Bismilahirahmanirahim
“De ki: “Hak
geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.”
(ISRA-81)
Önceki yazılarımızda batılın hakikatin üzerinde oluşan bir gölge ve gölgenin varlığı, aslının (gerçek) üzerinden olduğunu söylemiştik. Hakikat olmadan batıl kendini var edemez, gerçek olmadan yalan uydurulmaz, yalan hakikatin saptırılması değiştirilmesidir. Daha açık söylersek, yalan, hakikati gizleyen bir perdedir. İnsanoğlunun varlığından bu yana insanın varlığıyla oluşan içe dönük kapalı bir döngüdür. Batıl hakikati katiyen yok edemez çünkü hakikatin yok olması kendini yok olmasıdır. Fakat bu döngü devamlı olarak döner durur aynı gece ve gündüzün birbirini takip etmesi gibi.
Neden insanlık batıla meyilli ve o denlide arzulu? Buradan sıkça dile getirilen farklı bir soruya da cevap vermiş olacağız. İnsanın var olma sebebi nedir?
İnsanın var olma sebebi çok basit, kendi varlığını yaratıcısının (Allah) önünde teyit etmesidir. “Ben varım çünkü sen, benim yaratanımsın (Rabbimsin)” Fakat basit olmasına rağmen insana verilen hür iradeden ötürü o denlide meşakkatli ve karmaşık bir hal almaktadır. Aynı bir öğrencini ilk defa okula başlamasıyla uzun soluklu meşakkatli & kontrollü eğitim & terbiye süreçlerinden geçip derecelenmesi ve mevki & kişilik sahibi olmasına benzer. Bizlerin yaşamında ki mevki Allah'ın Halifesi insani kâmil olmaktır.
Hayat, çekici, süslü, arzulu & hırs dolu ve cömert bir okuldur. Okula gitmekte ki hedef, insanın eğitilerek kendini tanıtmasını ve hayatta ki hedefini kavrayarak hayatın sunduğu güzelliklerinden faydalanmasını sağlamaktır. Okul deyince akla gelen ilk şey öğretmenler, kitaplar, yazılı & sözlü imtihanlardır. Amaç, Hakikati öğrenerek bilgiye sahip olmak, hakikati kavrayarak cahilliği ayırt etmektir. Fakat insanoğlu her zaman bilgiyi hakikat doğrultusunda kabullenmeyebiliyor veya kendi çıkarları doğrultusunda bilgiyi tanımlayabiliyor. Çünkü yukarda bahsettiğimiz gibi hakikat her zaman insanların kişisel menfaatine uygun gelmeyebiliyor dolaysıyla batıla (hakikati saptıranlar) yalana meyil ediliyor.
Hayat okulu, insanın yaratıcısına verdiği sözle başlar; Ben, sizin Rabbiniz (yaratıcınız) değil miyim. (Hakikat). Evet, sen, bizim Rabbimizsin.
Basit görüne bu sözleşme, dünya hayatının çekiciliği ve Allah'ın bize verdiği ilim & bilgi ile meşakkatli ve baş döndürücü oluyor! Sebebi, bizlerin yaratılış olarak melekler & cinler ve diğer yaratıklardan farklı olarak üstün kılınmamız dan ötürü şeytanın bize karşı azılı düşman olması ve diğer önemli bir unsur, Allah'ın bize verdiği “bilgi & ilim” (isimler) gücünü bizlerin hazmetmesidir. (Baş dönmesi; kibir, gurur, bencilik)
- Şeytan sizin düşmanınız onu düşman ediniz (Batıl)
Allah (cc) bizi uyarıyor ve bilgilendiriyor; şeytan, insanı nasıl kandıracağını ve saptıracağını çok iyi biliyor. Dolaysıyla Allah (cc) bize göstermek istediği; Her şeyi var eden tek ilahin (yaratıcı) kendisi olduğu, Ondan başka ilahların olmadığı ve bizlerin varlığı, onun varlığını teyit etmek ve bu minvalde yaşam sürmek olduğudur.
Görünür de basit ve kolay gözüken protokol fakat pratikte (yaşantıda) göründüğü gibi olmayan bir protokol. Allah (cc), bizlere verdiği hür iradenin (düşünme, akıl etme ve seçme) tecellisini kendini göstermesi neticesin de bizlerin Allah’a verdiği söze ne kadar sahip çıkacağımız ve Allah’a olan ahdimize ne kadar sadık kalacağımızdır. Allah (cc), bizi hakir gören hilekar düşmanımız tanımamızı ve onu kendimize düşman olarak görmemiz istemiştir. Yaşantımız bu çerçevede oluşturmamızı bizlere beyan etmiş ve bize şeytanı tanıtmış ve bizim asli düşmanımız olduğunu ilan etmiştir.
Neden şeytanın bizim düşmanımızın olduğunu söylemiştir? Gözle göremediğimiz, dokunamadığımız bir yaratık ki bazılarımız varlığından şüphe ederken bazılarımız ise ona tapıyor.
Bunu anlamak için insanın ham maddesini anlamamız gerekir. Allah, insanın çamurdan (balçık: su-kil-organik olan koyu toprak)tan yarattığını ve hayat vermek içinde kendinden üfürerek can verdiğini söylemekte. (Hicr-29 & Sad-72))
Burada
iki ana başlık var;
1-)
İnsanı oluşturan “Ham madde” (vücut) özellikler.
2-) İnsana can veren “enerji/nur” (Ruh) özellikleri.
Vücut,
bir araçtır. Ruh ise kullanıcıdır. Aracın kendine has talep ve gereksinmeleri
vardır. Ruhun ise bu araç üzerinden kendine has arzu ve istekleri vardır. İnsan, ruhun arzu & isteklerini aynı
zamanda vücudun gereksinme & talepleri dengede tutması çok önemlidir. Aracı
(Arabası) olanlar bu dengeyi daha iyi anlar. Allah (cc), insanın bu dengeyi
sağlaması için Adem atamızdan bu günümüze kadar insanın anlayacağı dil
formatında ilahi kitaplar, Peygamberler, nebiler, İmamlar yollamış ki insanoğlu
bu referansalar doğrultusunda dengeyi sağlamış olsun.
İnsan, Ruhun (nefis, hür irade) vücutta oluşturduğu talepleri doğrultusunda dünyanın çekiciliğine kanarak ilahi hakikat/ gerçek (Asil) üzerinden beşeri hakikat/ batıl (gölge) oluşturmuştur. Şeytanın adem atamıza karşı aldığı tavır, Haset (kıskançlık), kibir (kendini beğenmişlik) nasıl şeytanın Allah karşı isyankar ettirdiyse aynı özellikler (kibir, kıskançlık) insanı Allah karşı isyanın ettirmektedir.
Neden şeytan Allah'ın “ademe secde et” emrine itaat etmemiştir? Allah (cc), İnsana kendi gücünden gücü verip üstün/halifesi kılmasına rağmen?
Burada
tabi ana faktör “kıskançlık & kibir” fakat aslında şeytan, Allah'ın insana
bahşettiği gücü her insan tarafından hazmedilmeyeceğini (baş döndüreceğini) ve de
insanı insanın elindeki güç ile insanlardan az bir kısmı hariç hepsini
vuracağını/ manipüle edeceğin çok iyi bilmesidir. “Az bir kısmı hariç hepsini saptıracağım”
(Sad-83). Aynı zamanda, insanın hayat okulunda ki kötülük dersi (iyiyi kötüye çevirme)
öğretmeni olacağını da biliyordu dolaysıyla kendi görevini seçmiş oldu.
“(İblis: “Hiç olmazsa insanların tekrar) dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver.”
dedi. (Allah:) “Sen mühlet verilenlerdensin.”
buyurdu.” (A’raf 14-15).
Şeytan, Allah’a inanıyor ve Onu Tek yaratıcı olduğunu inkar etmiyor & biliyor ve tasdik ediyordu. Hedefi; insanın Allah’a verdiği sözü unutturmak ve Allah karşı isyankar kılmak için dünyanın çekiciliğini ve de insanın yapısındaki ilahi gücü insan eliyle* kullanarak insanı saptırmak oldu. *(şeytanın insan üzerinde hiçbir fiziksel gücü yoktur.)
Bu açıklamadan sonra Bölgemizde ki yaşananlara gelirsek,
Müslümanların şeytanın oyununa “kibir & guru & bencilik” lerinden dolayı isteyerek gelmesini görüyoruz. İnsan, haset & kibir ve bencilliğinden dolayı körleşerek hakikati göremediğini yada hakikati çıkarı ve kendi dünyevi menfaati için saptırdığını görüyoruz.
Bizlerin Allah (cc) verdiğimiz söz; “Evet, Sen bizim rabbimizsin”. Tek olan, eşi, benzeri ve ortağı olmayan Allah'ım bizler sana itaat eder ve sana hiçbir şeyi ortak koşmayız.
Ne yazı ki bugün Müslümanlar, Allah adı ile Allah karşı savaşıyor, (Müslüman Müslümanı öldürüyor) Allah'ın adını kendi çıkar ve menfaatlerin ortak edip Allah karşı isyankar oluyorlar. Irklarını, beşeri sistemlerini ve Tarikatlarını Allah’a olan inancın önüne geçirip siyasi ideolojilerini ilahlaştırıyorlar. Nasıl Yahudilerin & Hristiyanların Hz. Musa (as) ve Hz. Isa (as) ve daha önceki peygamberlerin kavimleri çıkar ve kişisel menfaatleri için yaptıklarının aynısını kendine Müslümanım diyen ümmetin az bir kısmı hariç Hz. Muhammed Mustafa (sav) yaptılar ve yapıyorlar. (Cahiliye devrine dönüş)
Kimse kendi ne ırkını nede milletini inkar edemez! Allah (cc), insanları yaratırken farklı kavimler ve karakterlerde yaratmıştır. Nasıl “Bir elin 5 parmağının bir olmadığı” gibi. Hiçbir kimse parmakların bir işe yaramadığını söyleyemez ama velakin eğer sen, elini kaybedersen parmağını ne anlamı kalır!!?
- Şeytan,
sizin düşmanınız onu düşman ediniz (Batıl)
Ne yazık ki bugünün Müslümanlar şeytandan medet umuyorlar, onlardan emir alıyor ve onların izini takip ediyorlar hatta şeytan iğne deliğine girse bile girmeye çalışıyorlar.
Bölgemizde ki yaşan kaos şeytanın bir oyunu olduğunu hemen hemen herkes biliyor, Filistin’de Lübnan'da Ukrayna’da Suriye’de yaşananlar ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşan kaosların tek bir adresi var, oda şeytana hizmet eden bugünkü adıyla siyonsit grup & yapılar, Bu grup & yapılar, dünyanın endüstrisini, zenginliklerini, medyasını ve teknolojisini elinde tutan geçmişi çok eskilere dayana ve varlıklarından itibaren hedeflerinden hiç taviz vermeyen zaman & mekana göre farklı isimlerle, farklı ülkelerde kendini vitrin arkasında gösteren güçlerdir.
Herkesçe biline (Müslüman & Müslüman olmayan), Siyonist yapı Israil, şeytanın bir maşasıdır. Bu maşanın sahibi GB & ABD & CE deki dünyanın her türlü zenginliğini, siyasetini kurdukları sistemlerle ve organizmalarla elinde tutan aileler, şirketler (medya, silah, finans, medikal, vs) ve farklı sosyal şeytani yapılardır. Bunlar şeytanın Allah’a karşı geldiği günden bugüne hiçbir zaman kendi strateji ve çizdikleri yoldan asla taviz vermemişlerdir. Şekilden şekle, yapıdan yapıya bürünmüşler ve her zaman kendilerine bir virüsün yaptığı gibi büyücekleri yuva bulup gelişmişlerdir. Büyümeleri ilk etapta hücreleri sonrası organları en son tüm vücudu ele geçirmek olmuştur. Bugün Filistin’deki olan insanlık dışı vahşete dünyanın ve özellikle Müslüman ülke yönetimlerinin hiçbir eylem yapmayıp sadece cılız seslerle sesiz ve aciz kalmasının tek sebebidir.
Böyle bir ortamda senin ırkçı (Aşırı milliyetçi) olman, beşeri bir sisteme dahil olman & sahiplenmen ve ya bir tarikat bağlı olman bu şeytani güç karşısında aciz ve anlamsız kalır. Zaten onların hedefi “böl & parçala & yut”.
Neden Israil (ABD&GB&CE) direk İran’a saldırmadı? Çünkü Onların ilk hedefi; Müslümanları her yönü ile bölmek (Irk, mezhep, tarikat, aşiret, politik, devlet, vs) arkasından Müslümanları birbirine düşürmek ve her iki tarafa da maddi ve politik destek çıkmak. Eğer İran’a direk İsrail saldırsaydı bölge Müslümanları birlik olacaktı fakat Planları “sunnilik & şiilik & Kavmiyetçilik” diyerek sahneye sürdükleri terörist unsurlar ile Müslümanları karşı karşıya getirmek. Bu oyuna alet olmak, şeytanın pis işini yapmak ve şeytani güçlerin tam anlamıyla bölgemize (üzerimizde) hakim olması demektir ki buda bizlerin Allah karşı olan sözümüze sadık kalmamamız anlamındadır.
Bölge
ülkelerini yapması elzem olan & vaz geçilmeyen hamleleri;
1-)
Şeytanı (GB & ABD & CE ve veledi zina Israil) düşman bilmek &
edinmek.
2-)
Onlara karşı “Askeri
& siyasi & sosyal & ekonomik” birliktelik ile güç
oluşturmak ve karşı koymak.
3-) Onları bölgemizden unsurlarıyla birlikte söküp atmak.
Bunun en güzel örneğini yakın tarihimizde ve biz anlatılmayan Kut'ül Amare Zaferi, 13.300 İngiliz asker ve komutanının Osmanlı ordusuna kayıtsız şartsız teslim olduğu büyük bir destandır. Bu zafer Osmanlı ordusunu destekleyen Arap milislerin (sunni & şiya) de katkısıyla kazanılmıştır. İngilizlerin dünyaya rezil olduğu bu savaş Osmanlı'ya karşı Çanakkale Destanı'ndan sonra kaybettiği ikinci büyük mağlubiyettir. İngiltere etki altına aldığı bütün ülkelerde bu zaferi tarih kitaplarından sildirmiş ve unutturmaya çalışmıştır. (ülkemiz dahil). Kut’ül Amare farklı ırklara ve kültürlere sahip olmasına rağmen İslam ümmetinin birleştiği ve İngilizlere karşı zafer anıtını diktiği bir tarihî harptir. Bugün de büyük acılar çeken ve Haçlı saldırılarına her zaman muhatap olan Müslümanların kurtuluşu bu birlik ve beraberlik ruhundadır. Dolayısıyla bu dayanışmanın ve ittihadın ne kadar önemli olduğunu Kut'ül Amare Zaferi çarpıcı bir şekilde bize göstermektedir.
“Vahdet & Ümmet” Ruh birlikteliği yapılmadığı sürece bölgemizdeki Müslüman kanının ne yazık ki Müslümanlar tarafından akıtılmaya devam edecektir. Huzur & kardeşlik yerine Müslümanlar arasında düşmanlık ve kin & nefret tohumları filizlenecektir. Fitnenin büyümesi ve güçlenmesinin ana sorumlusu Müslüman ülkeleri yöneten liderler, sosyal etkiye sahip olan alimler ve görsel &yazılı medyanın şeytani güçlere tabi olması hizmet etmesidir.
Mustafa Kemal TASPINAR
2 OCAK 2025