Ağabeyimin aile hesabından paylaşması sonucu haberdar
olduğum yazının başlığı bile içine düştüğümüz dehşet bataklığının ne kadar
vahim, hatta ne kadar lanetlik bir bataklık olduğunu ortaya koymaktadır
aslında.
Demek ki yazar, fikirlerinin toplumdaki karşılığının ne
alacağının farkında. Ki, tüm cesaretini toplayıp meydan okurcasına kalemine,
yüreğinin samimiyetine ve Allah'a sığınarak yazmış hissettiklerini...
"Sevgililer, anneler, babalar, kadınlar günü" ve
benzeri günlerin arka planını ortaya koyan Facebook yazarı Abdulkadir Türk'e ve
yazıdan beni haberdar eden ağabeyime teşekkür ederim.
Önemli bir gerçeği kaleme almış. Ancak bu tür konulara benim
de temelden bir itirazım var. Biraz uzun olacak ama sabırla okuyan ve ilgi
duyanlara meramımı anlatmak istiyorum.
Şöyle ki; Hayat boşluk barındırmaz. Hayatın hiçbir alanında
boşluk ve hiçlik yoktur. Her şeyin temellendiği ve inşa olduğu bir nokta
vardır. Ama iyi ama kötü, ama sonucu faydalı ama zararlı ama mutlaka vardır.
Yokluğun kendisi yokluktur. Varlığın içinde yokluk diye bir
şey yoktur. Yani boşluk yoktur. Mutlaka boşalan yer dolar, dolan yere ise başka
bir şey girmez.
Soru şu: hayatımızdan veya bizi oluşturan ya da bizi biz
yapan şeylerden ne kadar uzaklaştık? Hayatımızda olması gereken neleri yok
saydık, neleri hayatımızda olmaması gereken neleri hayatımıza soktuk ya da
çıkardık veya çıkmasına göz yumduk? Hayatımızdan çıkardıklarımızın yerine neler
girdi veya girmesine ses çıkarmadık ya da göz yumduk?
Bu sorulara paralel olarak cevabını bulunması gerektiğini
düşündüğüm gereken sorular şunlardır:
Sonsuz olan evren bizim için ne anlam ifade eder veya nasıl
bir anlam ifade etmesi gerekir? Yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda her
insan, genel bir ifadeyle her canlının; canlıları oluşturan her hücrenin mikro
ölçekli bir evren olduğunu ortaya çıkarmıştır. Hem evrenin içinde olmak hem de
içimizde bir evren barındırmak nasıl mümkün olabiliyor?
Ucu bucağı olmayan kainatın veya evrenin içinde noktanın
trilyonda biri kadar bile nokta değiliz ama buna rağmen içimizde bir evren veya
kainat barındırıyoruz. Bu gerçeğin farkında mıyız veya ne kadar farkındayız?
Peki bu gerçeğin farkında olmuyor oluşumuzun bizi ne hale getirdiğinin farkında
mıyız? n
ALLAH'I NE KADAR İDRAK EDİYORUZ?
Bu şaheseri var eden veya yaratan kimdir, nedir, bizim için
ne anlam ifade eder veya etmesi gerekir?
Bu muhteşem şaheseri kusursuz bir şekilde yaratan güç,
irade, yaratıcı ve yaratıcıya ait hakikatin künhünü / tamamını ne kadar
biliyoruz, tanıyoruz veya böyle bir gerçeğin ne kadar farkındayız?
Tüm varlık aleminin / kainatın veya her şeyin varlığını
borçlu olduğu, doğal olarak bizim de her şeyimizi borçlu olduğumuz bu muhteşem
irade;, yarattığı var ettiği her şeyden, yaratık muazzam bir şekilde
donattığına karşılık ne talep ediyor
veya ne istiyor?
Bu iradenin, varlık alemi içindeki istek ve talepleri ne
oranda karşılanıyor veya karşılanıyor mu? Ya da bu istek ve talebi karşılamayan
bir canlı türü var mı? Varsa nedir veya kimdir?
Her gün zamanında doğan güneş, bir gün görev ihlali veya
ihmali yapsa ne olur? Ya da hiç doğmasa veya hiç batmasa ne olur? Bu durumda
dHiç düşündünüz mü? Doğabilecek kaos ve felaketin boyutlarını tahayyül etmemiz
ne kadar mümkün olabilirin üzerine hiç kafa yoranlarınız oldu mu?
Her şeyi kusursuz bir şekilde var eden veya yaratan irade;
bizi de kusursuz bir şekilde yarattığına, yaratırken bize danışmadığına,
fikrimizi sormadığına, adeta emrivaki yaparcasına "ol" deyip
oldurduğuna göre, bunu yaparken neyi amaçlamış ve hedeflemiş olabilir?
Hiçbir amaç ve hedef olmadan var etmiş olabilir mi, yoksa
bir amaca binaen mi var etti? Var ederken sormayan, yaşatırken tüm
ihtiyaçlarımızı karşılayan, sonsuz bir yaşama iradeyi de bize ve hiçbir canlıya
vermeyen, canımızı alırken bize sormadan alan yaratıcı ifade veya Allahyaratıcı
İrade, bunların hepsini bir can sıkıntısının sonucu olarak veya fantezi olsun diye mi yaptı?
Bu soruları neden mi soruyorum?
Nedeni açık ve net; Biz neyiz, kimiz, ne olmamız ve ne
yapmamız gerekir? Kşme aitiz, ait olduğumuza karşı yükümlülüklerimiz var mıdır,
varsa nelerdir? sorularına cevap bulmak için soruyorum. Tersten bakıldığında
ise, olmamız gereken hangi halin karşıtı olduğumuzu, bu karşıtlık üzearinden
ise nasıl bir mahkukat olduğumuzu izaha çalışmak için de soruyorum aynı
zamanda.
Hakeza yaratılış veya var oluş tasavvurumuzda bir eksiklik
veya sorun var. Bu eksiklik ve sorun her şeyimizi etkiliyor, etkilemekle
kalmayıp ağır bedeller ödetiyor da ondan soruyorum.
Bize şah damarımızdan daha yakın olan; varlığını ve gücünü
her şekilde bilip hissedebilmemize imkan veren Allah hakkında olabildiğince
cahil, bilgisiz ve bilinçsiz; olabildiğince vurdumduymaz ve lakayt,
olabildiğince nankör ve inkarcı halimizi hangi sorular veya sorgulamalarla
ortaya çıkarıp açık edebiliriz'in üzerine kafa yoruyorum bir de...
SORULARLA ANLAMAK
Ve sormaya devam ediyorum:
Adını bile anmamızı istemeyen hakikat düşmanlarının kurduğu
egemenlik ve sulta ile; önce algı dünyamızın ve bilincimizin, sonra da tüm
hayatımızın iğfal edilmesi ve yaratıcı irade ile bağlarımızın koparılması veya
zayıflatılması sonucu, adını anmaktan veya aynı karede görünmekten imtina
ettiğimiz ve her şeyimizi borçlu olduğumuz Allah'a karşı bir meylimiz oldu mu?
Oldu ise, bu meylimizin hayatımızda yaptığı etki ve değişim nedir?
Eğer "Allah'a bir meylimiz oldu” diyorsak, bu iradeyi
andıran her şeyden “bir vebalı görmüş gibi” uzaklaşmamızın, adını anmaktan bile
imtina etmemizin, aynı karede görünmemek için kırk takla atmamızın sebebi ne
olabilir acaba?
Eğer bu muhteşem iradeye karşı bir meylimizin olmadığının
farkında isek, bunu da bilerek ve isteyerek yapıyorsak, bilerek isteyerek sırt
çevirdiğimiz Allah'ın verdiği nimetlerle, aynı zamanda onun mekanında
hayatımızı ikame edebiliyor olmayı nasıl izah edebiliriz? Ayrıca iyi halimizde
O'na kafa tutup sadece sıkıştığımızda veya ölüm anında O'na sığınmak zorunda
kalma halimizi hangi kelimeyle tanımlayabiliriz?
Hem kendini var eden hem de nimetlerle donatan bir iradeye
karşı yapılan bu vurdumduymazlık AKILLI olmak mıdır, AKILSIZ ve AHMAK olmak
mıdır?
Akıllı olmakla, akılsız / ahmak olmak arasındaki fark nedir?
Akıllı olmak ne demek, akılsız ve ahmak olmak ne demektir?
“HAYAT BOŞLUK BARINDIRMAZ” DEMİŞTİM...
Başta hayat boşluk kaldırmaz demiştim. Konuyu bağlayayım:
İnsan akıllı olmadığı zaman ne olur? Akılsızlık ve ahmaklığI tercih etmediği
zaman ne olur. Mesela birinin yokluğunda hangisi yerini doldurur. Veya birinin
varlığı ile hangisi gider veya ortadan kaybolur?
Buraya kadar hayatında Allah'a yer vermeyenlere sorular
sordum. Şimdi de egemenlik ve fetihçiliği hakikatin önüne geçiren ama buna
rağmen şkatind sırdinsel argümanlar ve değerler üzerinden dünyayı, hayatı,
toplumları, ülkeleri, siyaseti, devletleri ve insanları dizayn etmeye
çalışanlara sormak istiyorum:
Hayatın, yani her şeyin sahibi ve maliki olan YARATICI
iradeyi ne kadar biliyor ve tanıyorsunuz?
Yaratıcı İrade veya Allah; özgür akıl, halis niyetle
yaptığınız szorgulamalar s ve cesaretle sorgulamanı sonucu derinlemesine idrak
ettiğiniz bir güç ve irade mi? Yoksa kerameti kendilerinden menkul olan kişi,
toplum, gavs, müceddit, kutup, grup, cemaat, tarikat, mezhep ve meşreplerin
tanımladığı bir irade veya Allah mı?
Bu irade veya Allah; herkesin kendi kafasına, ve zevkine
veya tercihine göre şekillenen bir sevgi ve saygıyla mı kabul görüyor, yoksa
sadece O'onun istediği şekil ve formata göre mi
kabul görüyor?
Bu iradeyi veya Allah'ı; herkesin kafasına göre sevip kabul
etmesi doğru mu? Doğru ise bunun yansımasını neden göremiyoruz? Değilse,
doğrusu nedir? Doğrusunu bulmak için ne yapmak gerekir?
Bu muhteşem iradenin, kendisini sevmemizi istediği şekil,
format ve kural nedir? Biz O'nu ne şekilde seversek O bizden hoşnut kalır, razı
olur? Mesela, O'nun sevdiklerine zulmeden, üzen, gazaplandıran, hatta
öldürenleri seversek;, hatta onlara kör kütük aşık olursak, kendisini bu
şekilde O'na olan bu durumda bizim
kendisine karşı olan sevmemizi kabul eder mi?
Hayatımızda O'nun sevdiği ve sevmemizi istediği kişiler var
mı? Eğer varsa, O'nunla hiçbir ilgisi ve alakası olmayan kişi ve figürlerin
toplumda O'nun adından daha fazla anılıyor olmasını neyle izah etmek gerekir?
"Sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, kadınlar
günü vs..." gibi günlerde adları ezberlenen ve belleklere kazınan
kişilerin isimleri nedir? Bunların Allah'a yakınlık dereceleri nedir?
Eğer yakınlık dereceleri yüksekse, o zaman Allah'ın ismi
neden onların isminden daha az anılmaktadır? Onların adı anılırken oluşan
özgüven ve yüksek cesaret, neden Allah'ın adı anılırken oluşmuyor. Hatta
Allah'ın ismi söz konusu olduğunda insanlar yüksek düzeyde kompleks yaşıyor ve
adata vebalı görmüşçesine köşe bucak kaçıyor?
Yoksa olmayan bir şeyi varmış gibi gösterip kendimizi mi
kandırıyoruz? Eğer kendimizi kandırıyorsak, kendimizi kandırıyor olmamız, bu
muhteşem iradeyi de kandırabileceğimiz anlamına mı geliyor?
Allah'ın sevdiklerini sevmeden, sevmediklerini de severek
Allah'ı sevmek mümkünmüdür? Allah'ın sevdiği ve sevmemizi istediği kişilerin
hayatımızda olmaması, sevmediklerinin hayatımızda olması bizi nasıl etkiler?
ALLAH'I SEVMENİN KURALLARI ÜZERİNE
İsteyen herkes, Allah'ı sadece O'nun istediği şekilde sevip
O'na meyledebilir. O'nun nasıl sevilmesi ve meyledilmesi gerektiğiyle ilgili
olarak bilgi ve bilinç sahibi olabilir. Bunda hiçbir sıkıntı olmadığı, özgür
akıl sahibi tüm insanlar tarafından bilinen bir gerçektir.
Çünkü bu insanlar, her yıl geleneksek olarak ve kesintisiz
bir şekilde, Allah'ın sevmemizi ve peşlerinden gitmemizi emir buyurduğu Hazreti
Muhammet (saa) doğum gününü bir hafta süreyle "vahdet haftası" olarak
kutlamaktadır.
Çünkü bu insanlar, Allah tarafından sevmemiz ve peşlerinden
gitmemiz istenen Hazreti Ali'nin (sa) doğum gününü "babalar günü"
olarak kutlamaktadır.
Çünkü bu insanlar, yaratıcı irade tarafından sevmemiz ve
peşlerinden gitmemiz istenen Hazreti Fatıma'nın (sa) doğum gününü "dünya
Müslüman kadınlar günü" olarak kutlamaktadır.
Çünkü bu insanlar, yaratıcı irade tarafından sevmemiz ve
peşlerinden gitmemiz istenen zatların tamamının hem doğum hem evlilik yıl
dönümlerini kutlamakta, hem de vefat yıl dönümlerini yad etmektedir.
Ve bu insanların gündeminde ne kapitalist sistemin sömürü
çarkı, ne de seküler, materyalist,
modernist yaşam tarzının hastalıklı halleri mevcuttur.
Her yıl şaşalı bir şekilde kutlanan sömürü ve ahlaksızlaştırma çarkının içine
çekilerek Allah'tan uzaklaştırılan birey ve toplumlar, hassaten islam
toplumları, özellikle de ülkemizde bahis konusu değerli şahsiyetlerin doğum,
evlilik ve vefat yıl dönümlerinden ne kadar haberdar? Bu özel günlerde neler
yapılıyor?
Sahi bilen var mı neler yapılıyor? Toplumun ve egemen
geleneğin ötekileştirdikleri hariç, kimsenin gündeminde olmadığı bilinen bir
gerçektir.
Bu nedenle, yüce şahsiyetlerin özel günleri,
"sevgililer günü" kadar bile değer ifade etmiyor.
Bırakınız ne zaman doğdukları, evlendikleri ve vefat
ettikleri konusunu, bu yüce şahsiyetlerin isimlerinin ifade ettiği anlamın
farkında olan, hatta isimlerini bilen kaç kışı var?
Ez cümle:
Bir şeylerden veya başkalarından şikayet etmeden önce
kendimizi sığaya / hesaba çekmesini bilmeliyiz. Ki, "Ey iman edenler, iman
ediniz" ayetinin ne anlama geldiğinin, muhataplarının kimler olduğunu fark
edebilelim. Ki, kafamıza göre Allah'ı sevmenin ve O'na tabi olmanın mümkün
olmadığının idrakine varabilelim.
Habil Aydın / Rasthaber