Ancak bölge ülkeleri mevcut ortak tehlikeyi doğru anlayıp
buna uygun hareket ederlerse hem temel ve sonuçları ağır olan bir sorunu aşmış
olacaklar hem de dış çevreyle ilişkileri daha rasyonel hale gelecektir. Cahil
ve kibirli ABD Başkanı Ürdün Kralı ile yaptığı son görüşmede, bir muhabirin
Filistinlilerin yerinden edilmesinin başarıya ulaşacağından neden emin olduğuna
ilişkin sorusuna “Güç “yanıtını verdi. Dolayısıyla sadece Filistin'e değil,
bölgedeki tüm ülkelere karşı başlatılan fitneyi etkisiz hale getirmenin ancak
güç göstermekle mümkün olacağı açıktır. Bölge ülkeleri güçlü bir coğrafyada yer
alıyor ve ABD'yi bu çatışmada geri çekilmeye zorlayabilirler. Herkes bölgenin,
üyelerinin ortak çıkarları doğrultusunda yönetilmesini sağlamak için Trump’ın
kendi yerinde oturması gerektiğini bilmelidir.
Trump, “Önce Amerika” sloganıyla iktidara geldiğinden ve bu sloganı kısa
sürede gerçekleştirebileceğini düşündüğünden dolayı herkesle çatışma
politikasını benimsemiş ve ülkenin çevresini, yani Kuzey ve Güney Amerika'yı da
bu çemberin içine dâhil etmiş, böylece onu yenmek daha kolay hale gelmiştir. Dolayısıyla
bölge ülkelerinin Trump'ın abartılı söylemleri karşısında sinmemesi,
kendilerini zayıf ve güçsüz hissetmemesi gerekiyor.
Amerika'nın bölgedeki mevcut tehditleri ve onun kötü sonuçları,
Amerika ve İsrail rejimine karşı kurulan siperlerin zayıfladığı her dönemde, direnişte
yer alsın veya almasın, bölgedeki tüm ülkelerin tehdit altında olduğunu
göstermektedir.(Tıpkı Suriye’de yaşandığı gibi)
ABD ordusu Irak'ı işgal ettiğinde, dönemin ABD Başkanı
George Bush, “Bu bizim Haçlı Seferleri'ne dönüşümüz ve bu seferlerdeki
zaferimizdi” demişti. Dolayısıyla böyle bir ortamda İran'ın, Suudi
Arabistan'ın, Türkiye'nin ve bu coğrafyanın diğer bölgelerinin hiçbir farkı
yoktur.
Bölge yeni bir baskı dalgasıyla karşı karşıyadır. Bu baskıya
savaşın yayılması sinyalleri de eşlik etmektedir, ancak acaba yeni savaşlar
çıkacak mı? Cevap evet ise bu savaşın boyutları nelerdir? Eğer hayır ise
savaşla bölgede ne gibi olaylar yaşanacaktır?
Şimdi Amerika'da herkesi tehdit ederek işe başlayan bir
hükümet iktidara geldi. İran’ı ilgilendirdiği kadarıyla, Trump'ın yönetici
muhtırası eski ve başarısız talep ve arzularla dolu. Bu muhtıraya göre, İran'ın
bu noktada nükleer faaliyetlerini durdurması ve ABD'nin bunu denetlemesine izin
vermesi, askeri faaliyetlerini ve konvansiyonel silah üretimini durdurması ve
sınırlaması, son yirmi-otuz yıldır ABD ve İsrail'in hegemonik ve işgalci
planlarına meydan okuyan bölgedeki direniş gruplarını ve hükümetleri
desteklememesi ve diğer taleplerden uzaklaşması gerekiyor ve bu da İran'ın
Amerika'ya yanıt vermesini sağlayacak tüm yetenek ve kapasitelerden uzaklaşması
demektir.
Bölge ülkeleri, dünya ve ABD, İran'ın Trump'ın tehditlerini
görmezden gelebilecek kadar güce sahip olduğunu biliyor ancak gerçek şu ki
Trump'ın Amerika'sı tüm bölgeyi tehdit eden bir dizi eylemler düşünüyor ve eğer
bölge Trump'ın kışkırtmaları karşısında zafiyet gösterirse İran da dâhil
bölgedeki tüm ülkeler kayıplar yaşayacaktır. Şimdi ABD ve İsrail rejimi tarafından
Filistin'e yönelik ortaklaşa yeni bir tehdit oluşturuluyor ve bunun odak
noktası, Filistinlilerin Gazze ve Batı Şeria'dan göç ettirilmesidir ki,
sonuçları itibariyle Arap coğrafyası için bir tehdittir.
Elbette, direniş ruhlu Filistinlilerin göçe zorlanması planı
bir duvara çarpıyor ve hiçbir sonuca ulaşmayacaktır. Ancak eğer Arap
hükümetleri bu konuyu gündeme getirmede pasif kalırlarsa, Siyonist rejimin
istikrarını ve Arap meseleleri üzerindeki hâkimiyetini hedefleyen yeni konular
ortaya çıkacak ve bölgenin çehresini değişecektir ve bu, herkesin
bağımsızlığını baltalayan bir konudur.
ABD ile İsrail rejimi arasındaki mevcut ortak tehditlerden
biri de Suriye ve bu İslam ve Arap ülkesinin hassas ve önemli bölgeleridir ve
şu anda İsrail rejiminin kalıcı işgali altındadır. İsrail ordusu, yeni işgal
edilen Kuneytra ve Şam banliyölerinde kalıcı mevziler inşa etmekle meşguldür.
Arap ve İslam ülkelerinin gözü önünde Suriye'nin askeri altyapısının imha
edilmesi, İsrail rejiminin bölgedeki tüm Arap ve İslam ülkelerine egemen olma
yolundaki ciddi çabasının bir göstergesidir.
ABD ile gaspçı rejim arasındaki bir diğer ortak tehdit ise
Lübnan’dır. Suriye-Lübnan sınırının hassas kısımlarının son iki ayda İsrail
ordusu tarafından işgal edilmesinin yanı sıra, İsrail ordusunun Lübnan'ın
kuzeydeki Hayyam ve Marciyun bölgelerindeki hâkimiyetini sürdürme çabalarına
şahit oluyoruz. Eğer bu eylemle mücadele edilmezse, İsrail hükümeti Lübnan ve
Lübnan hükümeti üzerinde kalıcı bir kontrole sahip olacak ve dolayısıyla Arap
bölgesine yönelik baskıları artıracaktır.
Mevcut tehditler sadece direniş ekseniyle sınırlı değildir. Mısır,
Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye de ABD ve İsrail rejimi tarafından egemenlik
ve toprak tehdidiyle karşı karşıyadır. Donald Trump, Ürdün Kralı ile
görüşmesinde bölgede barışın sağlanması için Mısır ve Ürdün'ün topraklarının
bir kısmından vazgeçmesi gerektiğini vurguladı.
ABD Başkanı, Mısır ve Ürdün hükümetlerini korkutup, onların
onayını alabileceğini düşünüyor. Oysa eğer Filistin'e komşu olan bu iki Arap
ülkesi, ABD'nin topraklarının bir kısmını devretme planına boyun eğecek
olurlarsa, bir yandan iç krizler, diğer yandan da peş peşe tavizler koridoruna
girmiş olacaklardır. Trump talebinde ısrar ediyor ve kolay kolay pes edecek
gibi görünmüyor. Bu arada her şey Mısırlılara ve Ürdünlülere bağlı. Eğer onlar
büyük bir bedel ödemeden “hayır” pozisyonlarında kalırlarsa, uzun vadeli
tehlikeyi geride bırakmış olacaklar ve eğer zayıflık gösterirlerse sürekli
sorunlarla karşı karşıya kalacaklar. Mısır ve Ürdün, Trump'ın ilk döneminde
içeriği tamamen aynı olan ve bu iki ülkenin topraklarının bir kısmının
devredilmesini öngören “Yüzyılın Anlaşması” planını kabul etmemişti ve hiçbir
sorun yaşamadılar.
ABD’nin yeni hükümetinin ve Siyonist rejimin tehditlerinden
biri de Suudi Arabistan’dır. Trump, Suudi Arabistan'ın çok büyük olduğunu ve
ülkesinin bir kısmını verebileceğini açıkladı. Zaten İsrail hükümeti de Suudi
Arabistan'ın Amerika ve İsrail ile oyununda dürüst olmadığını ve bunun yıkıcı
bir oyun haline geldiğini düşünüyor. Dolayısıyla ABD hükümetine en yakın
hükümetlerin de mevcut fitneden muaf olmadığı açıktır. Bu aşamada Amerikalılar
sadece direniş cephesiyle değil, tüm bölgeyle karşı karşıya geliyor. Açık
gerçek şu ki, ABD ve İsrail rejimi son 25 yıldır direniş cephesini defalarca
sınadı ve her seferinde başarısız oldu. Bunlardan biri de 16 ay süren Gazze
savaşıydı ve onda da başarısız oldular. (Kanıtlar, savaşın önümüzdeki
günlerde yeniden başlayacağını gösteriyor)
ABD, gelişmeleri inceleyerek ve Batı Asya bölgesindeki gücünü
dakik bir şekilde değerlendirerek, daha genel bir plan izlemesi ve direniş
cephesiyle yeni bir hesaplaşma şekillendirmesi gerektiği sonucuna varmış gibi
görünüyor. ABD, “silahlı barış” ve “derin güvenlik” bahanesiyle bölgedeki bazı
kesimleri diğerleriyle çatıştırmaya çalışıyor.
Amerika yeni bir coğrafya çizerek, tüm bölgeyi bir meydan
okuma bölgesi haline getirip kendi sorunlarını çözmek istiyor. Filistinliler,
Suriyeliler, Lübnanlılar, Ürdünlüler, Mısırlılar, Suudiler, İranlılar vb.
bölgenin Amerika ile yaşadığı sorunu çözmek için güvenlik meselelerine ve siyasi
sorunlara müdahil olmalıdır.
“Önce Amerika” stratejisi, Amerika'nın süper güç dönemi sona
ermişken önümüzdeki on yılda süper güç statüsüne kavuşmasını hedefliyor. Trump,
çöken Amerika'nın gücünü yeniden sağlamaya gözünü dikmiş durumda ve uluslararası
gücün oluşumunda merkezi bir rol oynayan Batı Asya'ya egemen olmayı hedefliyor.
Bu fitne ortamına karşı bölgesel çözüm ilk olarak “Tek ses”
olmaktır. Amerika'daki mevcut durum şu anda öyle bir halde ki birlik sesi onu
geri püskürtmektedir. İkinci olarak direniş cephesinin otoritesini ve gücünü
göstermektir. Bugün hem bu birlik sesini hem de bu otoritenin işaretlerini görüyoruz.
Bunu güçlü bir şekilde sürdürmemiz gerekiyor.
Sadullah Zarei