Çocuklar, henüz okul çağında olmadıkları için o kağıtlarda
ne yazdığını okuyamıyor. Ama hepsi ölümün ne demek olduğunu iyi biliyor.
Bizler çocuklarımıza anaokulu müsamerelerinde bile ölümü
göstermezken, bizler yavrularımızı -bırakın ölümü- ölüm düşüncesinden bile
sakınırken…
Gazze’nin daha yeni yürümeye başlamış bebekleri, geceleri
ölümle uyuyup sabahları ölümle uyanıyor.
Gazzeli anneler, babalar bizlerin dert ettiği şeylerin pek
çoğundan habersizler. Çünkü onların gerçek ve kesin bir derdi var: “Ne yapsak
da çocuk yarın ölmese? Ne yapsak da yavrumuzu koruyabilsek? Ne yapsak da
fazladan bir gün daha onu sağ salim görebilsek? Ne yapsak da yavrumuzun
parçalamış, buz kesmiş bedenine sarılıp ağlamak zorunda kalmasak?” Gazzeli
çocuğun nasıl bir ümidi var acaba hayattan? Sorsak birine mesela, “büyüyünce ne
olacaksın” diye, ne cevap verir acaba? Çocuk bu, her durumda bir hayal
kuruyordur mutlaka. Gazzeli çocuk, yüksek ihtimal, bir gün sonrayı
görebilmenin, bir gece aç uyumamanın, anasını babasını kaybetmemenin hayali
kuruyor.
Biraz sıkıştırsak, “hadi ama güzel günler gelecek sen de
başka bir şey hayal et, doktor ol, öğretmen ol, at yarışçısı veya hemşire ol”
desek… Gülümser mi, aklına bir şey gelir mi? Yoksa sadece basitçe yüzümüze mi
tükürür dersiniz? Bizde kelimeler bitti.
Bizde nefes bitti. Bizde takat bitti. Her gün bu zulmü, bu
soysuzluğu görmekten insanlığımızdan utanır olduk. Acı öyle yayıldı ki dünyaya,
şimdi milyarlarca çaresiz, zavallı ruh halinde geziniyoruz yeryüzünde…
Ne güzel değil mi? Dünyada bu acıyı tam kalbinde hisseden ne
çok insan var…. Ama kalp yetmiyor işte. Çünkü bizim ürkek yüreklerimizden,
bizim çırılçıplak ağlayan kalplerimizden önce gelen şeyler var…
Kalplerimizden önce bankerlerin, tefecilerin, tüccarların,
siyasetçilerin hatırı var….
Onların kapılarına bağladıkları gazetecilerin, aklını kiraya
vermiş bilim insanlarının, sivilcesine ağlayan şarkıcıların, b.kunda boncuk
arayan sanatçıların hatırı var….
Silah tüccarlarının, kabadayıların, mafya kulamparalarının,
ayyaşların, pezevenklerin ve fahişlerin hatırı var….
Hepsinin hepsinin hatırı var da bir tek Gazze’de ölen
çocuğun hatırı yok!
İşte onun için bizim şu acıdan taş kesmiş, kanamaktan
paçavraya dönmüş kalplerimiz hiçbir işe yaramıyor.
Çocuklar ölüyor, biz ağlıyoruz…. Allah’a sığınıyoruz çünkü
sığınacak hiçbir kapı yok.
Peki yarın ilahi mahkemeye çıktığımızda da böyle rahatça
anlatabilecek miyiz? “Zaten elimden bir şey gelmiyordu, üzüldüm, ağladım işte”
deyip geçebilecek miyiz?
Hiç sanmıyorum. Çünkü kendi vicdanı tarafından mahkum edilen
bir insanı hiçbir mahkeme affedemez. Biz artık kendi vicdanlarımızın
mahkumuyuz. Önce bu mahkumiyetten kurtulabilirsek, belki ilahi mahkemeye de
yüzümüz ak çıkabiliriz. Bunun için daha fazlasını haykırmak, dünyayı
yönetenlerden daha fazlasını istemek ve daha fazlasını yapmak zorundayız. Çok
daha fazlasını…