İmam Hüseyin as.`ın haremi tıka basa onun için ağlayan, sine
vuran birçok insanla doluydu. Herkes aynı renkte, aynı duyguyu paylaşan bir
bütünün parçası gibiydi. İlk defa kendimi bir acziyet içerisinde hissetmiştim.
Herkes kendini İmam Hüseyin as.'a bağlamıştı. Kendi kendime şunu sormadan
edemedim, herkes Hüseyni olsa; böylesine bir birlik dünyanın her yerinde olsa
İmam Mehdiye yine de ihtiyaç duyacak mıydık? Ya da herkes kemale erse;
birbirine bu denli benzeyen bu insanların arasında yine de İmam Mehdi af.'ı
ayırt edebilecek miydik?
فَاَسْأَلُ اللهَ الَّذي أكْرَمَني
بِمَعْرِفَتِكُمْ وَمَعْرِفَةِ اَوْلِيائِكُمْ وَرَزَقَنِى الْبَراءَةَ مِنْ
اَعْدائِكُمْ اَنْ يَجْعَلَني مَعَكُمْ فِي الدُّنْيا وَالآخِرَةِ وَاَنْ
يُثَبِّتَ لي عِنْدَكُمْ قَدَمَ صِدْقٍ فِي الدُّنْيا وَالآخِرَةِ وَاَسْأَلُهُ
اَنْ يُبَلِّغَنِى الْمَقامَ الَْمحْمُودَ لَكُمْ عِنْدَ اللهِ وَاَنْ يَرْزُقَني
طَلَبَ ثاري مَعَ اِمامٍ هُدىً ظاهِرٍ ناطِقٍ بِالْحَقِّ مِنْكُمْ
'O halde, sizi ve dostlarınızı tanımakla bana lütufta
bulunan ve düşmanlarınızdan uzaklaşmayı bana nasip eden Allah’tan beni dünya ve
ahi-rette sizinle beraber kılmasını, dünya ve ahirette sizin yanınızda benim
için doğru makam sabit kılmasını niyaz ediyorum. 'Allah’tan beni, sizin için
Allah katında olan makam-ı mahmud’a (beğenilmiş makama) ulaştırmasını ve sizden
hidayet üzere olan, aşikar ve -hakkı- konuşan İmam (Mehdi) ile sizin
intikamınızı almayı bana nasip etmesini niyaz ediyorum...
O güne kadar İmam Mehdi benim için herkesi Hüseyni kılacak
bir birleştirici unsur gibiydi. Fonksiyonu insanlara barışı, birbirleriyle sulh
içinde yaşamayı öğretecek bir rehberdi; ta ki kafamda bu kadar insan arasında,
böylesine yüce bir mekanda İmam Mehdi'nin kendisi bulunsa yine de onun kim
olduğunu tanıyamayacağım gerçeği yankılanana kadar...
O andan itibaren tüm insanlar birbirine benzese, her biri
yüce bir makama sahip olsa bile İmam Mehdi yine de tanınması gereken farkı olan
biriydi. Her insanı birleştiren değil, birbirine çok benzeyen iki insan
arasında bile, değerleriyle, düşünceleriyle, amelleri bile aynı olsa
niyetlerindeki farklılığı ayırt etmemize yardım edecek bir terazi gibiydi...
Günümüz şiası bu iki düşünceyi hala idrak edebilmiş değil.
Birincisi batının sloganı olmuş; her birimiz farklı milletten, renkten,
inançtan olsak bile birbirimizin aynısıyız, biz birbirimizdeniz. Batının
düşüncesinde; bu slogandan dolayıdır ki eşcinsellik ve onların gökkuşağı
rengindeki bayrağı bir saygınlık taşımaktadır. Biz onların hallerine;
inançlarına sapıklık olarak baksak da sapıklıkta oldukları düşüncelerin bile
temelinde biir ilkeleri yatmaktadır. Müslümanların görevi arka planı görüp;
kendi düşüncelerinde toplumlarını onların ilkelerinden temizlemek olmalıdır.
Bundandır; ziyareti aşurada defalarca zalimlere lanet edişimiz ve kendimizi
onların renginden uzaklaşmamız için Allah' tan tevfik dilememiz. Bizim
düşüncemizde tüm insanların en kemal noktasına ulaşmasında onlardan daha pak
düşünceye sahip bir lidere yani İmamı Zamana ihtiyaç duyduğu gerçeği yer
almalıdır. Eğer Erbain yürüyüşü tüm insanları nasıl olurlarsa olsun; masum bir
İmam çatısı olmadan da olsa Hüseyin bayrağı altında toplamayı hedeflerse;
Erbain yürüyüşü Şia'nın özelliklerinden birisi olsa bile bu niyet üzere olursa
batıldır. Şia o en fazilet ehli olanı yani İmamını tanımayı hedeflemeli, birlik
üzere olabileceği bir toplumu değil, ilk önce yalnız kendisi olsa bile o
İmam'ın velayeti çatısı altına girmeyi hedeflemelidir.
Günümüz şiasının düştüğü ikinci hata; İmam Mehdi
birleştirici bir unsur olmaktan öte; insanların hatalarını, sapkınlıklarını
görmemizi; mümin olanla olmayanı ayırt edebilmemizi sağlayacak bir turnosol
kağıdı gibidir.
Yıllar öncesinde Türkiye şialarının iki cepheye
ayrıldıklarını gördüğümde; alimlerden birisine 'Hedef insanları yüce değerler
altında birleştirmek değil mi? Eğer insanlar şu an ehil birisini lider kabul
edecek konumda değilse, siz hakkınızdan feragat gösterip mümkün olduğu
kadarıyla birliği korumanız gerekmiyor mu?' diye bir soru yöneltmiştim. Bu soru
Mehdeviyet düşüncesini, İmam Mehdi'af.nin turnosol kağıdı fonksiyonunu idrak
edemeyen her bir kimse için cazip bir düşünce olabilir ama kimse insanlar
birlik olsun diye faziletleri beyan edip, açıklamayı bir kenara bırakmamalıdır.
Zira her devirde Hakkın bir amel edicisi, açıklayıcısı olmalıdır. Bu İmam Hüseyin’in
tek başına bile olsa kıyam etmesinin felsefesidir; o günün insanı için bir
İbrahim olmak, bir yalnız İmam olmak, her şeyden öte Hak'la amel etmek
isteyenler için bir ümit kaynağı olmak...
Bu sadece İmam Hüseyin as. için değil, annesi Hz Zehra sa.'ın en büyük faziletiydi;
düşkünler için, hakla amel etmek isteyenler için ümit kaynağı olmak. Verecek hiçbir
şeyi olmayacak kadar fakir bir toplumda, kendi hakkından feragat edip,
fedakarlık etmeli bile olsa toplumdaki bir iyilik kapasını kapatmamak, bir tane
bile olsa bir veren el olmak Allahu Teala'nın Ehlibeyt as.'ın faziletini ayet
olarak değil, bir Sure olarak övmesinin nedenidir.
Günümüz toplumunda fazilet sahibi insanlarla diğerlerini
ayırt etmek kolay görünse de topluma sızan her fasık düşünce yapısı gelecek
toplumlar da hakla batılın ayırt edilmesini zorlaştıracaktır. Şu anda her
fazilet erbabının toplandığı bir çatı var; Velayeti Fakih. Bu Velayeti Fakih
çatısı altında toplananların renklerini algılamamıza yardım edecek tek etken
Mehdeviyeti iyi idrak edip, her fazilet sahibinden daha öte bir fazilete sahip;
İmam Mehdinin düşünce yapısını, ilkelerini çözmektir. Bu da topluma evrensel
bir paradigmadan bakmayı gerektirir. Yani sadece kendi toplumunun ya da
günümüzün sorunlarını değil, toplumsal ve zaman kavramının sınırlarından öte
bakmayı gerektirir.
Konuşmasını dinlediğim bir alim şöyle diyordu; 'Biz Velayetçi
bir özelliğe sahibiz ama insan her konuştuğuna dikkat etmeli, her ilim her
yerde söylenmez. ' Yani demek istiyordu ki bizim ilmimiz çok ama bildiğimiz
her şeyi mütevaziliğimizden dolayı söylemiyoruz, kibir olmasın diye
söylemiyoruz.
Bu düşünce bile Mehdeviyet çatısı altında irdelenmesi
gereken bir konudur. Konuşmak, birilerine hitap etmek dünyanın en zor
sanatlarından birisidir. Zira yüreğinin genişliğini, kimlerin dertleriyle
dertlendiğini, kimleri kendine muhatap edindiğini gösterir. Ama gerçekte bu
doğru bir söylem midir, yani bilip ama söylememek. Mehdeviyet kendi zamanındaki
müminlerin bile kendisini anlamadığı, ama geleceğe dair her soruna, her konuya
bir açıklık getirme çabasında olan
Mutaharinin yolu mudur? Yoksa
Mehdeviyet biliyorum ama bu şu an maslahat değil ya da toplum bunu idrak edecek
durumda değil gibi söylemlerle kendisini zamanla, belirli çerçevelerle muhafaza
etmeye çalışanların mı yoludur??