1. Parçalanmış Bir Kimlik: Avrupa mı, Asya mı, İslam mı,
Laiklik mi?
Türkiye bugüne kadar net ve istikrarlı bir kimlik tanımı yapamadı.
Avrupa’nın
bir parçası mı, yoksa Asya’nın bir ülkesi mi? İslamî değerlerle mi şekilleniyor,
yoksa katı bir laiklik anlayışıyla mı? Demokrasiye mi yaslanıyor, yoksa
otoriter eğilimlere mi? Ve en önemlisi kimi için?
Bazı çevreler Türkiye’nin bu coğrafi ve kültürel geçiş noktasında olmasını bir
zenginlik olarak görse de bu zenginlik ancak sağlam bir kimlik üzerine oturursa
anlam kazanır. Ancak Türkiye, bir yandan Osmanlı’nın külleri üzerinde yükselirken,
öte yandan radikal bir kopuşla kurulan cumhuriyetin değerleri arasında sıkışmış
durumda. Bu ikilem çözülmeden, bir strateji geliştirmek mümkün değil.
Oysa kimlik, sadece ideolojik bir tercih değil; tarih,
sosyoloji, çevre ve inançla şekillenen çok boyutlu bir yapıdır. Bu unsurlar
ortak bir anlayışta buluşmadıkça, Türkiye’nin milli hedefleri her zaman muğlak kalacaktır.
2. İnanç Meselesi: Baskıdan Siyasî Araca Dönüşen Din;
Osmanlı’nın temel direklerinden biri olan din, Cumhuriyet’in kuruluşuyla
birlikte radikal biçimde kamusal alandan dışlandı. Türkiye’deki laiklik anlayışı çoğu zaman
otoriter yöntemlerle uygulandı ve bu durum dini hayatın bastırılmasına yol açtı.
Bu baskı karşısında din geri çekilmedi, aksine zamanla siyasî
bir araç hâline geldi. Bugün bazı kesimler, Osmanlı dönemindeki gibi güçlü bir
manevî ve siyasî otorite kurmak istiyor ve bu doğrultuda inancı bir ideolojiye
dönüştürüyor. Ve yönetimin temel yapısını oluşturmaktan daha çok sisyasi
hedeflerine varmak için kullandığı bir araca dönüşüyor. Ancak bu çaba
hem cumhuriyetin kurumlarıyla hem de farklı inanç yapılarıyla ciddi çatışmalar
yaratıyor. Böylece inanç, birleştirici bir unsur olmaktan çıkıp ayrıştırıcı bir
unsur hâline geliyor.
3. Ekonomi: Üreten Ama Dışa Bağımlı Bir Yapı;
Ekonomik olarak bakıldığında Türkiye, özellikle sanayi ve
tarım alanında üretim kapasitesi yüksek bir ülke. Ancak bu üretim modeli büyük ölçüde
dış finansmana bağımlı.
Ülkeye para hızla girip çıkabiliyor, bu da ekonomik istikrarı
zedeliyor. Türkiye’nin
ekonomisi, küresel finans elitlerinin kararlarına açık bir şekilde bağımlı hâlde.
Para egemenliğini sağlayamayan bir ülke, stratejik kararlar alma gücünü de
elinde tutamaz. Bu da Türkiye’nin boynundaki bir bıçak gibi, sürekli baskı oluşturan
bir zayıflık. (Enflasyon)
4. Halk: Değersizleştirilen, Yönsüz ve Biçimlendirilmiş Bir
Toplum;
Toplum ise zamanla kimliğini kaybetmiş, değerlerinden uzaklaşmış,
şekillendirilmiş bir kitleye dönüşmüş durumda. Tüketmeyi temel alan, günübirlik
yaşayan, eleştirel düşünceden uzak ve kendini her şeyin üstünde gören bir halk
profili oluşmuş.
Bu durum, halkı kolay yönlendirilebilen, çıkarı olduğu sürece
her şeye rıza gösterebilen bir noktaya getiriyor. Ancak burada asıl sorun şu:
Bu halk oyunun kurallarını koyan taraf değil, sadece var olan kurallara uyan
bir figür hâline gelmiş durumda. Strateji geliştirmek için gereken toplumsal
bilinç eksik.
Sonuç: Kimlik Yoksa, Çıkar da Yok; Çıkar Yoksa, Strateji
de Yok;
Sonuç olarak, Türkiye’nin yaşadığı siyasi, dini, ekonomik ve toplumsal tüm
problemler, bir kimlik sorununun yansımalarıdır. Türkiye, “Ben kimim?” sorusuna net bir cevap
veremedikçe, “Ben
ne istiyorum?” sorusuna da cevap veremez.
Kimliğini belirleyemeyen bir devlet, çıkarlarını tanımlayamaz.
Çıkarlarını belirleyemeyen bir devlet, dostunu ve düşmanını ayırt edemez. Dost
ve düşman ayrımı yapamayan bir devletin ise strateji geliştirmesi mümkün değildir.
Tarih boyunca Türkiye çoğu zaman yanlış ata oynadı, ama bu
bir tesadüf değildi. Bu, net bir kimlik ve vizyon eksikliğinin sonucuydu. Artık
ilk ve en acil adım, bu toprakların tarihinden, kültüründen, inancından
beslenen sağlam bir kimlik inşa etmek olmalıdır. Aksi hâlde Türkiye, sadece günü
kurtaran ama geleceği inşa edemeyen bir ülke olarak kalacaktır.
Ülke tehdidini ve düşmanlarını belirlemek için cevaplamamız
ve çözmemiz gereken asil sorun budur. Yoksa bize ait olmayan tanımlamalarla hep
yanlış strateji ve yol çizeriz.
TASPINAR MK
5 Ağustos 2025