"Amerikalıların İran’a uranyum zenginleştirmeye izin
vermeyecekleri yönündeki sözleri, fazla kaçan bir yanlıştır ve bu ülkede kimse
birilerinin iznini beklememektedir. İran İslam Cumhuriyeti, kendi siyasetini ve
yöntemini sürdürecektir. Uygun bir zamanda milletimize, onların bu ısrarlarının
gerçek niyet ve hedeflerini anlatacağım."
Buradaki soru şu: Amerika neden İran’ın uranyum
zenginleştirmesine karşı çıkıyor? Son birkaç on yıllık tecrübe göstermiştir ki,
Batı'nın İran’la asıl meselesi nükleer silah değil. ABD ve Avrupa üçlüsü
(İngiltere, Fransa ve Almanya) defalarca "İran’ın nükleer silaha
ulaşmasından endişeliyiz" iddiasında bulunmuştur. Bu ülkeler çok iyi
bilmektedir ki İran, nükleer silah yapabilecek teknik bilgiye sahiptir; ancak
dini ve insani nedenlerle hiçbir zaman bu silahları üretme yoluna
gitmeyecektir.
İran, defalarca bu durumu açıklamış ve daha önemlisi İslam
İnkılabı Rehberi, nükleer silah üretimini ve kullanımını haram ilan eden bir
fetva vermiştir. Bu fetva bir siyasi taktik değil, İslami temellere dayanan
fıkhi ve stratejik bir duruştur.
Gerçekte Batılı devletlerin “İran’ın nükleer silaha
ulaşmasından endişeliyiz” iddiası sadece dünya kamuoyunu etkilemeye dönük
psikolojik bir operasyonun sahte ve yanıltıcı bir afişidir.
Siyasi, tarihi ve teknik gerçekler göstermektedir ki, bu
iddia sadece İran İslam Cumhuriyeti’nin nükleer bilgi ve teknolojiye ulaşmasını
engellemek amacıyla ortaya atılmaktadır.
Sömürgeci ülkelerin bakış açısına göre nükleer bilgi ve
sanayi sadece kendilerine ait olmalıdır. Bu nedenle İran gibi bir ülke bu
tekelciliği kırabilirse, sömürü düzeninin küresel düzeni sarsılacaktır.
Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump, Fox News’e
verdiği bir röportajda şöyle demişti: “İran’ın bol miktarda petrolü var,
nükleer enerjiye ihtiyacı yok!”
Bu mantıksız ve gülünç açıklama, ABD Enerji Bilgi Dairesi
(EIA) verilerine göre, ABD’nin günde 13 milyon varilden fazla ham petrol
üretmesine rağmen yapıldı. Buna rağmen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na
göre, ABD 93 nükleer santralle dünyada en fazla nükleer santrale sahip ülkedir.
Reuters geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir haberde, her iki
partiden ABD senatörlerinin elektrik ihtiyacını gerekçe göstererek ABD’de
nükleer enerjinin geliştirilmesini güçlü şekilde desteklediklerini yazdı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da daha önce “Nükleer
sanayi, Fransa’nın stratejik bağımsızlığının temelidir” demişti.
İngiltere Hükümeti'nin baş bilim danışmanı David King,
Guardian gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, İngiltere'de nükleer santral
inşasının bilimsel bir zorunluluk olduğunu yazmıştı.
Son yıllarda Almanya’da enerji tedarik krizi
derinleştiğinde, nükleer santrallerin kapatılmasının ülkeye ne kadar ağır bir
maliyet yüklediği ortaya çıktı. Son haftalarda yapılan bir Innofact şirketi
anketi, Alman halkının %55’inin nükleer enerjiyi desteklediğini gösterdi. Bu
ankete göre sadece %36’sı karşı çıkarken %9’u karar verememişti.
Son yıllarda İran, nükleer alanda bilimsel bağımsızlık
yolunda adımlar attığında, Batı her seferinde düşmanca ve hatta suç oluşturan
tepkiler vermiştir. Bu tepkiler; nükleer bilim insanlarının suikastı, nükleer
sanayiyle ilişkili tıbbi ekipmanların yaptırımı, İran’ın nükleer silaha ulaşma
ihtimali üzerine yalan ve tehdit temelli algı operasyonları ve
"petrol-nükleer enerji" gibi sahte ikilemler şeklinde olmuştur.
Suikast, yaptırım, tehdit ve çarpıtma; hepsi aynı oyunun
parçalarıdır.
Amerika ve Batılı ülkeler, İran’ın uranyum
zenginleştirmesine üç temel gerekçeyle karşı çıkmaktadır:
1. İran’ın nükleer güç kulübüne katılmasını ve mevcut tekeli
kırmasını önlemek.
2. İran’ın nükleer enerjide kendi kendine yeterliliğe
ulaşmasını ve Batı’ya bağımlı olmamasını engellemek.
3. İran’ın bağımsızlık yolundaki örnek model haline
gelmesini ve ABD tekelindeki dünya düzeninin yıkılmasında diğer ülkelere ilham
vermesini engellemek.
Batı'nın, özellikle Amerika’nın en büyük kaygılarından biri,
İran’ın dünya nükleer kulübüne katılmasıdır. Zenginleştirilmiş uranyum da dahil
olmak üzere nükleer yakıt döngüsünün tüm aşamalarında yetkinleşmek, bir ülkenin
jeopolitik konumunu değiştirir. Böyle bir ülke artık kolay kolay tehdit
edilemez ya da küçümsenemez.
Bugünün İran’ı, yıllarca süren ambargolara rağmen, sadece
ileri nesil santrifüjleri yerli olarak üretmekle kalmamış, aynı zamanda iç
nükleer santraller –örneğin Buşehr ve Tahran Araştırma Reaktörü– için yakıt
üretme yönünde de önemli adımlar atmıştır.
Görünüşte Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi
Antlaşması (NPT) temelinde kurulan nükleer kulüp, gerçekte bağımsız ülkelerin
bu alana girmesine pek sıcak bakmayan kapalı bir yapıdır.
Batı her zaman ileri düzeydeki nükleer bilgiyi kendi
tekelinde tutmaya çalışmıştır; çünkü böyle bir bilginin, diğer teknolojilerle
birlikte ulusal bağımsızlık ve egemenliğin temelini oluşturduğunu bilir.
İran, büyük bir medeniyet geçmişine, büyük enerji
rezervlerine, stratejik konumuna ve yüksek bilimsel kapasitesine sahip bir ülke
olarak, Batı’nın nükleer tekeline ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
İran’ın nükleer sanayideki her ilerlemesi, bu tekeli
sarsabilir ve bilimsel ve teknik bağımsızlık arayan diğer ülkeler için bir
model haline gelebilir.
Batı’nın İran’ın uranyum zenginleştirmesine karşı çıkması,
aslında İran’ın bilimsel bağımsızlığına ve kendi kendine yeterliliğine karşı
çıkmaktır.
Batılı emperyalist hükümetler çok iyi bilmektedir ki, İran
nükleer yakıt döngüsünün tamamını kendi içinde gerçekleştirebilirse, dışarıdan
yakıt ve ekipman ithalatına ihtiyacı kalmayacaktır.
Bu da İran’ı yaptırımların pençesinden kurtaracak ve
uluslararası pazarlıklarda caydırıcılığını artıracaktır.
İran İslam İnkılabı Rehberi ayrıca – 2 Kasım 2003’te – ülke
yetkilileriyle yaptığı görüşmede bazı ülkelerin “İran’ın nükleer yakıt
üretmesine gerek yok” yönündeki görüşlerine atıfla şöyle buyurdu:
"Bu ülkeler, İran’ın nükleer santraller için yakıt
temin sürecini kendi kontrollerinde tutarak İran’ı ve İranlıyı esir almak
istiyorlar. Bu yolla İran İslam Cumhuriyeti’ne baskı uygulamak istiyorlar.
Ancak biz bu söze boyun eğmeyeceğiz ve uluslararası düzenlemelere dayanarak,
ihtiyaç duyulan nükleer yakıtı kendi uzmanlarımızla ülke içinde
üreteceğiz."
Bugünün İran’ı, kendi bilim insanlarının bilgi ve gücüne
dayanarak, yabancı güçlere bağımlı olmadan, nükleer yakıt döngüsünün tamamına
hâkimdir ve kendi kendine yeterlilik ve ulusal onur yolunda büyük adımlar
atmıştır.
Batı’yı endişelendiren şey, uranyum zenginleştirilmesi
değil; bu ülkede “izzet”, “istiklal” ve “onur”un zenginleştirilmesidir.
Bu ülke kaderini yabancıların iradesine teslim etmeyecektir.
Artık "İzin alma" dönemi bitmiştir. Bugünün İran’ı, artık bir
“itaatkâr” değil, bir “örnek”tir.
Bu örneğin mesajı açıktır: Milli izzet inşa edilir; satın
alınmaz.