İmam Hüseyin İnsanlığın Ortak Vicdanıdır

GİRİŞ: 21.08.2022 13:53      GÜNCELLEME: 21.08.2022 13:53
Rasthaber - Başlığımızdan yola çıkarak ifade edecek olursak, İmam Hüseyin İslâm adına, din adına ve Allah için zalim Yezid'e karşı kıyam etmişti. İslâm tüm yeryüzü insanlığını muhatap alan evrensel ve son ekmel dindir. Bu din uğruna 72 yaranıyla birlikte hayatını feda eden İmam Hüseyin yapmış olduğu bu kıyamla tüm insanlık aleminin onurunu ve vicdanını temsil etmektedir. Bu yüzden denilmektedir ki, "İmam Hüseyin insanlığın ortak vicdanıdır." Bunda hiç kuşku yok. Fakat biz Müslümanlar İmam Hüseyin'in aynı zamanda Peygamber vasisi (mümessili) olduğunu da bilmek ödevindeyiz. Bu yüzden ve aynı zamanda İmam Hüseyin bir "Vasî" misyonu ile kıyam etmişti. Tıpkı Musa (aleyhiselam)ın Firavun'a karşı yaptığı kıyam gibi. İşte efendim, her Müslüman birey zalime itaat etmemekle ve şartlar müsait olduğunda (kolektif organizasyonla) zalime karşı kıyam etmekle mükelleftir. Eyvallah bu da doğru, ancak Vasinin sorumluluğu Müslüman bireyden çok daha ileri boyutlardadır. İmam Hüseyin bu sorumluluğu kuşanıp, "Ben zulme engel olmak ve ceddim Muhammed'in dinini ihya etmek için kıyam ettim" demişti. Zalim Yezid'in zulmümden bizar olmuş Kufe halkı kendisine heybeler dolusu mektuplar gönderip davette bulunmuştu. Mazlumun feryadına bigâne kalmak bir "Vasî" için mümkün değildir. Elbette böyle bir yardım çağrısından bütün Müslümanlar da mesûldür. Fakat "Vasî"nin konumu farklıdır. Ehl-i Sünnet dünyasının da kabul ettiği üzere, "Ehl-i Beyt imamları İslâm ümmetinin manevî liderleridirler. Bir başka ifadeyle, Ehl-i Beyt imâmları "Şecere-i Tayyibe" olarak mutahhar kılınmış (Ahzab: 33) ve buna istinaden kendilerine ilâhî boyutta vazife tevdî edilmiş. Nübüvvet'in devamı niteliğinde olan imamet misyonu tamamen ilâhî bir vazifeyi temsil etmektedir. (Enbiyâ: 73; İsra: 71)

Sakife'de vasîlik olayına seküler bir mantıkla bakıldığı için Gadir-i Hûm'da verilen sözlere ve yapılan beyatlara rağmen vasîlik misyonu gerekli görülmemiş ve bu iş başkalarına tevdi edilmişti. Haklı bir serzenişte bulunan bazı insanlarımız, "Sakife olmasydı, vallahi Kerbela olmayacaktı" sözünü söylemektedirler. Evet, bir fay hattı kırılması ve bir eksen kayması neleri beraberinde getiriyor? Olayı illiyet (sebep-sonuç) kavramı üzerinden değerlendirecek olursak hayatta öyle hadiseler olmaktadır ki, başlangıç noktasında fazla önemli görülmese de zincirleme olarak beraberinde öyle olaylara zemin hazırlanmış oluyor ki, bu durum üzücü hadiseleri ve kaos ortamını da beraberinde getirmiş oluyor. Kûr'ân-ı Kerim'de en çok uyarıldığımız hususlardan biri de budur.

Bu yüzden diyebiliriz ki zalim bir iktidar halk için en büyük fitnedir. Bu fitne toplumun her kesimine sirayet edip etkisini gösterir. Rabbimiz buyuruyor ki:

"Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın." (A'raf: 56)

Sevgili Peygamberimiz'in Medine'de "site devleti" olarak tesis ettiği "yapı" mükemmel bir medeniyetin temelini oluşturuyordu. O müesses nizam sayesinde insanlar barış, güvenlik ve huzur içerisinde yaşıyordu. Bu yüzden o döneme Asr-ı Saadet denilmektedir. İslâm medeniyetinin Allah Resulü tarafından tesis edilmesi, kurulu bir müesses nizamı ve mükemmel bir sosyal düzeni beraberinde getirmiş oldu. Rabbimiz'in yaşanır kıldığı kevnî alemle senkronize bir şekilde uyum gösteren Asr-ı Saadet örnekliği "kurulu bir düzen"i temsil ettiği için aktardığımız ve tekrar aktaracağımız ayet hem o günün Müslümanları hem her zaman diliminde yaşayan Müslümanlar için uyarı niteliğindedir. "Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın." (A'raf: 56)

Allah Resulü tarafından kurulmuş olan "düzen"in onun vasileri vasıtasıyla inkişaf ve gelişim içerisinde (bayındırlık hizmetleri de dahil olmak üzere) yoluna devam etmesi gerekirken işin ehli olmayan kişilerin işbaşına geçmesiyle bir müddet sonra "kurulu düzen" yani "İslâm medeniyeti" akamete uğrayıp hedefinden sapmaya başladı. Tıpkı cahiliye dönemindeki gibi, gücü elinde bulunduran komşu aşiretlere, komşu beldelere, komşu ülkelere "Allah yolunda cihad" aldatmasıyla saldırıya geçtiler. Oysa prensip olarak İslâm'ın harp hukukunda "saldırı savaşı" yoktu. "Dininiz hususunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmaya teşebbüs etmeyen gayrimüslimlerle iyi ilişkiler geliştirmenizi Rabbiniz men etmemektedir." (Mümtehine: 8) İşbaşındaki liyakatsiz kişiler bunun aksini yaptılar. Komşu beldelere bayındırlık hizmeti sunup gönülleri fethedeceklerine savaşı ve toprak gaspını tercih ettiler. Bu saldırılarda gasp edilen nice altın/gümüş ve ele geçirilen değerli eşyalarla kendilerine koca koca saraylar yaptırdılar. Esir aldıkları kadın ve genç kızların güzel olanlarını saraylarına cariye olarak yerleştirdiler. Kölelik ve cariye sistemini kaldırmak için gelen İslâm bunların eliyle (tıpkı cahiliye dönemindeki gibi) tekrar hayata geçirildi. Köle pazarlarını tekrar kurdular.

"Peygamber ölür ya da öldürülürse siz topuklarınız üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz." (Al-i İmran: 144)

Yani cahiliye dönemindeki gibi her türlü kötülüğü yapmaya devam mı edeceksiniz, cahiliye dönemindeki gibi birbirinizin boynunu vurmaya mı başlayacaksınız, insanları tekrar köle edinmeye mi koyulacaksınız? Ayetle birlikte Allah Resulü ashabını kendi sözleriyle de uyarıyor:

"Benden sonra sakın ola ki cahiliye dönemindeki gibi birbirinizin boynunu vurmayın." (Hadis)

"Benden sonra Ehl-i Beyt'ime nasıl davranacağınıza dikkat edin. Ben size Kur’an’ı ve Ehl-i Beyt'imi emanet ediyorum."

(Hadis)

"Ey iman edenler, Allah'a ve Peygambere hıyanet etmeyin ve bilebile emanetlerinize de hıyanette bulunmayın." (Enfâl:27)

Allah Teâlâ'nın ve Sevgili Peygamberimizin bütün uyarılarına rağmen Sakife'de ve daha sonra Cemel'de, Sıffin'de, Nehrevan'da, İmam Hasan'ın sûlhünde ve Kerbela’da Ehl-i Beyt emanetine ihanet edildi.

Oysa onlar Kur’an ve Sahih Sünnetin gerçek varisleriydiler, onlar Hadis-i Şerif'te buyrulduğu üzere, "yaşayan Kur’an, yaşayan zikir" olarak Allah Resulü'nün gerçek vasileriydiler. "Benim zikrimden yüz çevirenlere yeryüzünde istikrarsız bir yaşam vardır." (Ta Hâ: 124) olarak Allah Resulü'nün gerçek vasileriydiler. "Benim zikrimden yüz çevirenlere yeryüzünde istikrarsız bir yaşam vardır." (Ta Hâ: 124)

"Kötü yöneticiler bir ülke yönetimini ellerine geçirdikleri zaman o yörenin onur sahibi insanlarını hor ve aşağılık kılarlar, işte onlar böyle yaparlar." (Neml: 34)

Allah Resûlü'nün Medine'de inşa etmiş olduğu İslâm Devleti sayesinde ulaşılan medeniyetle insanlar onur ve izzetli bir yaşama kavuşmuşlardı. Bu yüzden o döneme "Asr-ı Saadet" denmişti. Allah Resûlü'nün mihriban tutumu ile insanlar mutlu ve onurlu bir hayat yaşıyordu. Ancak ne yazık ki, Sevgili Peygamberimiz ahirete irtihal ettikten kısa bir süre sonra Emevîlerin işbaşına geçmesiyle bu medeniyet tersyüz edilmiş oldu. Daha açıkçası seküler kopuş noktası olan Sakife ile birlikte İslâmî yönetim şeklinin tersyüz edilme süreci Muaviye döneminde doruğa ulaşmış oldu. Muaviye, sarhoş ve ayyaş olan oğlu Yezid'i veliaht ilân etmesi ve oğluna mutlaka İmam Hüseyin'den biat almasını, biat etmediği takdirde onu öldürmesini vasiyet etmesi ve bu vasiyetin Kerbela’da yerine getirilmesi İslâm tarihine kapkara bir sayfa olarak işlenmiş oldu. Kerbela katliamından sonra İslâm ümmetinin iki yakası bir daha bir araya gelmedi. İslâm medeniyeti asli çizgisinde ilerlemediği için tarihimizde İslâm fıkhına ve İslâm medeniyetine uygun yaşandığı sanılan bazı dönemler züğürt tesellisi olarak sahiplenildi. Oysa ne Abbasîler ne Selçuklular ve ne de Osmanlılar gerçek manada İslâm fıkhını, İslâm'ın yönetim anlayışını, İslâm medeniyetini temsil edemediler, etmediler. Bunlar hükmettikleri halklarını monarşi ve saltanatla yönettiler. Kendi saltanatlarını korumak ve tahkim etmek için öz kardeşlerinin katline fetvalar verdirdiler. Üstelik tam şeytanî bir mantıkla, "İslâm'ın bekâsı ve ümmetin birliği" metaforunu kullanarak kendi meşum niyetlerini örtbas etmeye çalıştılar. Oysa çok iyi bilinmektedir ki, kendi tahtaları uğruna kardeşlerini katlettiler. Yüce Rabbimiz iki ayrı ayetinde şiddetli bir şekilde uyarıda bulunuyor: "Taammüden bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir." (Maide: 32) "Taammüden bir insanı öldürenin yeri ebedi cehennemdir." (Nisa: 93)

Ne acıdır ki bu ayetler Muaviye ve oğlu Yezid tarafından ka'le alınmadı. Sıffin'de işlediği hunharca cinayet örnekliğinden dolayı diyebiliriz ki, Kerbela katliamına zemin hazırlayan Muaviye'dir. Oğlunu o işe teşvik eden de zaten oydu. Muaviye sonraki yüzyıllarda da ardıllarına örnek oldu. Kısacası bu cinayetler silsilesi çağrını açan ve onlara "rol-model" olan bizzat Muaviye idi. Zira Sıffin Savaşı'nı başlatan ve on binlerce sahabenin kanına giren Muaviye'den başkası değildi. Şu hâlde Yezid'in, babasının ardılı olarak Kerbelâ'da işlediği vahşete şaşırmamak gerekir.

Onların tıynetinde bu vardı. Aslında onların bütün düşmanlıkları İslâm'a idi. İslâm'ı ortadan kaldırmak için Sıffin'i, Kerbela’yı kana buladılar ama emellerine ulaşamadılar.

Dolayısıyla diyebiliriz ki, Kerbela hadisesi ile ilgili olayın diğer boyutu İmam Hüseyin'in kıyamı ve ölüm pahasına zalim Yezid'e biat etmeyişi tüm çağlara ve tüm nesillere öyle bir mesaj oldu ki, öyle bir ilham kaynağı oldu ki, ne Ehl-i Beyt sevgisini, ne İslâm'ı kalplerden söküp atamadılar. Kerbela kıyamı öyle bir mesaj, öyle bir ilham kaynağı oldu ki, aradan 1400 yıl geçtikten sonra İslâm Devrimi'nin vuku bulmasına vesile oldu. Merhum İmam Humeyni, "Biz bu devrim için mücadelemizi başlatırken ilhamımızı Kerbela’dan aldık." demişti. Bu yüzden "İmam Hüseyin insanlığın ortak vicdanıdır" diyoruz...

Muhakkak ki Kerbela kıyamı kıyamete kadar insanlara meşale olacak, insanlara yol gösterecek...

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM