7 Ekim sonrası yaşanan savaş, yeni bir düzen inşa etmeye
çalışanlarla eski düzenin koruyucuları arasında bir mücadele olarak
değerlendirilebilir. İran İslam Cumhuriyeti liderliğindeki direniş ekseni ile
ABD ve Siyonist rejim liderliğindeki Batı ekseni arasındaki bu karşılaşma,
"geniş çaplı bir savaş" değil, sınırlı ya da asimetrik savaş arasında
dalgalanan bir çatışma niteliği taşıyordu. Daha önce İran ile Siyonist rejim
"gri alan" içinde, kombinasyon savaş ilkelerine uygun olarak karşı
karşıya gelmişlerdi.
İran, bölgedeki müttefiklerine dayanarak, işgal altındaki
Filistin’in çevresinde bir "ateş çemberi" oluşturmuştu. Bu strateji,
"Aksa Tufanı Savaşı" sırasında "cephelerin birliği"
politikası olarak adlandırılmıştı. Karşı tarafta ise Siyonist rejim, istihbarat
ve güvenlik kolları olan Mossad, Aman ve Şin Bet üzerinden geniş çaplı bir
suikast ve sabotaj kampanyası başlatmıştı. Bunun en çarpıcı örnekleri Zahidi,
İsmail Haniye, Fuad Şükür ve Seyyid Hasan Nasrallah gibi şahsiyetlere yönelik
suikastlardır.
Bu savaşın üzerinden 580 gün geçmesine rağmen, Batılı
düşünce kuruluşları ve medya, direnişin başarılarını ve bu güç bloğunun
İsrail’e karşı elinde bulundurduğu kapasiteyi görmezden gelerek, İsrail’in
bölgesel dengeleri lehine değiştirdiği yönünde bir anlatıyı ön plana çıkarmaya
çalışmaktadır. Bu yanıltıcı anlatıyı bir kenara bırakarak, bu yazıda direnişin
durumu ve bölgesel düzenin geleceği incelenecektir.
4 Mayıs 2025 Pazar günü, İsrail Güvenlik Kabinesi “Gideon’un
Arabaları” adlı operasyon planını onaylayarak Gazze’yi işgal etmeyi ve bu
bölgede uzun vadeli bir varlık oluşturmayı hedeflediğini duyurdu. İsrail
Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in esirlerin durumu konusundaki uyarılarına
rağmen, Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Siyonistlerin "işgal"
kelimesini açıkça kabul etmeleri gerektiğini savundu. Yaklaşık bir buçuk yıl
önce, Netanyahu, Yoav Galant ve Benny Gantz ile birlikte Hamas ve direnişin tüm
unsurlarıyla mücadele için bir "acil durum hükümeti" kurmuştu.
Savaşın başında İsrail’in belirlediği hedefler "Hamas’ın yok
edilmesi", "İsrailli esirlerin kurtarılması" ve "Gazze'nin
jeopolitiğinin değiştirilmesi" idi.
Ancak aradan geçen ayların ardından, bu hayali hedeflerin
gerçekleşmediği sahadaki gerçeklerle ortaya çıkmıştır. New York Times’a göre,
Hamas’ın tugayları hızla yeniden organize olmuş ve İsrail güçlerine karşı
harekete geçmeye hazırdır. Halen 53 İsrailli esir Gazze’de bulunmaktadır ve
Trump ile Siyonist rejimin tüm baskılarına rağmen Gazze halkı yurtlarını terk
etmeyi reddetmiştir. İsrail ordusunun Gazze’de uzun süreli bir işgali
onaylaması, Netanyahu ve aşırı sağcı müttefiklerinin savaş hedeflerinden çok
"sürekli kriz" politikasıyla iktidarda kalmayı amaçladıklarını
göstermektedir. Hamas ve İslami Cihad Gazze ve Batı Şeria’da, Hizbullah
Lübnan’da, Ensarullah Yemen’de ve Haşdi Şabi Irak’ta aktif ve etkili bir
şekilde varlıklarını sürdürmektedir. Bu durum, Netanyahu’nun hayalini kurduğu
“yeni düzenin” hâlâ kurulamadığını göstermektedir.
Ana akım medyanın uydurma anlatılarından biri, direniş
eksenine bağlı güçleri İran’ın Batı Asya’daki "vekil güçleri" olarak
sunmaktır. Oysa bu kavramın kökeni Avrupa’daki iç savaşlara ve yeni kurulan
devletlerle prenslikler arasındaki rekabete dayanmaktadır. Direniş eksenine
bağlı silahlı gruplar "vekil güç" değil, İran’ın tarih, toplum ve
kültürel ortaklık temelinde doğal müttefikleridir. Bu gerçekliğin kavranması,
propagandaya dayalı yorumları ve asılsız iddiaları geçersiz kılar.
"Aksa Tufanı" savaşı, direniş ekseni ile Siyonist
rejim arasındaki çatışmada bir dönüm noktası olmuş ve diğer tüm sistem karşıtı
hareketler gibi, yeni tehditler ve fırsatlar yaratmıştır. Bu savaş yalnızca
askeri ve güvenlik dengelerini değil, bölgesel ve uluslararası siyasi ve
jeopolitik düzenleri de etkilemiş ve aktörlerin konumlarını yeniden
tanımlamıştır.
Beşar Esad’ın devrilmesi, Seyyid Hasan Nasrallah ve İsmail
Haniye gibi önemli liderlerin suikasta uğraması, bazı direniş liderlerinin
öldürülmesi direniş eksenine zarar vermiştir. Ancak bu olaylar İran-İsrail
çatışmasının tüm hikâyesi değildir. Savaşta hem zafer (İsrail ordusunun Güney
Lübnan’dan çekilmesi, 33 günlük savaşta İsrail’in yenilgisi) hem de kayıplar
(direniş liderlerine yönelik suikastlar) yaşanmıştır.
Ayrıca İsrail hava kuvvetlerinin Lübnan, Irak ve Suriye’deki
direniş gruplarının askeri ve silah altyapısına yönelik sürekli saldırıları, bu
dönemde İsrail’in saldırgan yaklaşımının bir göstergesidir. Ancak bu
gelişmeler, İslam ülkeleri arasında Siyonist rejimi sınırlandırmak için daha
fazla dayanışma doğurmuştur.
Direniş ekseni, daha önce "ateş çemberi" ve
"cephelerin birliği" stratejileriyle İsrail’e karşı yıpratma savaşı
uygulamaya çalışmıştı. Bu stratejiler; askeri, ekonomik, psikolojik ve güvenlik
alanlarında baskı yaratarak İsrail’i zayıflatmayı ve sonunda çökertmeyi
hedefliyordu. Ancak karşılaşılan ciddi zorluklara rağmen, Siyonist rejimin
nihai hedefi olan direniş ekseninin tamamen yok edilmesi gerçekleşmedi. Direniş
grupları yapısal varlıklarını koruyarak, uğradıkları zararları telafi etmeye ve
yeni çatışmalara hazırlanma yönünde ilerlemektedir.
Taktiksel suikastlar ya da münferit sabotajlar, stratejik
kazanımlar getirmez. Siyonistler her ne kadar "bin hançerle ölüm"
stratejisini izlese de bu yöntem şimdiye dek direnişin tüm güç unsurlarını
etkisiz kılamamıştır. Siyonist rejimle mücadelede tehditlerin doğru tespit
edilmesi ve realist bir bakış açısıyla yaklaşılması büyük önem taşımaktadır.
Batı, "Bir Otoban - Bir Yol" koridorunu geri plana
itmek ve "IMEC" koridorunu hayata geçirerek Siyonist rejimi o
bölgelerde Batı politikalarının halkasına dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bu
bağlamda İran İslam İnkılabı Rehberi, "Zafer Cuması" hutbesinde
Batı’nın İsrail’i enerji ihracat kapısı ve Batı ürünleri ile teknolojilerinin
ithalat noktası hâline getirmeye çalıştığını belirtmiştir.
Bu Batı-Siyonist planın uygulanmasını engellemek için
İran’ın direniş ekseni üyeleri ve diğer revizyonist güçlerle iş birliği yaparak
Ortadoğu düzeninin ABD ve İsrail lehine yeniden şekillendirilmesini sabote
etmesi gerekmektedir. ABD-Çin-Rusya arasındaki jeostratejik rekabetin doğru
analizi, İran’ın İsrail karşısında denge ve caydırıcılığı artırarak zamanla güç
dengesini direniş lehine çevirmesine fırsat tanıyacaktır.