresinde devlet içinde değerlendirmelerin değişebileceğinin
işareti verildi. Independent Arabia’ya konuşan Suriyeli bir kaynağa göre Esad
iki kritik çizgi çizdi: Birincisi, Suriye’nin kuzeydoğusunda askeri operasyon
seçeneğini reddetti. İkincisi siyasi çözüme yıllar değil birkaç ay içinde
ulaşacaklarını söyledi.
Çok iddialı bir çıkış. Özerk yönetimin önde gelen
isimlerinden İlham Ahmed de Şam’la aralarında bir mesajlaşma olduğunu ama
müzakere zemininin henüz oluşmadığını not ediyor. Şam’ın diyalog ya da
temasları ciddi bir müzakere sürecine dönüştürmediği yıllardır yapılan bir
tespit.
***
Bu mesajlaşmadan ivedilikle çözüm süreci beklemek aşırı
iyimserlik olur. Fakat ilk birkaç yıl özerk yönetime karşı Şam’da hakim olan
ihtiyatlı yaklaşımın yerini zamanla “işbirlikçi”, “bölücü” ve “terörist”
tanımlamalarına bıraktığı; Kürtlerin de devletten söz ederken Suriye’yi silip
“Şam hükümeti”, “Şam’ın askerleri”, “Esad’ın ordusu” ve “Şam’ın çeteleri” gibi
tanımlamalar kullandığı dikkate alınırsa diyalogdan yana yeni mesajlar herkesin
kendi çıkmazını gördüğüne işaret ediyor. Bu yeni durumu anlamlandırmak için
Suriye’deki sorunu çevreleyen olaylar, aktörler ve devletlerin değişken
tutumlarına bakmak gerekiyor.
Türkiye faktörü her zaman etkili. Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan 2023’teki seçimlerden önce handiyse Esad’la el sıkışıyordu. Esad’ın
Kürtlerin diyalog çağrısına kulak asmamasının belki en önemli nedeni Ankara ile
normalleşme kapısını açık tutma ihtiyacıydı. Rusya’nın bastırmasına rağmen Şam,
Türk ordusunun çekilmesi ve silahlı gruplara desteğin kesilmesi koşullarından
şaşmadı. Erdoğan, Moskova’daki dörtlü masadan istediğini alamayacağını anlayıp
yeniden tampon planlarına asılırken Esad da Ankara için Suriye’nin bir
parçasında kendi halkıyla savaşma seçeneğinden uzaklaştı.
Malum Türkiye, PKK’nin 1 Ekim’de Ankara’da İçişleri
Bakanlığı’na yönelik saldırısının ardından fırsat bu fırsat deyip Suriye’nin
kuzeyine yeniden yüklenmişti. Sivil altyapıyı çökerten hava harekâtına 7
Ekim’den itibaren İsrail’in soykırım savaşı fren yaptırdı. Ancak Erdoğan, NATO
zeminindeki pazarlıkların etkisiyle ABD ile ilişkileri ‘çevrilebilir’ bir
noktaya getirdikten sonra Irak ve Suriye’de yekpare tampon bölge kurma hedefini
güncelledi. Gündemin ruhuna uygun olarak Suriye dosyasında öne çıkmış isimlerden
Sedat Önal’ı Washington Büyükelçiliği’ne, Ahmet Yıldız’ı da BM Daimi
Temsilciliği’ne atadı. Erdoğan’ın yaza doğru vadettiği büyük operasyon hala
belirsizliğini koruyor. Ama bunun ürettiği baskı Kürtlere bir an önce Şam’la
anlaşmalarını vaaz ediyor. Türkiye’nin SİHA’larla düzenlediği saldırılarda
kayıplar artarken Kürtler uluslararası koalisyonun biçareliğinden yakınır hale
geldi.
***
Beri tarafta Fırat’ın doğusundaki Arap aşiretlerini SDG’ye
karşı harekete geçirme ve Amerikan askerleri için bölgeyi güvensiz kılma
yönünde bazı denemeler oldu. Eş zamanlı olarak Türkiye de Menbic tarafında
milisleri harekete geçirdi. SDG açısından zeminin ne kadar kırılgan olduğu
görüldü. Amerikalıların çekilmesi halinde Rakka, Deyr el Zor ve Haseke
üçgenindeki Arap aşiretlerinin SDG’ye yüz çevirebileceği anlaşıldı.
Şam açısından da Amerikalılar bölgedeyken sınırlı aşiret
isyanıyla sonuç almanın kolay olmadığı netleşti. Para, silah ve motivasyon
eksikliği nedeniyle Şam hedeflediği aşiret denklemini kuramadı. İki taraf için
de çetrefilli bir durum var; bu da onları “Hadi meseleyi konuşarak halledelim”
noktasına zorluyor olabilir.
***
Şii milis güçleriyle Fırat hattında etkili olan İran da ABD
ile pek çok konunun ele alındığı bir müzakere sürecine girdi. Milislerin
Amerikan üslerine saldırılarının önlenmesi de konuşulan konular arasında. Bu
arada Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümü üzerine hem Mazlum Abdi hem de
PKK’nin İran’a başsağlığı dilemesi Tahran’dan emin olma ihtiyacını
yansıtıyordu. Fırat hattında çatışma potansiyeli korku ve baskıyı canlı
tutarken göreceli olarak yakalanan sükûnet Kürtler açısından Şam’la diyalog
için fırsat penceresi açıyor. İran da Kürtlerin Şam’la köprüleri kurması
halinde Amerikalılardan uzaklaşacağı öngörüsüyle meseleye farklı yaklaşabilir.
***
İsrail’in Gazze’deki operasyonlarına misilleme olarak Irak
ve Suriye’deki Amerikan üslerine saldırılar arttı. Buna paralel olarak geçen
ocakta Amerikan yönetiminde Suriye’den çekilme dahil ihtimal senaryoları
üzerinde çalışmaların başladığına dair haberler sızdırıldı. Kürtlere verilen
mesaj şuydu: “ABD sonsuza kadar burada kalmayacak, Amerikalılar henüz
bölgedeyken siz de Esad yönetimiyle konuşup kendi çözümünüzü bulun.” Mazlum
Abdi, Esad’ın diyalogu reddettiğini savunarak “(Çekilme planı) Kesinlikle uygulanamaz.
Çürümüş planın arkasındaki mantığı kavrayamıyorum" diyerek hayretini açığa
vurmuştu. Gerçi 10 Şubat’ta Şark’ul Avsat’a demecinde bu kez yakın gelecekte
Suriye'den çekilme olmayacağına dair ABD’den güvence aldıklarını söyledi. Hatta
iddiasını daha da ileri taşıyarak “ABD'nin, Türkiye’ye satılacak F-16’ların
SDG’ye karşı kullanılmayacağına dair garanti verdiğini” öne sürdü. Yine de
ABD’nin politikaları Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrine göre Kürtleri ayazda
bırakabilir. Ayrıca Amerikan askeri varlığının Türkiye’ye karşı koruma sağlama,
İran destekli milis güçlerini caydırma ve Arap aşiretleri bir arada tutma
konusundaki yetersizliği de görüldü.
Kürtleri düşündüren diğer olasılık Donald Trump’ın Beyaz
Saray’a dönmesi. Trump’ı Suriye’den çekilme kararından dönmeye ikna eden şey
petrol yataklarıydı. Fakat Amerikan karar mekanizmalarına yön verecek ölçekte
bir petrol yok. Sadece Suriye’nin belini kırmak için petrol ve doğalgaz
havzalarını gasp etmek Beyaz Saray’da daha ikna edici bir gerekçe olabilir.
Yine de Trump’ın sağı solu belli olmaz. Daha büyük balık için küçükleri yem
yapabilir.
***
Öte yandan Esad yönetimi, Gazze’deki savaşın bölgeselleşme
riski karşısında oldukça soğukkanlı bir seyir izledi. İsrail’in Şam’da İran
Devrim Muhafızları ve konsolosluğunu hedef alan saldırıları karşısında mesafeli
durdu. Bu tutum hem Arap bloku hem de Amerikan tarafında not edilmiş olmalı. Ki
Suudi Arabistan böylesine kritik bir dönemde Şam’a 12 yıl sonra büyükelçi
atadı. Beklenen tavizleri koparmadan Suriye ile normalleşmeye karşı duran
Amerikan tutumu ortadayken Suudilerin bu adımı atmaları Suud-Amerikan ekseninde
de farklı değerlendirmelerin yapıldığına işaret ediyor. Malum Riyad-Washington
hattında İsrail’i tanıma koşulunu da içeren stratejik çerçeve anlaşmasının
pazarlıkları sürüyor. Suudi-Amerikan bakış açısıyla çerçeveyi koyarsak; “İran’a
mesafe koymaya başlayan bir Suriye yönetimi ödüllendirilebilir.”
Elbette ABD’nin Suriye’yi teslim alıncaya kadar felç etme
hedefi kolay kolay değişmez. ABD’nin Şam’ın tepesine binme siyaseti,
muhaliflerin silahlandırıldığı 2012’den çok önce, tam olarak 11 Mayıs 2004’te,
10 bin km ötedeki Suriye’yi “ABD'nin ulusal güvenliği, dış politikası ve
ekonomisine yönelik olağandışı ve olağanüstü bir tehdit” olarak sınıflandıran
13338 sayılı icra emriyle temellendirildi. Süresi doldukça yenileniyor. Biden 1
yıllık son yenilemeyi 8 Mayıs 2024’te yaptı.
Ürdün’ün geliştirdiği “adıma karşı adım” yaklaşımıyla Şam’la
diplomatik angajman Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünde bir yol haritası
işlevi gördü. Esad yıllar sonra 2023’te Cidde’de Arap Birliği zirvesine katılıp
bazılarının sinir uçlarına dokunsa da Amman’ın çok önemsediği yol haritasına
uygun bir açılım olmadı. Gerçi Esad yönetimi özellikle mültecilerin geri dönüşü
için öngörülen ekonomik yatırım ve teşviklerin önünün açılmamasından dolayı
karşı tarafı suçluyor. Ürdünlüler hassaten Captagon trafiğinin kesilmemesi
nedeniyle kızgın. Amman 8 Mayıs’ta Suriye ile bakanlar düzeyinde planlanan
Bağdat toplantısını iptal ettirdi. Yine de Suriye’yi İran’dan uzaklaştırmanın
yegâne yolunun “Arap kalbi” olduğu, bunun da Arap Birliği’nin kapısını açık
tutup insani-siyasi-mali teşvikler sunmayı gerektirdiği yönündeki değerlendirme
geçerliliğini koruyor. Bu arada Biden yönetimi, Suriye’nin Arap Birliği’ne
döndüğü sırada Temsilciler Meclisi’nden geçirilen ve Esad yönetimiyle
normalleşmeyi yasaklayan yasa tasarısını kadük bıraktı. Yani Amerikalılar da
havuç sopa siyasetinin havuç kısmından ne çıkacak diye Araplara biraz şans
tanıyor. Fransa, Almanya ve İngiltere’nin başını çektiği kategorik ret cephesi
görüntüyü domine etse de bazı Avrupa ülkeleri de Şam’la saman altından su
yürütüyor.
Esad, Dışişleri Bakan Yardımcısı Eymen Susan’ı Riyad’a
büyükelçi atayarak Araplarla açılan bu sayfayı önemsediğini gösterdi. Yani iyi
gitmese de Araplarla normalleştirme sürecinin rayından çıkmasına izin vermedi.
Daha ilginci, Esad 16 Mayıs’ta Manama’da Arap Birliği zirvesine ikinci kez
katılırken konuşma yapmadı. Halbuki Cidde’deki zirvede zülfü yâre dokunmuştu.
Toprakları İsrail işgali altında olan Suriye’nin vereceği mesajların sertliği
Amerikan-İsrail eksenindeki ilişkileri kurtarma telaşını sürdüren ülkeleri
incitebilir! Ev sahibi Bahreyn, Abraham Anlaşmalarına imza atanların başında
geliyor. Esad bu yüzden konuşma hakkından feragat ettiyse bundan Araplarla
kucaklaşmayı çok önemsediği sonucu çıkar.
Bu arada Esad bir kenara Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’ın
da Reisi’nin cenazesindeki yokluğundan büyük anlamlar çıkartılıyor. Esad’ın
lösemi teşhisi konulan eşi nedeniyle Tahran’a gidemediği, Mikdad’ın da göz
ameliyatı nedeniyle Moskova’da olduğu belirtilse de Arap medyası Tahran’a
gidilmemesini Araplarla kurulan dengeyi gözetme çabasına bağlıyor.
***
Peki bunların özerk yönetimin geleceğiyle ne ilgisi var?
Kürtler ABD’nin yönlendirmesiyle Körfez’in radarına girmişti. SDG’nin Arap
unsurlarla kurulmasında onların da katkısı vardı. Bu eğilim Türkiye’nin
Araplarla ilişkilerinin tepetaklak gittiği bir süreçte gelişse de Türk-Arap
normalleşmesi özerk yapıya karşı bir Arap yabancılaşmasına neden olmadı. Bunda,
ABD’nin SDG’deki Arap-Kürt ortaklığının korunması yönündeki teşvikleri ve özerk
yönetimin çökmesi halinde İran’ın elinin buralarda da güçleneceğine dair
değerlendirmeler etkili olabilir. Ayrıca özerk yönetime destek, Şam’a karşı
havuç ve sopa siyasetinin sopa tarafına denk geliyor. Elbette Türkiye ile
açtıkları yeni sayfaya gölge düşmesin diye bu politika resmileşmiyor. Erdoğan
da aynı yolu tersinden yürüyor; ilişkileri normalleştirdiği Mısır, BAE ve Suudi
Arabistan’dan Esad’ı Türkiye’nin istediği koşullarda normalleşmeye ikna
etmelerini bekliyor. Arapların kulağına, “Şam eğer terör yapılanmasının
üzerinden silindirle geçme planına ortak olursa Türk askeri de aşamalı olarak
çekilir” diye fısıldıyorlar.
Kürtler de madem Araplar Esad yönetimiyle normalleşiyor biz
de Arap ülkeleri üzerinden Şam’a gidelim mantığı güdüyor. Burada sihirli cümle;
‘Suriye’nin birliği ancak Şam’ın özerk yönetimi kabullenmesiyle sağlanır”.
Bu minvalde Arap ülkelerine ziyaretler planlanıyor. Hedef
bazı yerlerde temsilcilikler açmak. İlk etapta Irak, Mısır, Ürdün ve Suudi
Arabistan’la temasa geçildi.
Bir taraftan da Kürtler el yükseltiyor. Yeni düzenlemelerle
‘yüksek seçim komisyonu’ ve ‘anayasa mahkemesi’ gibi merkezden bağımsız paralel
kurumlar oluşturuluyor. Anayasa yerine geçen “toplumsal sözleşme” yenilenirken
mülki idare “Kuzeydoğu Suriye Bölgesi” adıyla birleştiriliyor. Ve bölge 11
Haziran’da yerel seçimlere hazırlanıyor. Bütün bunlarla daha bütünlüklü ve
kurumsal bir yapı hedeflendiği söyleniyor. Özerk yönetim bir bakıma hem
Arapların huzursuzluğunu gösterdiği sahada hem de olası pazarlık masasında
elini güçlendirmeye çalışıyor. Fakat bu adımların Şam’daki karşılığı farklı
olabilir. Bunu “ABD’nin desteğiyle Suriye’yi bölme projesinde ısrar” olarak
okuyabilirler. Esad’ın birkaç ay içinde meseleyi çözmekten neyi kast ettiğini
bilmiyoruz ama şimdiye kadar sözünü ettiği açılım özerklik ya da federalizm
değil yetkileri genişletilmiş yerel yönetim. Pozisyonlar arasında büyük uçurum
var. Pek çok çıkarım ve değerlendirme konjonktürel. Yarın yeni girdilerle başka
bir denklemi konuşuyor olabiliriz.