"14 Şubat Sevgililer Günü"nün Ardından...

GİRİŞ: 17.02.2022 17:59      GÜNCELLEME: 17.02.2022 17:59
Rasthaber -  Facebook hesabından "Kızacaksanız okuduktan sonra kızın lütfen" başlıklı bir yazı kaleme alan Abdulkadir Türk'ün yazısı ilgimi çekti. Özellikle de başlığı... Hatta  içeriğinden ziyade başlığının ilham perilerimi harekete geçirip, bu yazıyı kaleme almam konusunda beni motive ettiğini söyleyebilirim.  

Ağabeyimin aile hesabından paylaşması sonucu haberdar olduğum yazının başlığı bile içine düştüğümüz dehşet bataklığının ne kadar vahim, hatta ne kadar lanetlik bir bataklık olduğunu ortaya koymaktadır aslında.

Demek ki yazar, fikirlerinin toplumdaki karşılığının ne alacağının farkında. Ki, tüm cesaretini toplayıp meydan okurcasına kalemine, yüreğinin samimiyetine ve Allah'a sığınarak yazmış hissettiklerini...  

"Sevgililer, anneler, babalar, kadınlar günü" ve benzeri günlerin arka planını ortaya koyan Facebook yazarı Abdulkadir Türk'e ve yazıdan beni haberdar eden ağabeyime teşekkür ederim.

Önemli bir gerçeği kaleme almış. Ancak bu tür konulara benim de temelden bir itirazım var. Biraz uzun olacak ama sabırla okuyan ve ilgi duyanlara meramımı anlatmak istiyorum.

Şöyle ki; Hayat boşluk barındırmaz. Hayatın hiçbir alanında boşluk ve hiçlik yoktur. Her şeyin temellendiği ve inşa olduğu bir nokta vardır. Ama iyi ama kötü, ama sonucu faydalı ama zararlı ama mutlaka vardır.

Yokluğun kendisi yokluktur. Varlığın içinde yokluk diye bir şey yoktur. Yani boşluk yoktur. Mutlaka boşalan yer dolar, dolan yere ise başka bir şey girmez. 

Soru şu: hayatımızdan veya bizi oluşturan ya da bizi biz yapan şeylerden ne kadar uzaklaştık? Hayatımızda olması gereken neleri yok saydık, neleri hayatımızda olmaması gereken neleri hayatımıza soktuk ya da çıkardık veya çıkmasına göz yumduk? Hayatımızdan çıkardıklarımızın yerine neler girdi veya girmesine ses çıkarmadık ya da göz yumduk? 

Bu sorulara paralel olarak cevabını bulunması gerektiğini düşündüğüm gereken sorular  şunlardır:

Sonsuz olan evren bizim için ne anlam ifade eder veya nasıl bir anlam ifade etmesi gerekir? Yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda her insan, genel bir ifadeyle her canlının; canlıları oluşturan her hücrenin mikro ölçekli bir evren olduğunu ortaya çıkarmıştır. Hem evrenin içinde olmak hem de içimizde bir evren barındırmak nasıl mümkün olabiliyor?

Ucu bucağı olmayan kainatın veya evrenin içinde noktanın trilyonda biri kadar bile nokta değiliz ama buna rağmen içimizde bir evren veya kainat barındırıyoruz. Bu gerçeğin farkında mıyız veya ne kadar farkındayız? Peki bu gerçeğin farkında olmuyor oluşumuzun bizi ne hale getirdiğinin farkında mıyız? n

ALLAH'I NE KADAR İDRAK EDİYORUZ?

Bu şaheseri var eden veya yaratan kimdir, nedir, bizim için ne anlam ifade eder veya etmesi gerekir?

Bu muhteşem şaheseri kusursuz bir şekilde yaratan güç, irade, yaratıcı ve yaratıcıya ait hakikatin künhünü / tamamını ne kadar biliyoruz, tanıyoruz veya böyle bir gerçeğin ne kadar farkındayız?

Tüm varlık aleminin / kainatın veya her şeyin varlığını borçlu olduğu, doğal olarak bizim de her şeyimizi borçlu olduğumuz bu muhteşem irade;, yarattığı var ettiği her şeyden, yaratık muazzam bir şekilde donattığına karşılık  ne talep ediyor veya ne istiyor?

Bu iradenin, varlık alemi içindeki istek ve talepleri ne oranda karşılanıyor veya karşılanıyor mu? Ya da bu istek ve talebi karşılamayan bir canlı türü var mı? Varsa nedir veya kimdir?

Her gün zamanında doğan güneş, bir gün görev ihlali veya ihmali yapsa ne olur? Ya da hiç doğmasa veya hiç batmasa ne olur? Bu durumda dHiç düşündünüz mü? Doğabilecek kaos ve felaketin boyutlarını tahayyül etmemiz ne kadar mümkün olabilirin üzerine hiç kafa yoranlarınız oldu mu?

Her şeyi kusursuz bir şekilde var eden veya yaratan irade; bizi de kusursuz bir şekilde yarattığına, yaratırken bize danışmadığına, fikrimizi sormadığına, adeta emrivaki yaparcasına "ol" deyip oldurduğuna göre, bunu yaparken neyi amaçlamış ve hedeflemiş olabilir?

Hiçbir amaç ve hedef olmadan var etmiş olabilir mi, yoksa bir amaca binaen mi var etti? Var ederken sormayan, yaşatırken tüm ihtiyaçlarımızı karşılayan, sonsuz bir yaşama iradeyi de bize ve hiçbir canlıya vermeyen, canımızı alırken bize sormadan alan yaratıcı ifade veya Allahyaratıcı İrade, bunların hepsini bir can sıkıntısının sonucu olarak veya  fantezi olsun diye mi yaptı?

Bu soruları neden mi soruyorum?

Nedeni açık ve net; Biz neyiz, kimiz, ne olmamız ve ne yapmamız gerekir? Kşme aitiz, ait olduğumuza karşı yükümlülüklerimiz var mıdır, varsa nelerdir? sorularına cevap bulmak için soruyorum. Tersten bakıldığında ise, olmamız gereken hangi halin karşıtı olduğumuzu, bu karşıtlık üzearinden ise nasıl bir mahkukat olduğumuzu izaha çalışmak için de soruyorum aynı zamanda.

Hakeza yaratılış veya var oluş tasavvurumuzda bir eksiklik veya sorun var. Bu eksiklik ve sorun her şeyimizi etkiliyor, etkilemekle kalmayıp ağır bedeller ödetiyor da ondan soruyorum.

Bize şah damarımızdan daha yakın olan; varlığını ve gücünü her şekilde bilip hissedebilmemize imkan veren Allah hakkında olabildiğince cahil, bilgisiz ve bilinçsiz; olabildiğince vurdumduymaz ve lakayt, olabildiğince nankör ve inkarcı halimizi hangi sorular veya sorgulamalarla ortaya çıkarıp açık edebiliriz'in üzerine kafa yoruyorum bir de...

SORULARLA ANLAMAK

Ve sormaya devam ediyorum:

Adını bile anmamızı istemeyen hakikat düşmanlarının kurduğu egemenlik ve sulta ile; önce algı dünyamızın ve bilincimizin, sonra da tüm hayatımızın iğfal edilmesi ve yaratıcı irade ile bağlarımızın koparılması veya zayıflatılması sonucu, adını anmaktan veya aynı karede görünmekten imtina ettiğimiz ve her şeyimizi borçlu olduğumuz Allah'a karşı bir meylimiz oldu mu? Oldu ise, bu meylimizin hayatımızda yaptığı etki ve değişim nedir?

Eğer "Allah'a bir meylimiz oldu” diyorsak, bu iradeyi andıran her şeyden “bir vebalı görmüş gibi” uzaklaşmamızın, adını anmaktan bile imtina etmemizin, aynı karede görünmemek için kırk takla atmamızın sebebi ne olabilir acaba?

Eğer bu muhteşem iradeye karşı bir meylimizin olmadığının farkında isek, bunu da bilerek ve isteyerek yapıyorsak, bilerek isteyerek sırt çevirdiğimiz Allah'ın verdiği nimetlerle, aynı zamanda onun mekanında hayatımızı ikame edebiliyor olmayı nasıl izah edebiliriz? Ayrıca iyi halimizde O'na kafa tutup sadece sıkıştığımızda veya ölüm anında O'na sığınmak zorunda kalma halimizi hangi kelimeyle tanımlayabiliriz?

Hem kendini var eden hem de nimetlerle donatan bir iradeye karşı yapılan bu vurdumduymazlık AKILLI olmak mıdır, AKILSIZ ve AHMAK olmak mıdır?

Akıllı olmakla, akılsız / ahmak olmak arasındaki fark nedir? Akıllı olmak ne demek, akılsız ve ahmak olmak ne demektir?

“HAYAT BOŞLUK BARINDIRMAZ” DEMİŞTİM...

Başta hayat boşluk kaldırmaz demiştim. Konuyu bağlayayım: İnsan akıllı olmadığı zaman ne olur? Akılsızlık ve ahmaklığI tercih etmediği zaman ne olur. Mesela birinin yokluğunda hangisi yerini doldurur. Veya birinin varlığı ile hangisi gider veya ortadan kaybolur?

Buraya kadar hayatında Allah'a yer vermeyenlere sorular sordum. Şimdi de egemenlik ve fetihçiliği hakikatin önüne geçiren ama buna rağmen şkatind sırdinsel argümanlar ve değerler üzerinden dünyayı, hayatı, toplumları, ülkeleri, siyaseti, devletleri ve insanları dizayn etmeye çalışanlara sormak istiyorum:

Hayatın, yani her şeyin sahibi ve maliki olan YARATICI iradeyi ne kadar biliyor ve tanıyorsunuz?

Yaratıcı İrade veya Allah; özgür akıl, halis niyetle yaptığınız szorgulamalar s ve cesaretle sorgulamanı sonucu derinlemesine idrak ettiğiniz bir güç ve irade mi? Yoksa kerameti kendilerinden menkul olan kişi, toplum, gavs, müceddit, kutup, grup, cemaat, tarikat, mezhep ve meşreplerin tanımladığı bir irade veya Allah mı?

Bu irade veya Allah; herkesin kendi kafasına, ve zevkine veya tercihine göre şekillenen bir sevgi ve saygıyla mı kabul görüyor, yoksa sadece O'onun istediği şekil ve formata göre mi  kabul görüyor?

Bu iradeyi veya Allah'ı; herkesin kafasına göre sevip kabul etmesi doğru mu? Doğru ise bunun yansımasını neden göremiyoruz? Değilse, doğrusu nedir? Doğrusunu bulmak için ne yapmak gerekir?

Bu muhteşem iradenin, kendisini sevmemizi istediği şekil, format ve kural nedir? Biz O'nu ne şekilde seversek O bizden hoşnut kalır, razı olur? Mesela, O'nun sevdiklerine zulmeden, üzen, gazaplandıran, hatta öldürenleri seversek;, hatta onlara kör kütük aşık olursak, kendisini bu şekilde O'na olan  bu durumda bizim kendisine karşı olan sevmemizi kabul eder mi?

Hayatımızda O'nun sevdiği ve sevmemizi istediği kişiler var mı? Eğer varsa, O'nunla hiçbir ilgisi ve alakası olmayan kişi ve figürlerin toplumda O'nun adından daha fazla anılıyor olmasını neyle izah etmek gerekir?

"Sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, kadınlar günü vs..." gibi günlerde adları ezberlenen ve belleklere kazınan kişilerin isimleri nedir? Bunların Allah'a yakınlık  dereceleri nedir?

Eğer yakınlık dereceleri yüksekse, o zaman Allah'ın ismi neden onların isminden daha az anılmaktadır? Onların adı anılırken oluşan özgüven ve yüksek cesaret, neden Allah'ın adı anılırken oluşmuyor. Hatta Allah'ın ismi söz konusu olduğunda insanlar yüksek düzeyde kompleks yaşıyor ve adata vebalı görmüşçesine köşe bucak kaçıyor?

Yoksa olmayan bir şeyi varmış gibi gösterip kendimizi mi kandırıyoruz? Eğer kendimizi kandırıyorsak, kendimizi kandırıyor olmamız, bu muhteşem iradeyi de kandırabileceğimiz anlamına mı geliyor?

Allah'ın sevdiklerini sevmeden, sevmediklerini de severek Allah'ı sevmek mümkünmüdür? Allah'ın sevdiği ve sevmemizi istediği kişilerin hayatımızda olmaması, sevmediklerinin hayatımızda olması bizi nasıl etkiler?

ALLAH'I SEVMENİN KURALLARI ÜZERİNE

İsteyen herkes, Allah'ı sadece O'nun istediği şekilde sevip O'na meyledebilir. O'nun nasıl sevilmesi ve meyledilmesi gerektiğiyle ilgili olarak bilgi ve bilinç sahibi olabilir. Bunda hiçbir sıkıntı olmadığı, özgür akıl sahibi tüm insanlar tarafından bilinen bir gerçektir.

Çünkü bu insanlar, her yıl geleneksek olarak ve kesintisiz bir şekilde, Allah'ın sevmemizi ve peşlerinden gitmemizi emir buyurduğu Hazreti Muhammet (saa) doğum gününü bir hafta süreyle "vahdet haftası" olarak kutlamaktadır.

Çünkü bu insanlar, Allah tarafından sevmemiz ve peşlerinden gitmemiz istenen Hazreti Ali'nin (sa) doğum gününü "babalar günü" olarak kutlamaktadır.

Çünkü bu insanlar, yaratıcı irade tarafından sevmemiz ve peşlerinden gitmemiz istenen Hazreti Fatıma'nın (sa) doğum gününü "dünya Müslüman kadınlar günü" olarak kutlamaktadır.

Çünkü bu insanlar, yaratıcı irade tarafından sevmemiz ve peşlerinden gitmemiz istenen zatların tamamının hem doğum hem evlilik yıl dönümlerini kutlamakta, hem de vefat yıl dönümlerini yad etmektedir.

Ve bu insanların gündeminde ne kapitalist sistemin sömürü çarkı, ne de  seküler, materyalist, modernist yaşam tarzının hastalıklı halleri mevcuttur.

Her yıl şaşalı bir şekilde kutlanan  sömürü ve ahlaksızlaştırma çarkının içine çekilerek Allah'tan uzaklaştırılan birey ve toplumlar, hassaten islam toplumları, özellikle de ülkemizde bahis konusu değerli şahsiyetlerin doğum, evlilik ve vefat yıl dönümlerinden ne kadar haberdar? Bu özel günlerde neler yapılıyor?

Sahi bilen var mı neler yapılıyor? Toplumun ve egemen geleneğin ötekileştirdikleri hariç, kimsenin gündeminde olmadığı bilinen bir gerçektir.

Bu nedenle, yüce şahsiyetlerin özel günleri, "sevgililer günü" kadar bile değer ifade etmiyor.

Bırakınız ne zaman doğdukları, evlendikleri ve vefat ettikleri konusunu, bu yüce şahsiyetlerin isimlerinin ifade ettiği anlamın farkında olan, hatta isimlerini bilen kaç kışı var?

Ez cümle:

Bir şeylerden veya başkalarından şikayet etmeden önce kendimizi sığaya / hesaba çekmesini bilmeliyiz. Ki, "Ey iman edenler, iman ediniz" ayetinin ne anlama geldiğinin, muhataplarının kimler olduğunu fark edebilelim. Ki, kafamıza göre Allah'ı sevmenin ve O'na tabi olmanın mümkün olmadığının idrakine varabilelim.

Habil Aydın / Rasthaber

 

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM