12 Gün Savaşının Tarafları

GİRİŞ: 05.08.2025 19:09      GÜNCELLEME: 05.08.2025 19:09
Rasthaber -  Allah’ın Adıyla

12 gün savaşı İslam İnkılabının İran’da zafere ulaşması tarihi olan 1979’dan beri başlayan medeniyetler savaşının askeri çatışmaya dönüşmesi aşamasıdır. Yani aniden ortaya çıkmış ve aniden sona ermiş bir savaş değildir. Geçmişi 46 yıl öncesine dayanan ve ne zamana kadar süreceği belli olmayan bir savaştır. Ayrı bir ifadeyle bu savaş sultacı Batı medeniyeti ile bu müstekbir medeniyete karşı -şimdilik- Batı Asya bölgesinde direniş başlatan Müslüman halklar arasında devam etmektedir.

Böylece savaşın aktif ve pasif tarafları da ortaya çıkmış oldu. Bir tarafta tüm bir Batı ve dini/mezhebi, milliyeti ne olursa olsun Batı’nın bölgedeki ideolojik, askeri ve siyasal müttefikleri, karşı tarafta ise Direniş Cephesi’nin merkezi konumundaki İran, direnişe aktif olarak katılan ve Batı sultasına karşı Direniş’e gönül veren potansiyel halk kitlelerinden oluşan Cephe yer almaktadır. Direniş Cephesinin varlığı ve duruşu net olarak ortadayken Batının ileri karakolu İsrail işgal rejimi de Batı medeniyetini korumak ve Batıyı temsilen savaştığını defalarca ilan etmiş bulunuyor.

Batı Asya bölgesi başta olmak üzere halkı Müslüman ülkeler rejimleri tarafından 12 Gün Savaşı sırasında İsrail-ABD saldırısıyla ilgili olarak bazen dil ucuyla, bazen mahçubiyetle, bazen tereddütle yapılan kınamalar da gerçekte bu rejimlerin hangi safta yer aldıklarını gözler önüne serdi. Kısa bir ifadeyle bu kınama demeçlerinin kendi halklarını kandırmaya, tepkileri yatıştırmaya yönelik olduğu bir gerçek.

Söz konusu ülkeler rejimleri, özellikle de İran’a komşu ülkelerin saldırının başlamasından çok öncelerden beri bilgilendirildiği, bunlara İran’da İslami düzenin kesin olarak yıkılacağına dair mesajlar verildiği, hatta son aşamada İran’ın beş parçaya bölüneceğinin planlandığı, dolayısıyla bu ülkelerden bazılarının ortaya çıkacak pastadan kendilerine pay ayrıldığına dair vaatlere kandıkları veya pay kapmaya hazırlandıkları vb gerçekler şimdilerde yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır.

Bakü rejimi gibi İsrail müttefiki rejimlerin ise savaş sırasında İsrail’e lojistik destek sağladığı, savaşın son gününe kadar İsrail-ABD saldırısını mahkum etmemeleri, kendilerine verilen vaatlere o kadar kanmış olacaklar ki ateşkesten sonra bile hızlarını alamayarak resmi olmasa da kontrolleri altındaki medya aracılığıyla İran coğrafyası üzerinde bazı hayali iddialarda bulunmaları oldukça anlamlıdır.

Komşu ülkelerden Pakistan ise bir yandan senato üyeleri ve hatta savunma bakanı tarafından İran’a destek vermeye hazır olduklarını dile getirmesine rağmen saldırı sonrasında Donald Trump’ı Nobel Barış Ödülüne aday göstermesi, CENTCOM komutanına cesaret madalyası vermesi ve bizzat Amerikalıların açıklamalarına göre Amerikan B-2 uçaklarının Pakistan hava sahasını kullanarak İran’ın nükleer tesislerini bombardıman etmesi nazara alındığında nasıl bir çelişki ve tereddüt içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır.

Başta Suudi Rejimi olmak üzere bölgedeki Arap ülkelerinin savaş karşısındaki haince ve taraflı tutum ve duruşunu anlatmaya gerek bile yok. Ülkelerine yerleştirilen Amerikan askeri üslerinin İran aleyhindeki faaliyetleri hatırlatıldığında kendilerinin buna müdahil olamayacağı bahanesine sığınırken İran mukabele-i misl (ayniyle karşılık) kuralı uyarınca bu üslere saldırı düzenlediğinde ise toprak bütünlüklerine, egemenlik haklarına tecavüz edildiğini ileri sürerek topluca İran’ı mahkum etmeleri tam bir komedi.

Görüldüğü üzere sadece Batı sulta sistemi değil bölgedeki müttefikleri de Direniş Cephesinin kalesi konumundaki İran’ın yenilgisini kutlamaya hazırlanıyordu. Çünkü her alanda -kültürel, siyasal, askeri, ekonomik- Batı medeniyetinin sultasına bağımlı ve uyum içerisinde uslu uslu yaşarken bağımsızlık kazanmak uğruna direnmek, karşı çıkmak, sıkıntılara katlanmak işlerine gelmiyor.

İran’ın müttefiki olarak tanıtılan Rusya ve Çin konusu da ilginç bir durum. İran’ın Rusya ve Çin’in kontrolündeki Şanghay Güvenlik İşbirliği ve BRICS örgütlerine üye olmasına rağmen bu iki ülkeyle stratejik ortak ve müttefik olduğu söylenemez. Bu gevşek ilişkilerde adı geçen bölgesel ve uluslararası örgütlerin hala beklenen etkili konuma ulaşamadıkları bir yana bunda başka faktörler de etkili olmaktadır. İran’ın bu iki güçlü ülkeyle medeniyet anlayışı bakımından farklı paradigmalara sahip olması, İran’da seçimle işbaşına gelen batıcı hükümetlerin bu iki ülkeyle stratejik ilişkileri geliştirmeyi tercih etmemeleri, buna karşılık Çin ve Rusya’nın bölgesel ve uluslararası ilişkilerde farklı gündemlerinin olması doğal olarak ilişklerin stratejik ittifak düzeyine çıkmasına engel oluşturmaktadır.

İran’ın başarısı her iki ülke lehine ve yenilgisi her iki ülke aleyhine olmasına rağmen 12 Gün Savaşında her iki ülkenin de bekle sonucu gör stratejisi izlemeleri oldukça anlamlıdır. İran’ın çetin ceviz olmadığını, kolayca yıkılamayacağını gördükten sonra tavır belirlemeleri, onları İran’a savunmadaki zaaf ve eksikliklerini gidermesi konusunda yardımcı olunması gerektiği görüşüne şevketmiş bulunuyor.

Bu arada her iki ülkenin de İran konusunda farklı çıkarları takip ettiği, İran ile sınırlı alanlarda işbirliğine hazırlıklı olduklarını da hatırlatmak gerekir. Kendisi de savaş içinde bulunan ve çatışma içerisinde olduğu Batı ile ortak değerler taşıyan Rusya bunu gizlemiyor. Savaşın ilk veya ikinci gününde İsrail’de bir milyon Rus kökenli Yahudi yaşadığına dikkat çeken Putin gerçek niyetini ifşa ederken İran’ın ilerleyen günlerdeki direncini ve gücünü görünce farklı ifadeler kullanmaya başladı.

Çin’e gelince; sessiz bir şekilde ekonomik gücünü küresel çapta durmadan artıran bu ülke nedense askeri konularda çekingen ve mahçup bir tasvır sergilemektedir. Sabırlı ve tedrici bir şekilde ABD’nin yerine geçmeye hazırlanan Çin şimdilik askeri çatışmalardan uzak durmayı tercih etmekte ve hatta Tayvan’ı ana ülkeye katmak konusunda da pek aceleci davranmamaktadır. Ama ABD’nin küresel sulta gücünü Çin’e kaptırmamak için acele davranması karşısında bazı önlemler alması gerektiğinin de farkındadır. İşte bu önlemlerden biri İran’ı desteklemek zorunda olduğunu hissetmesidir. Bunca yaptırım ve baskılara karşı İran petrollerini satın almakta direnmesi sadece indirimli ve ucuza aldığı için değil ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının rakibi ABD kontrolüne geçmesinin doğuracağı ağır sonuçlardan korktuğu içindir. Bunun için bir yandan İran petrolünü satın alırken aynı zamanda İran’a   savunma sistemleri ve gelişmiş savaş uçakları satmaya da rıza göstermektedir.

İran ABD’nin Orta Asya ve Uzak Doğu’ya ilerleme, Rusya’yı güneyden ve doğudan, Çin’i ise batıdan ve güneyden kuşatma planları önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. İran’ın ŞİÖ ve BRİCS’e hızlı bir şekilde kabul edilmesi de bu kaygıdan ve İran’ın gücüne olan ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır. Kısacası her iki ülke de İran’ı direniş cephesinin merkezi, İsrail’in ileri karakolu olduğu Batı sulta sistemi karşısında direndiği için değil kendi çıkarları için desteklemek zorundadırlar.

Başta Batı Asya Müslüman halkları olmak üzere dünyanın mustazaf halkları yukarıdaki açıklamalar ışığında İran ile Batı sulta sistemi ve müttefikleri arasında cereyan eden bu savaşın düşünsel/kültürel/medeniyetlik mahiyetinin farkında olarak saflarını, konumlarını ona göre belirlemelidir.

Ziya Türkyılmaz

YORUMLAR

Mardinli 22 saat önce
Evet bu savaşın bir tarafı İran ve direniş bileşenleri karşı tarafta ise BMGK, NATO, UAEK ve öteki kurumlarıyla ABD, AB, İsrail ve bölgedeki Müslüman müttefikleri yer almıştır.

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM