Demografik işgalin perde arkası

GİRİŞ: 13.05.2022 08:49      GÜNCELLEME: 13.05.2022 08:49

Rasthaber -  Bu işin arkasında iç cephenin çökertilmesi için uzun soluklu bir NATO operasyonu var.

Nasıl mı?

Anlatayım:

Yıl 1971…

12 Mart faşist darbesi ile Türkiye’de sağ-sol terörün önü açıldı.

1970’ler Türk gençlerinin bir birini öldürdüğü karanlık yıllar olarak tarihe geçti.

Bu işin arkasında NATO ve NATO’cular vardı.

Türkiye’nin sol yana kayması onları ürkütüyordu.

SSCB’nin diri olduğu bu yıllarda NATO için en büyük korku, Türkiye’de sosyalist bir iktidarın kurulmasıydı.

Milliyetçi kılıflı NATO tetikçileri, (devlet içinde ve dışında yer alan binlercesi) provokasyonlar cinayetler hatta katliamlar tertipledi.

Brzezinski’nin Yeşil Kuşak operasyonları da, dincileri bu olaylara eklemledi.

Ama onlar için daha kullanım sırası gelmemişti.

12 Eylül 1980’de Amerikancı Faşist Kenan Evren darbesi sağ-sol terörünü şiddetle bitirdi.

Bu kez sahneye Ermeni Asala ile Kürt ayrılıkçısı PKK çıktı.

Asala yurt dışında aktifti.

PKK ise Güneydoğu’da.

NATO’nun “bizim oğlanlar” dediği Evren cuntası, Diyarbakır Cezaevinde PKK üst kadrolarını “bok yedirerek” oluşturdu.

Amaç yine aynıydı.

Türkiye solunu, etnik yolla bitirmek.

Vatana aidiyet sorunu olmayan Kürtler eskiden ağırlıklı olarak CHP ve sola meyilli iken, artık kendi ayrılıkçı parti ve silahlı örgütlerini kuracaktı.

1984 itibarıyla Asala terör bayrağını ve pek çok elemanını PKK’ya devretti.

1993’te PKK o kadar güçlenmişti ki, Türk ordusu ile yer yer cephe savaşı verir hale gelmişti.

ABD ve hempaları onlara destek olmak ve iç cepheyi daha da bölmek için Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok gibi aydınları öldürtmeye başladı.

Tüm bu süreçler içinde Türkiye’deki müesses nizam içinde yer alan belirli isim ve kesimler, NATO için bu operasyonlarda canla başla çalıştı.

90’lar, aynı zamanda SSCB’nin çöküşüyle, ABD’nin “Yeni Amerikan Yüzyılı”nı ilan ettiği dönemdi.

Dünyanın süpergücü haline gelen Amerika, artık komünizm yerine yeni bir düşman bulmak zorundaydı.

Bu yeni düşman hedefteki Ortadoğu ve Batı Asya’ya uygun olacaktı.

Bu da İslamiyet idi.

Fakat bu düşmanlık öyle basitçe olmayacaktı.

Önce eskiden ekilen yeşil Kuşak tohumlarının ürünleri alınıp, “Ilımlı İslam” adıyla paketlenecek ve bunlar, yine Afganistan’da kurulan Selefi terör örgütlerine karşıymış gibi yapılacaktı.

1990’ların orta ve sonlarına Türkiye’de 28 Şubat olayı damgasını vurdu.

ABD destekli PKK terörüne karşı çıkan Türk ordusu, siyasetteki tarikat ve cemaat benzeri yapılara karşı harekete geçti.

Ama unutulan bir şey vardı ki, o da TSK’da NATO virüsü 1950’lerden beri her yeri sarmıştı.

Bir Amerikan vesayet örgütü olan NATO’ya, NATO’cularla karşı çıkılamazdı.

Kaldı ki 11 Eylül 2001 darbesiyle Bush cuntası Irak ve Afganistan’a saldırmayı planlamıştı.

Bunun için Türkiye’de rejim değişikliği gerekiyordu.

İşte o yüzden NATO’cu medya (Aydın Doğan ve Dinç Bilgin medyası ağırlıklı) ve NATO’cu asker-siyaset-iş dünyası işbirliğiyle 2002’de bir Amerikan projesi olan AKP iktidara getirildi.

Bu bir BOP operasyonuydu aynı zamanda.

Yani Bush-Cheney Neocon mafyasının Büyük Ortadoğu Projesi.

Dört ayağı vardı: Amerikancı FETÖ, Batıcı Liberaller, Milli Görüşçüler ve Kürtçüler.

Irak’ın işgaline (ünlü tezkere oylaması gibi yol kazaları olsa da) cevaz verildi.

Albay Ralph Peters’in ünlü BOP haritasını gerçekleştirmek için ne gerekirse yapıldı.

Açılım adı altında PKK neredeyse yasallaştırıldı.

Daha sonra sıra Suriye’deydi.

Önce sınırdaki mayınlar temizlendi.

Kimse bir şey anlamıyordu. Ottawa sözleşmesi filan dendi. İsrail söylentileri çıktı.

Ama asıl amaç başkaydı.

Suriye’de hiç bir savaş yokken, Angelina Jolie Türkiye’ye gelip, hazır edilen kampları gezdi.

Davutoğlu heyecanla gelecek sığınmacıları bekliyordu.

Ümmet edebiyatıyla (NATO eliyle katledilen) Libya’dan adamlar getirildi.

Afganistan’dan, Orta Asya’dan hatta Çin’in Uygur bölgesinden bile teröristler taşındı.

Ve Suriye’nin kuzeyinde müthiş bir demografik operasyon yapıldı.

Barzanistan’dan Akdeniz’e uzanacak bir Kürt koridoru ile büyük Kürdistan’a nefes borusu açılırken, Türkiye’nin başta koridora engel gibi duran Hatay bölgesi olmak üzere tüm güney illeri Araplaştırılacaktı.

Suriye’nin petrol zengini bölgeleri ABD yardımıyla Kürtleştirildi. Onlara 120 bin kişilik ordu kuruldu.

Türkiye’de ise hedef her zamanki gibi iç cephenin çökertilmesiydi.

Bu kez olay çok büyüktü.

3-4 milyonu bulan Suriyeli sığınmacılar, tüm büyükşehirleri sarmış, özellikle de ülkenin güneyinde bir Arap kuşağı oluşturmuştu.

Türkiye’nin, daha doğrusu AKP’nin facia boyutundaki Amerikancı Suriye siyaseti devlete ve ülkeye çok pahalıya mal olmuştu.

Somali ve Sudan ile kurulan İhvancı ilişkiler de ülkemize yine yüz binlerce kaçak göçmen olarak döndü.

Sonra sıra Afganistan ve Pakistan’a geldi.

ABD’nin 2020 sonrası Afganistan’da yenilgiyi kabul edip çekilme kararı alması ile Türkiye’nin başına bu kez Afgan-Pakistan göçmenleri sarılmaya başlandı.

Bunlar Suriyelilere göre daha farklıydı.

Suriyelilerin çoğu aileleri ile gelirken, Afgan ve Pakiler, genç erkekler olarak akın etti.

Bunun öncesinde de ilginç bir şey oldu.

2021 Haziran ayında Brüksel’de Biden – Erdoğan görüşmesi sonrası bu kez İran sınırındaki mayınların temizlenmesine hız verildi.

Aslında bu mayın temizleme hikayesi 2013’teki PKK açılımıyla ilgiliydi.

İktidara yakın Haber 7’nin 2013’teki haberine bir göz atalım:

“PKK’nın Türkiye’den çekilmesi tamamlanınca Hatay’dan Artvin’e kadar uzanan 2254 kilometrelik sınır hattındaki mayınlı arazilerin temizlenmesine başlanacak. Bulunan mayınlar, özel kuyularda imha edilecek. Sınır hattının temizlenmesiyle birlikte daha sonra özellikle terör bölgesi olan iç kısımlarda temizlik başlanacak. İlk aşamada 911 km’lik Suriye sınırında 650 bin mayın temizlenecek. Proje, NATO İkmal ve Bakım Teşkilatı (NAMSA) tarafından denetlenecek.”

Suriye sınırındaki temizliğin esasen 2008’de başladığını da vurgulayalım.

Milyonlarca Suriyeli veya Iraklı göçmen o sınırdan ellerini kollarını sallaya sallaya girmişti.

İran sınırındaki mayınlar da temizlenmeye başlanınca bu kez Afgan-Paki genç erkek orduları sınırımıza hücum etti.

2021 Brüksel’deki Biden-Erdoğan görüşmesi sonrası bu hızlandı.

Biden üstüne üstlük Afganistan’ın 7 milyar dolarına da el koyunca açlık başladı. Pakistan zaten iklim kurbanı, kıtlık var. Bütün bunlar da göçü artırdı.

Bugün Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın tabiriyle 9 milyon sığınmacıya bakıyoruz.

O sığınmacılar ise karımızın kızımızın videolarını çekiyor.

Bayram günleri boşalan İstanbul ve Ankara’da iyot gibi ortaya çıkan bu gruplar herkesi ürkütüyor.

Bazıları silahlı videolar bile çekebiliyor.

İç cephemizde 10 milyondan fazla kaçak göçmen ciddi bir tehdit olarak duruyor.

Her an bir kıvılcım çok kötü olayların başlamasına yol açabilir.

TÜRKİYE BARUT FIÇISININ ÜSTÜNDE

Rusya’nın Ukrayna harekatı ile birlikte NATO, Rusya ve ardından Çin’e saldırıya geçti.

ABD’nin vesayet örgütü NATO, artık Amerikan gençlerinin kanını kullanamıyor.

Suriye ve Yemen’de olduğu gibi Arapları kullanıyor, Ukrayna’da Ukraynalı ve yabancı lejyonları ateşe sürüyor.

Ama asıl hedefi Türkiye’yi de Ukrayna gibi savaşa sürmek ve neticede Türkiye Cumhuriyeti’ni Lloyd George projesine göre tarihe havale etmek.

Kafkasya’da Azerbaycan ile Türkiye karşısında Ermenistan ve ona destek veren İran var.

Ermeniler sürekli provokasyon peşinde ve İran’ı Türkiye’ye karşı sürmek istiyor.

İran ve Rusya yakın ülkeler, hatta Çin’i de katın, böyle olası bir çatışma ABD için ballı börek.

Ege’ye dönersek.

Yunanistan üzerinden Türkiye’ye ciddi bir tehdit var.

ABD, tüm gücüyle Yunanistan’ı üzerimize doğru ittiriyor.

Her geçen gün yeni bir tahrik ile karşımıza çıkılıyor.

Suriye’de durum zaten kritik.

Türkiye hala Şam ile barışmayı reddediyor.

Bunu ABD istemiyor.

Ona ek olarak Suriye üzerinden yapılan devasa kaçakçılık sistemi de var.

Ucuzcu marketlerde satılan malların çoğu bu sistematikten geliyor.

Ayrıca Suriyeliler ucuz işgücü olarak AKP zenginlerinin işine de geliyor.

Türkiye Irak sınırında da ABD destekli PKK terörü tehdidi altında.

Doğu Akdeniz ve genel olarak tüm denizlerimizden oluşan Mavi Vatanımız da yine elimizden alınmak isteniyor.

Türkiye’nin her tarafı risk ve tehditle çevriliyken, Nejat Eslen komutanın tabiriyle en önemli unsurumuz olan iç cephemiz, milyonlarca potansiyel terörist ile dolu ve ekonomik kriz de halkı alabildiğine çökertiyor.

1950’de (1950’de başvurduk, 51’de NATO kabul etti, 52’de TBMM oylamasıyla üye olduk) girdiğimiz NATO belası bize yıkımdan başka bir şey getirmedi ve getirmeyecek de.

Türkiye’yi illuminati gibi gizli tarikatlar, cürmü kadar yer yakan İngiliz Chatham House filan değil, bizzat içinde olduğumuz ABD vesayet örgütü NATO mahvediyor.

NATO’dan çıkalım diye onun için bas bas bağırıyorum.

NATO bugün dünya üzerindeki en büyük ve genel savaş tehdidir. Çin’e kadar uzatmayı, hatta Ukrayna’da nükleer bir sahte bayrak operasyonunu dahi konuşuyorlar, inanabiliyor musunuz?

Ve gerçekten NATO’dan çıkılıp, Esad ile barışılıp, ardından tüm yasadışı göçmenler evlerine yollanmaz, NATO tarikat ve cemaatleri sonsuza kadar kapatılmazsa ülkemiz çok kötü günlere gebedir.

veryansın

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM