İlk Akıllı İnsanın Türk, Hz. Muhammed’in
nesebinin Türk'ten geldiğini, Akıllı Türk'ün konuştuğu dilin ilahi-matematiksel
sırlarla mücehhez (donatılmış) İnsanlığın dili olduğunu, ilk medeniyetleri
Türklerin inşa ettiğini ve buna benzer iddiaları vatanım Türkiye’de dinlemiş ve
okumuştuk. Bu iddiaları yıllar evvel harfiyen önce Suriye’de, ardından Irak’ta,
İran’da, Lübnan’da, Filistin’de, Mısır’da, Yunanistan’da ve İtalya’da duydum.
Tüm Arap Yarımadası'nı, Anadolu’yu, Mısır’ı da içine alan Bereketli
Hilal Coğrafyası ve Akdeniz-Ege-Karadeniz havzasında yer alan Yunan ve Roma
uygarlıklarının ilk Akıllı İnsanın anayurdu olması, yaratıcısını tanıması,
onunla ilişki içinde kalması ve yaşaması, ilk buğdayın burada üretilmesi,
yazının, alfabenin, ilmin, irfanın, taharetin, aile olmanın, sağlığın,
mimarinin ve ilklerin vatanı olması hasebiyle yukarıda zikrettiğimiz
milletlerin kendi medeniyetini ve dilini insanlığın ilk medeniyeti ve dili
olarak görmesi veya iddia etmesi bu sebeple anlaşılabilir bir husustur.
İLK AKILLI İNSANIN HİKAYESİ NEREDE BAŞLAR?
Ama ve lakin ilklerin de bir ilki vardır. İlk Akıllı İnsanın
hikâyesinin bir başlangıç noktası (çıkışı) ve genişleme süreci vardır. Ama ve
lakin bu hikâyenin en ilkel, en karanlık, mağara mahlûklarıyla dolu ve daha bin
sene öncesine kadar insan eti yiyen uzak Batı coğrafyasında başlamadığı
aşikardır. Ne Yunanistan’da ne de Roma’da da başlamadığı muhakkaktır. Zira bu
iki uygarlığın tarih sahnesine çıktıkları zaman diliminden binlerce yıl önce
inşa edilmiş muazzam şehirler vardı. Sömürge zihniyetiyle ve ona hizmet
amacıyla yapılmamış Batı'nın tüm bilimsel çalışmaları, bu iki coğrafyada zuhur
eden medeniyetlerin dışarıdan geldiklerini, ithal olduğunu açıkça beyan
etmektedir.
Bu hikâyenin Orta Asya’da, Hindistan’da, Çin’de, Japonya’da,
ABD veya Güney Amerika’da da başlamadığı zira bu coğrafyalara ilklerin
dışarıdan geldiğini bilim arz etmiştir. İlk Akıllı İnsanın hikayesinin
Türkiye’nin Batı yakasında, Trakya’sında, Kuzeyinde, Karadeniz bölgesinde, Ege
havzasında, Marmara’da veya İstanbul’un iki yakasında da başlamadığı arkeolojik
eserlerle kanıtlanmıştır. Anadolu’nun merkez coğrafyası, Akdeniz kıyıları ile
doğusu, Şam (Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün) Irak, Umman, Yemen ve Nil Deltası
(Mısır) coğrafyasının ilk medeniyetlerin ana vatanı olduğunu tüm bilimsel
veriler kanıtlamaktadır. Bu önemli ilk kadim merkezlerin de bir merkezi yani
çıkış noktası var.
TARTIŞMAYI ALEVLENDİREN İKİ ANA HUSUS
Zaten bu konunun hararetle tartışılması ve ciddi kavgalara
sebebiyet vermesinin iki ana nedeni var. Bu sahada çalışmış Batılıların ciddi
bir sayısı İngiltere, Fransa, İspanya, Hollanda, İsveç, Almanya’nın ve yeni
sömürge Batı Yahudi zihniyetinin tamahlarına ve yalanlarına uygun bir iblisi
hikaye ürettiler. Güzel ve iyi olan her şeylerini borçlu oldukları ilk
merkezlere ve medeniyetlere ihanet ettiler. Tarihi habis amaçları için iğdiş
ettiler. Kavgayı ateşli hale getiren ikinci sebep bu ilk medeniyetin müdavimi
ve temsilci olduğumuzu ispatlamak. Eğer bilimsel çerçevede kalabilirsek bu
tartışmadan bir fayda çıkar. Kalamazsak bilimle değil dar milliyetçi saiklerle
uğraşmış oluruz.
İlk merkezlerin coğrafyasında yaşayan bizlerin ilk akıllı
insanın nesebinden geldiğimizi gösterebilecek güçlü kanıtlara sahip değiliz.
Ayrıca ilklerin yurdunda yaşamaktan, onların prensiplerinden çok uzaklaşmış
olsak da onur duyarız. Bu coğrafyanın milletleri ve belki de tek milletinin
paydaşları olarak nesebimizin asil ve ilk akıllı insanın zürriyetinden gelmiş
olma ihtimali bile bizi heyecanlandırmaktadır. Zira hiç kimse nesebini mesela
Kabil'e, Firavun'a, Ebu Leheb'e, Yezid'e bağlamak istemez. Ama soyunu-nesebini
gururla Âdem’e, Nuh’a, İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya, Muhammed’e, Ali’ye, Hasan’a,
Hüseyin’e isnat etmekten şeref duyar.
ATATÜRK'ÜN BAKIŞ AÇISI
Ve bir gün ilk medeniyetlerin kurucularının yani Sami,
Türki, Arabi, Farisi’nin akraba hatta aynı ırktan olabileceğini Mustafa
Kemal Atatürk’ten duyacağımı beklemiyordum; “Birileri, tarihte
bizim İran’la aramızda bir takım çekişmelerden bahseder. Hayır. Biz iki halk
akrabayız, kardeşiz. Irk olarak da akrabalığımız vardır. Hem geçmişimizde
beraberlikler var. Hem de geleceğimizi birlikte kuracağız.” Bu bir siyasi
nezaket konuşması değildir. Bu sözleri paylaştığı dönemin Şah Kralını tavlamak
için sarf edilmiş diplomatik ifadeler de değildir. Zira bu ifadeleri Arabi ve
Farisi halk dışındaki halklar için kullanmamıştır. Bu muhteşem bir tarihi tespittir.
Batının bu halkı Sami (Araplar, İbraniler, Mısırlılar) Ari (İran), Hint-Germen,
Hint-Avrupalı (Türkler, Kürtler, İranlılar) olarak taksim eden Batı'nın habis
sömürge tarih anlatımına vurulmuş nakavt yumruğudur.
Zira Mustafa Kemal, Türk, Sami, Fars, Aram, Kenan, Fenik,
Yuna (Yunan) Freg, Lidya, Hitti-Eti ve daha nice tüm bu isimlerin Hz. Adem, Şit
ve Nuh’un soy ve nesebinden geldiklerini ve akraba kavimler olduklarını bilecek
kadar kadim tarih bilgisine sahiptir. Tüm bu kavimlerin Âdem’in, Şit’in ve
Nuh’un konuştuğu dili kullandıklarını, merkezden uzaklaştıkça ve yabancı
kavimleri içine aldıkça bu dilin lehçelerde farklılıklar arz edeceğini bilir.
Bu lehçeleri farklı bir dil kökeni olarak sunmak, hele ki her dil-lehçe
topluluğundan ayrı bir millet, medeniyet ve tarih üretmek ancak iblisi ve habis
bir projenin çalışması olabilir.
ALMAN SANAYİSİ ÜRÜNÜ
Ari, Hint-Cermen (Germen), Hint-Avrupa terimleri Alman
sanayisidir. Alman dil bilimcilerin olmayan fabrikasyonudur. 19.yüzyıldan sonra
İngiltere ile girdiği uzak toprakları, petrolü ve Hindistan zenginliklerini
sömürme rekabetinde kullandığı bir araçtır. İngiltere bu amacına Mısır,
Kızıldeniz, Arabistan (Yemen ve Umman dahil) üzerinden Hindistan’a ulaşmak için
Sami ırkı propagandasını kullanırken, Almanya, Doğu Avrupa, Balkanlar, Anadolu,
Kafkasya ve İran üzerinden Hindistan’a ulaşmak için Ari dili ve halkı yemini
sunmuştur. İran (Arapçada İyran) isminden Aryan veya Ari terimini türettiler.
Bunu yaparken Farisi-İrani tarihini ‘merkez medeniyet’ olarak öne çıkardılar.
Ancak sebep oldukları büyük zarara ve bilime yaptıkları saygısızlığa rağmen bu
yalanda halen ısrar etmektedirler. Tashih edelim:
Kadim Suri, Assuri-Aşuri ve Arabi eserlerinde Faris (Fareş,
Bareş, Pers, Pars) ile İran aynı değildir. İran, Nuh Oğlu Sami’nin Oğludur.
Acem idi. Acem Arabice-Süryanice-Aramicede dilsiz-ahraz demektir. Faris süvari,
şaha kalkan, hızlıca öfkelenen, asabi, fevri demektir. El-Tabari tarihinde
Fares’in nesebi şöyle anlatılır: “Nuh Oğlu Lavz-Lavez Nuh Oğlu Yafes’in Kızı
Şabka ile nikah kıydı (nikah; cinsel birleşme). Bu birleşmeden Fares, Circan ve
birçok çocuk oldu. Fares ve evlatları bugünkü İran coğrafyasında boy verdi,
devlet kurdu.”
Fars-Pers devletinin dili Nuh’un ve oğulları Yafes, Sami ve
Aram’ın dilidir. Almanlar onlara ille de bir isim bulmak istiyorlarsa Yafesi
demeleri daha uygun olurdu. İran, Hint, Anadolu ve Yunanistan’da inşa edilen
tüm uygarlıkların resmi dili Aramice-Süryanice idi. Bugün halen İran’ın
kullandığı alfabe, Selçuklu, Osmanlı gibi Arapça alfabesidir.
Not: Gelecek yazıda ‘İlk Akıllı Medeni İnsan’ın
dili ve yazılı tarihinin şifrelerini sunacağız.
aydınlık