Şiîler ve imamet çizgisine inananlar arasında Aşura’dan
sonraki vaziyet, acayip bir vaziyetti. Emevi uşaklarının yaptıkları
vahşilikler, ister Kerbela’da ister Kufe’de ve ister Şam’da Peygamber ailesine
yaptıkları zulümler imamet çizgisine ilgi duyan herkesi dehşete düşürdü.
Elbette bildiğiniz gibi İmam Hüseyin’in ashabının seçkinleri ya Aşura olayında
ya da Tevvabin olayında şehadete ulaştılar. Ama geride kalan kimseler Cebbar
Yezid saltanatı ve sonrasında da Mervan’ın kudreti karşısında hak sözleri söyleyebilecek
cesarete sahip değildiler. Mümin ama darmadağın, teşkilatsız, korkutulmuş ve
gerçekte fiilen imamet yolundan sapmış bir topluluk... Bu, Şiî toplumundan İmam
Seccad (a.s) için geriye kalan mirastı. Aşırı baskı, oldukça zayıf destek
gücü... İmam Seccad asil, mektebî ve hakiki İslami akımın korunması için bu
dağınıkları bir araya toplamalı ve onları hakiki İslami hükümet olan Alevi
hükümete yakınlaştırmalıydı. Bu şartlar altında İmam Seccad (a.s), otuz dört
yıl çaba sarf etti. Ben sadece İmam Seccad'ın hayatından seçkin bölümleri
burada sizlere beyan edeceğim.
Dördüncü İmam’ın iftihar dolu hayatının ilk bölümü esaret
dönemidir. Elbette Dördüncü İmam iki kere esir olmuş ve iki kez zincirlere
bağlı hâlde Şam’a götürülmüştür. Bu esaretin birincisi Kerbela’dan, ikincisi
ise Abdülmelik b. Mervan zamanında Medine’den gerçekleşmiştir. İmam Seccad
(a.s), Kerbela’dan Hüseynî esirlerle birlikte Şam’a götürüldüğünde adeta bir
Kur’an ve İslam timsaliydi. Şehitlerin toprak üzerine düştüğü andan itibaren
Ali b. Hüseyin’in yiğitliği ön plana çıkmaya başladı. Hiçbir erkeğin bulunmadığı
o kervanda ufacık kızlar, küçük çocuklar, korumasız kadınlar İmam Seccad'ın
etrafına toplanmışlardı; İmam (a.s) onların rehberliğini üstlenmişti. Durumu
toparlamaya çalışmış; Şam’a yetişinceye kadar yol boyunca iman bağıyla
birbirine kenetlenen bu topluluğun şüpheye ve tereddüde kapılmasına izin
vermemiştir. Kafile Kufe’ye girdi. Bu ailenin bütün erkeklerinin öldürülme
fermanını veren Ubeydullah b. Ziyad, kervanda bir erkeğin olduğunu görünce kim
olduğunu sordu. İmam: “Ben Ali b. Hüseyin’im.” dedi. Ubeydullah b. Ziyad Ali b.
Hüseyin’i ölümle tehdit etti. Burada imamet, maneviyat ve rehberliğin ilk
cilvesi aşikâr oldu.
İmam: “Bizi ölümle mi tehdit ediyorsun? Oysaki şehadet bizim
için keramettir [üstünlüktür], biz Allah yolunda öldürülmekle iftihar ederiz;
ölümden korkmayız.” buyurdu. Ubeydullah b. Ziyad’ın adamları bu cesaret
karşısında geri adım attılar.
Şam’da birbirini izleyen günler boyu esirlerle birlikte kötü
ve namünasip şartlar altında tutmanın ardından Yezid’in aklına İmam Seccad’ı
(a.s) kendisiyle birlikte mescide götürüp ruhi açıdan da onu halkın karşısında
zayıf düşürme düşüncesi geldi. Muhaliflerin ve her yerde bulunan İmam
taraftarlarının yaptıkları tebligatların hükümeti olumsuz etkilemelerini
engelleyecek bir şey yapmalıydı. İmam (a.s) söz konusu mecliste Yezid’e “Bırak
ben de minbere çıkayım ve halka konuşayım.” dedi. Yezid, doğal olarak bu süre
içerisinde ruhi açıdan yeterince zayıf düşmesi gereken Peygamber evladı bu
esirin ve hasta gencin, kendisi için tehlike oluşturabileceğini sanmıyordu.
Dolayısıyla İmam’ın konuşmasına izin verdi. İmam Seccad (a.s), minbere çıktı.
İmametin felsefesini, şehadet olayını ve Emevi hükümetinin tağuti yönünü
hükümetin merkezinde açıkladı. Şam halkının ayaklanmasına sebep oldu. İmam
Seccad Übeydullah b. Ziyad karşısında, Şam’ın kandırılmış halk yığınları
karşısında ve Emevi düzeninde Yezid’in memurları karşısında korkmadan hak sözü
haykırabilen bir şahsiyettir. Dünya hayatı onun için bir değer ifade
etmiyordu.[1]
* * *
İmam Seccad (a.s), esaret döneminde hasta iken söz ve
davranışlarıyla büyük bir kahraman misali yiğitlik destanı yazıyordu. Bu
devrede İmam, hayatının asli döneminde gözlemlediğiniz şeyle tamamen farklı bir
vaziyete sahipti. O, asli dönemde mülayim, hesaplı ve sakin bir altyapı
oluşturmayı esas almıştı. Hatta bazı durumlarda İmam’ın Abdülmelik b. Mervan’la
bir mecliste oturarak ona karşı sıradan ve mülayim bir tavır takındığını
görmekteyiz. Ama esaret döneminde İmam’ı en ufak bir söze bile tahammül etmeyen
ve herkesin gözleri önünde güçlü düşmanlarına çarpıcı cevaplar veren coşkulu
bir kıyam adamı olarak görürsünüz.
Kufe’de, kılıcından kan damlayan, Peygamber evladını öldürme
gururunun badesiyle mest ve zafer sarhoşu o vahşi hunhar Ubeydullah b. Ziyad
karşısında öylesine konuşur ki İbn Ziyan ölüm fermanını verir. Hz. Zeynep bu
ferman karşısında kendisini öne atıp “Onu öldürmenize izin vermem!” deyince
onlar bir kadını öldürmek zorunda kalmamak için İmam’ı da öldürmekten
vazgeçmişlerdir. Ayrıca İmam’ı esir olarak Şam’a götürmeleri gerekmektedir.
Eğer bu sebepler olmasaydı büyük ihtimalle İmam Seccad’ı (a.s) katledeceklerdi.
Kufe pazarında halası Zeynep ve kız kardeşi Sakine’yle
birlikte konuşma yapıp halkı tahrik eder ve hakikatleri ifşa eder.
Şam’da ister Yezid’in meclisinde ister mescitte cemiyet
karşısında hakikatleri en açık beyanla ortaya koyar. Bu sözler ve hutbeler,
Ehl-i Beyt’in hilafetin gerçek hak sahibi olduğunu, mevcut hâkim düzenin
gerçekleştirdiği cinayetlerin ifşasını, o gafil ve şuursuz halkın çarpıcı ve
acı bir şekilde uyarılmasını içerir.
Burada o hutbeyi söz konusu edip içeriğini beyan etmemize
gerek yok. Bu başlı başına ayrı bir iştir. Bu hutbeyi tefsir etmek isteyen
kimse onu kelimesi kelimesine incelemeli ve bu esaslar üzerine tefsir
etmelidir. Bu, İmam Seccad'ın hamaset yaratan esaret dönemindeki vaziyetiydi.
Şöyle bir soru mevcuttur: Neden İmam Seccad (a.s) esaret
döneminden sonra yumuşaklığı esas almakta ve takiye yapmaya meyletmektedir?
Neden inkılabi ve keskin hareketlerin üzerini dua ve yumuşak davranışlarla
örtmekte ve esaret döneminde ise öylesine keskin, öfkeli ve açıktan bir takım
işler yapmaktadır?
Cevap şudur ki: Bu dönem istisnai bir dönemdi. Burada İmam
Seccad (a.s), imam olmasının ve ilahî ve İslami hükümet için çalışma zeminini
sağlaması gerektiğinin dışında Aşura’da dökülen kanların konuşan dilidir. İmam
Seccad (a.s) burada gerçekte kendisi değildir. Hüseyin’in suskun dili Şam’da ve
Kufe’de bu inkılabi gencin simasında tecelli etmeliydi. Eğer orada meseleleri
böylesine sert, keskin ve açık şekilde beyan etmezse gerçekte onun gelecekte
yapacağı işler için bir zemin kalmayacaktı. Çünkü tarih boyunca gerçekleşen
bütün Şiî kıyamlarının alt yapısı Hüseyin b. Ali’nin coşkun kanı olduğu gibi
onun gelecekteki işinin zemini de Ali oğlu Hüseyin’in coşkun kanıydı. Öncelikle
halkı uyarmalı; sonra bu uyarı etrafında esaslı, derin, metin ve uzun vadeli
muhalefetini başlatmalıdır. İşte bu uyarı, böylesi sert ve keskin bir dilden
başka bir şeyle mümkün değildi.
Bu seferde İmam Seccad'ın (a.s) rolü, Hz. Zeyneb’in rolüydü.
O rol, Hüseyin b. Ali’nin inkılâbının elçiliğiydi. Eğer insanlar Hüseyin’in
neden ve nasıl öldürüldüğünü bilseler İslam’ın ve Ehl-i Beyt’in davetinin
geleceği başka türlü olacaktı. Ancak bunu bilmezlerse İslam’ın geleceği daha
farklı olacaktı. Dolayısıyla toplumda bu şuur ve marifetin yayılması için bütün
sermayenin kullanılması ve mümkün olan her yerde bu bilgilendirme işinin
yapılması gerekirdi. Fatıma-ı Suğra, Zeyneb ve esirlerin her birisi kendi gücü
ölçüsünde bir elçi olmalıydı. Gurbet diyarında dökülmüş olan İmam Hüseyin’in
(a.s) coşkun kanının sesinin geniş İslam coğrafyasının tamamında duyulabilmesi
için bütün güçlerin bir araya toplanması gerekirdi. Yani Kerbela’dan Medine’ye
kadar bu mesaj ulaşmalıydı. İmam Seccad (a.s), Medine’ye girdiğinde halkın
meraklı ve soru dolu dil, göz ve çehreleri karşısında hakikatleri beyan etmesi
gerekiyordu. İşte bu yapılacak olan ilk iştir. İmam Seccad'ın (a.s) hayatında
bu kısa dönem istisnai bir dönemdir. Sonraki dönem İmam Seccad'ın (a.s)
Medine’de muhterem bir vatandaş olarak yaşamaya başladığı dönemdir. İşine Hz.
Peygamber’in evinden ve onun hareminden başlar. Dördüncü İmam’ın plan ve
programlarının açıklığa kavuşması için zamanının durumunu, keyfiyetini ve
şartlarını incelemeye ihtiyaç vardır.[2]
- - - - - - - - - - - -
[1] 05 Aralık 1980 /
Tahran
[2] Pasdar-ı İslam,
sayı: 6
Ayetullah Seyyid Ali Hamanei/ehlibeytalimleri.com