Mevcut tablonun doğru değerlendirilmesi, potansiyelin ortaya konması ve böylece gelişmenin yönünün anlaşılabilmesi için geçmiş ezberlerin terk edilmesi zorunlu. Ne yazık ki Türkiye’de her meşrepten siyaset erbabının en önemli zaaflarından biri, mevcut durumu önyargısız değerlendirmek yerine basmakalıp fikirlere dayanan bir yüzeysellikle ele alma alışkanlığı. Birçok konuda, ideolojik ve siyasi olarak ayrı kutuplarda yer alan kesimler bu ezberler yüzünden aynı noktada buluşuyor. Buna en çarpıcı örneklerden biri, gelişmeleri İslamcı cenahtan mezhepçi gözlük ile ele alanlar ile Batıcı modernist pencereden dünyaya bakanların İran karşıtlığında buluşması. Bu iki uçtakilerin yanı sıra milliyetçilik adına siyaset yürüten bazı kesimlerin de diğerleriyle aynı yere sürüklendiği görülüyor. Kısacası mezhepçi ve sahte milliyetçi gözlük ile “modernist” gözlüğün üretim merkezi aynıdır. Gözlüğün sahibi, dünyanın kendi istediği gibi görülmesi için tasarlamıştır.
Hem İslam ülkelerinin içinde ve hem de bu ülkeler arasında nifak yaratmak için, emperyalistlerin en fazla kullandıkları konuların başında mezhep farklılıklarının geldiği biliniyor. İran-Suudi Arabistan ve İran-Türkiye ilişkilerinde de bu mezhep farklarının öne çıkarıldığı, kışkırtıldığı bir süreç yaşandı. Graham Fuller gibi CIA’nın “Ilımlı İslam” teorisyenleri İslam ülkeleri arasında mezhep çatışmaları için yıllar boyunca çalışmalar yürüttü. ABD’nin Irak işgalinden sonra mezhep eksenli olarak gösterilen çatışmalarda binlerce insan hayatını kaybetti.
Fakat bugün geldiğimiz noktada, Hamas ve Hizbullah arasında olduğu gibi, emperyalizme ve siyonizme karşı savaşan güçler arasında mezhepsel ayrımın ortadan kalktığı görülüyor. Bu durum, Batı merkezlerinde alarm zilleri çaldırıyor. Bristol Üniversitesi’nden İslam konusunda uzman akademisyen, “Halife ve İmam: Sünnilik ve Şiiliğin Oluşumu” adlı kitabın yazarı Toby Matthiesen, Foreign Afairs’te “Gazze Ortadoğu’yu Nasıl Yeniden Birleştirdi?” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“İsrail’in Gazze’ye saldırısı, İsrail ile normalleşmeye ezici bir çoğunlukla karşı çıkan Sünni Arap halklarını ve İran’ın direniş güçlerinin çekirdeğini oluşturan militan Şii grupları kapsayan pan-İslami bir cepheyi uyandırdı. ABD ve ortakları için bu gelişme, Iraklı milisleri ve Husileri hedefleyen saldırılarla karşı koymanın çok ötesine geçen stratejik bir zorluk teşkil ediyor. Gazze’deki savaş, uzun süredir bölünmüş bir bölgeyi bir araya getirerek, ABD’nin etkisini daha da zayıflatmakla tehdit ediyor ve bu durum uzun vadede çok sayıda ABD askeri misyonunu savunulamaz hale getirebilir” (Foreign Affairs, 9 Şubat 2024).
Daha beş yıl öncesine kadar kanlı bıçaklı olan İran ile Suudi Arabistan gibi devletlerin arasındaki buzların çözüldüğü bir sürecin başlaması, Suriye’nin Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini normalleştirerek Arap Birliği’ne dönmesi gibi etkenler 7 Ekim öncesinde ortaya çıkmıştı. 7 Ekim sonrasında ABD’nin bölgede ağırlığını artırdığı bir tablonun ortaya çıktığı doğru. Fakat bu durum, bölge devletlerinin ABD’den uzaklaşması yönündeki eğilimi zayıflatmadı, tam tersine güçlendirdi. Batı Asya’daki devletlerin, son 10 yıldır giderek çok geniş alanları kapsayacak şekilde Rusya ve Çin ile ilişkilerini geliştirdiğini de unutmayalım.
Meselenin özü şudur: Emperyalizme karşı mücadele eden mezhepçilikten de uzaklaşır. Şimdi olan budur.
aydınlık