İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, 8 Mayıs’ta düzenlenen
beşinci Uluslararası İmam Rıza (a.s) kongresinin ardından bu sabah bu kongreye
katılan akademik heyet ile gerçekleştirdiği görüşmede bir konuşma yaptı.
Öncelikle bu kongrenin ve bu toplantının yapılması çok güzel
bir şey. Çünkü bizlerin Şii toplumu içerisinde imamları tanıma konusunda birçok
eksikleri var. Bazen bir noktaya çok fazla dikkat edilirken diğer yönler ihmal
ediliyor. Hatta bazen buna bile teveccüh edilmiyor ve zahiri meselelerle
yetiniliyor.
Benim kanaatimce bizim Şiiler olarak, bir Şii toplumu olarak
üzerimize düşen en büyük görevlerden biri imamlarımızı dünyaya tanıtmaktır.
İmam Hüseyin (a.s) ve İmam Ali (a.s) gibi bazı İmamlar (a.s) çeşitli
sebeplerden dolayı tanıtılmış, başkaları da onlar hakkında yazıp konuşmuştur ve
onları Şii olmayanlar ve İslam dünyası dışındakiler de tanımıştır. Fakat
imamların (a.s) birçoğu tanınmıyor. İmam Hasan (a.s) o azamet ve büyüklüğüyle
tanınmıyor, İmam Kazım (a.s) İmam Hadi, İmam Cafer Sadık (a.s) onca teşkilatı
ve üst düzet faaliyetlerine rağmen dünyada tanınmıyor ve bilinmiyor.
Eğer bu imamlar (a.s) hakkında Şii olmayanlar tarafından bir
şeyler söylendiyse bile bunun mezhep dışı bir boyutu vardır ve çok az ve
sınırlıdır. Şimdi mesela bir mutasavvıf yazar, mutasavvıflar arasında İmam
Cafer Sadık'ın (a.s) adını anıyor, mesela yarım sayfa veya daha az bir yerde
ondan arif bir kişilik olarak bahsediyor ve sadece bu kadar tanıtıyor, fazla
değil.
Kanaatimce, İmamların (a.s) hayatına üç boyuttan bakmak
gerekir. Bunlardan biri manevi ve ilahi boyut, yani kutsallıktır; İmamların
(a.s) kutsal yönüdür. Bu göz ardı edilemez. Bunun konuşulması lazım ama doğru
konuşulması lazım. Bazen sözler söylenir, o sözleri destekleyecek rivayetler
verilir, fakat sözler zayıftır. İmamların (a.s) melekût-i boyutunu, imamların
(a.s) manevi ve semavi boyutunu ifade etmeliyiz. Bu, takiye yapacağımız ya da
saklayacağımız şeylerden biri değildir. Hayır, imamların (a.s) bu manevi ve
semavi yönünü söylememiz gerekir. Tıpkı Peygamber'in (s.a.a) kendisi hakkında
da söylediğimiz gibi. Onların masumiyeti meselesini, Allah-u Teala ile irtibatı
meselesini, meleklerle irtibatı meselesini manevî anlamda velayetlerini
söylemeli ve anlatmalıyız. Bu açıdan güçlü bir ilmi çalışma yapılması
gerekmektedir.
İkinci husus ise sizlerin de değindiği gibi, İmamların (a.s)
sözlerinin ve derslerinin çeşitli alanlardaki yönüdür. Yaşamdaki sorunlar
meselesi, insanın ihtiyaç duyduğu çeşitli konulardan bazılardır ve ahlak,
sosyal hayat, din ve ahkâm konusunda imamlarımızın sözleri ve ekolleri vardır
ve bunların açıklanması gerekir. Bu yönlerden pek çoğuna dikkat etmiyoruz.
Dünyada bunun gibi birçok mesele vardır.
Şimdi mesela hayvanların korunması konusunu düşünelim.
Bakın, hayvanların hakları konusuna imamların rivayetlerinde ne kadar çok
değiniliyor. Eğer dünyada bu gündeme getirilse, söylense ve tanıtılsa bu çok
önemli bir şeydir. Bakalım şimdi bunu hangimiz düşünüyoruz? Hangimiz bu konuyu
takip ediyoruz? Ya da sosyal hayat konusu, Şii olmayanlar ve gayrimüslimlerle
iletişimle ilgili temalar, bütün bunlar rivayetlerimizde Kur'an-ı Kerim'e
dayanarak zikredilmektedir. Örneğin, şöyle buyurulmaktadır: “Allah,
din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere
iyilik etmekten ve onlara karşı âdil davranmaktan sizi yasaklamaz.”(Mümtehene/8)
Bunlar defalarca tekrarladığımız ve defalarca söylediğimiz
sözlerdir. Bunlar imamların sözleriyle ifade edilmeli ve aktarılmalıdır. Bunca
kitabımız var. Mesela 100’den fazla cildi olan Bihau’l Envar var ve bunun gibi
birçok kitap var ama bunlar artık belirli sınırlar içindeler.
O gün şu şiiri okudum:
Sen fıçının içindeki saf ve nâb bir şarap gibisin
Ama kadehte görünmedikten sonra ne faydası var
Bu şarap kullanılabilmesi için kadehte getirilmelidir. Bu saf ve katıksız şarap, bizlere imamlardan (a.s)
ulaşan hayatımızın öğretileridir ama fıçıdadır ve üzerini
kapatmışız, eskiler fıçının ağzı açık kalınca üzerine tuğla koyup
kapatırlardı, biz de aynı böyle yaptık. Böyle olmaz. Bunun günün diliyle,
teknik dille, doğru yöntemlerle dünyaya yansıtılması gerekiyor. Günümüzde
dünyayla iletişim kolaylaştı; Yani burada oturup bir düğmeye basıyorsunuz ve
dünyanın en uzak köşesinde, Avustralya'da, Kanada'da, Amerika'da, herhangi bir
yerde, kimin sizi duymasını istiyorsanız, duyuyor, bu çok önemli bir şey. Bu
yöntem kullanılmalıdır; Ancak dil önemlidir; Hangi dille ifade etmek ve
açıklamak istiyorsunuz? Bu, imamların (a.s) tanıtılmasında izlenmesi gereken
yolun ikinci kısmıdır.
Üçüncü kısım siyaset konusudur. Ben de imamların (a.s)
hayatlarını incelediğimde bunu yaptım ve temel olarak imamların (a.s)
yaptıklarını ve yapmak istediklerini inceledim. Siyaset bölümü çok önemli bir
bölümdür. İmamların (a.s) politikası neydi? İmamların (a.s) bütün bu
makamlarla, sahip oldukları bütün bu ilahi mertebeyle ve sahip oldukları ilâhî
emanetle yetinmesi gerekiyor, mesela belli bir miktar hükmü söylemekle, bir
miktar ahlâk ve benzeri şeyler söylemekle yetinmesi gerekirdi diye düşünülüyor.
Tam anlamıyla teveccüh edildiğinde bu asla insan için anlaşılabilir bir şey
değil. İmamların (a.s) büyük hedefleri vardı. Onların asıl hedefi İslami bir
toplum yaratmaktı. İslam egemenliği sağlanmadan da İslam toplumunun kurulması
mümkün olamayacaktır. Yani İmamlar (a.s) İslam hâkimiyetinin peşindeydi.
İmametin önemli bir yönü şudur; İmamet, dinin ve dünyanın riyaseti, madde ve
mana riyaseti demektir, yani özü işte bu siyasetten ve ülkenin idaresi ile
hükümetin idaresinden ibarettir ve bütün imamlar (a.s) bunu takip etmiştir.
Yani istisnasız bütün imamlar (a.s) bu yolu takip etmişlerdir. Ama hepsi farklı
yöntemlerle, farklı dönemlerde, farklı yollarla ve çeşitli kısa vadeli
hedeflerle bunu yapmışlardır ama hepsinin uzun vadeli hedef aynıdır.
Şimdi Hz. Rıza (a.s.) ile ilgili bir cümle söyleyeceğim,
sonra bir cümleyi açıklayacağım. Mesela İmam Sadık (a.s.) döneminde o hazrete
(a.s) “Neden kıyam etmiyorsunuz?” denildi. Rivayetlerde defalarca geçmektedir
ve görüyorsunuz defalarca “Neden kıyam etmiyorsunuz” diye soruluyor. İmam Sadık
(a.s) ise herkese farklı delil ve şekillerde cevap veriyor. Peki, o Hazrete
(a.s) neden bu kadar çok “Neden kıyam etmiyorsunuz” diye soruluyor? Çünkü o
Hazret (a.s) kıyam edecekti ve bunu Şiiler biliyordu ve bu Şiiler arasında çok
açık ve net bir konuydu.
İmam Hasan’a (a.s), “Neden barış yaptınız?” diye itiraz
ettiklerinde, İmam Hasan’ın (a.s) cevaben söylediği şu söz defalarca
nakledilir, İmam şöyle buyurmuştur: “Bu işin bir zamanı var ve siz
bilmiyorsunuz? Yani bu bir vaattir.” Daha sonra İmam’ın (a.s) rivayetlerinde bu
vaat ortaya çıkıyor. Rivayetlerde şöyle geçmektedir: “Nitekim Allah bu olayları
70. yılda gerçekleştirecektir.” İmam bunu 40 ve 41 yılında söylemişti ve 70
yılında kıyam gerçekleşecek ve İslami hükümet kurulacaktı. Bunun gerçekleşmesi
Allah’ın takdiriydi. Daha sonra İmam şöyle buyurdu: “İmam Hüseyin (a.s) şehit
edildiğinde Allah’ın azabı tüm yeryüzünü kaplayacaktır ve bu yüzen Allah bunu
ertelemiştir.”
İmam (a.s) 60-61 yılında şehit olunca bu iş ertelendi. Bu 70
yılında olacaktı ama İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden ve dış etkenlerden
dolayı bu iş geriye çekildi. Rivayette “Allah’ın azabı yeryüzünü kaplayacaktır”
tabiri kullanılmaktadır ama bu azap ve doğurduğu şeyler, bu dış etkenlere ve
ortak sebep ve faktörlere bağlıdır. Bunun en genel sebebi, yine rivayetlerde
okuduğumuz gibi şöyledir: “Üç kişi dışında herkes İmam Hüseyin’den (a.s) sonra
döndü.” Burada “dönmek” dinden döndü anlamında değildir. Yani İmam Hüseyin’den
sonra Şiiler gittikleri yoldan döndüler anlamındadır. Yani bu durumda nasıl
gidilebilir ki? Ama Yahya Ümmü Tavil ve iki kişi dışındaki herkes döndü. Bu üç
kişi dışında kimse kalmadı. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Daha sonra
insanların sayısı arttı ve çoğaldı.” İmam Seccad'ın (a.s) ve ardından Hazreti
Bakır'ın (a.s) 30 yıllık yoğun çalışması sonucu bu sayı arttı.
Okuduğum bu rivayetin devamında “Allah-u Teâlâ’nın 70
yılında gerçekleşmesi gereken hükümet meselesini 140 yılına ertelediği geçiyor.
140 yılı İmam Sadık’ın (a.s) yaşadığı dönemdir ve 148 yılında vefat etmiştir.
Bu konu Şiiler arasında söylenmektedir. Tabi hazret (a.s) daha sonra bu
gecikmenin nedenini yine bu rivayette şu nedenlerden dolayı gecikti şekline
zikretmiştir. Rivayette geçmektedir, İmam’ın en yakınlarından olan Zürare,
Kufe’dedir ve bildiğiniz üzere Kufelidir ve Kufe’de yaşamaktadır. Zürare İmam’a
(a.s) bir mektup yazarak şöyle demiştir: ‘"Halktan bir arkadaşımız burada
borç sıkıntısı içinde ve hükümet onu borcundan dolayı tutuklamak istiyor. Bu
kişi bir süredir tutuklanmamak için kaçak yaşıyor ve eşi ve çocuğundan uzakta.
Şimdi size sorum şu: "Bu emir" ("Bu emir" birçok hadiste
tekrarlanıyor) yani hükümet meselesi, eğer bir iki yıl içinde olacaksa, bu
kişiye siz gelip bu işi çözünceye kadar beklemesini söyleyelim ama bu konu bir
iki yılda olmayacaksa, arkadaşlarla bir araya gelip para toplayalım ve bu
zavallının borcunu ödeyelim ki evine ve ailesinin yanına dönsün.” Bunu Zürare
soruyor. Bu şaka değil. Zürare neden bunun bir veya iki yıl içinde
gerçekleşebileceği ihtimalini veriyor?
Yine Zürare’den nakledilen başka bir hadiste şöyle
buyuruluyor: “Vallahi ben bu minberin üzerinde Cafer'den başkasını görmüyorum.”
E’vad yani minber ve minberin sütunlarına denilmektedir. “Ben minberin bu
sütunların üzerinde Cafer’den başkasını görmüyorum.” Yani Hazretin (a.s)
geleceğine ve hilafet minberine oturacağına yakin ediyordu. Yani bu beklenti
vardı. Tabi ki tıpkı ayette buyurulduğu gibi (“Allah dilediğini siler,
dilediğini de yerinde bırakır; ana kitap onun katındadır”/Rad39). İlahi
takdir budur ama kaza bu değildir. İlahi kaza, yani sabit olan kesin karardır.
Özetle, İmamalar (a.s) bu konunun peşindeydiler ve bu çok önemli bir konudur.
Şimdi bu alanda İmam Rıza’nın (a.s) rolünün ne olduğunu
görebilirsiniz. Şimdi elbette sizin (Kongre Başkanı Hüccetü’l İslam
Ahmmet Mervi’yi kastediyor) yaptığınız o konuşmanın içeriğini
hatırlamıyorum; Ondan önce ilk yıl Meşhed'e bir mesaj göndermiştim ve o mesajda
İmam Rıza’nın veliahtlığı kabul etmesi konusunu analiz etmiş ve şöyle demiştim:
“Aslında bu akıllı, kurnaz ve çok zeki bir olan Me’mun ile İmam Rıza arasında
bir savaştı. Me’mun başta “Hilafeti veriyorum” dedi. Başta veliahtlık değildi.
“Ben hilafeti sana vereceğim” dedi. İmam (a.s) kabul etmedi. Me’mun ısrar etti
ve sonra “Madem kabul etmiyorsun, o zaman veliahtlığı kabul et” dedi. Me’mun’un
böyle yapmasının nedeni neydi? Ben mesajımda Me’mun’un bunu yapmasındaki dört
beş nedeni ve hedefi açıkladım. İmam daha sonra kabul etti ve ben İmam’ın nasıl
kabul ettiğini ve neden bunu yaptığını ve bunu yapmasının ne gibi faydaları
olduğunu da açıkladım. Bu çok büyük bir harekettir ve İmam ve Me'mun arasında
olağanüstü bir iç savaş, yani aslında siyasi bir savaş başlamış ve bu savaşta
İmam (a.s), Me'mun'u ezmiştir. Yani İmam (a.s) öyle bir şey yapmıştır ki Me’mun
ezilmiştir, öyle ki İmam’ı öldürmek zorunda kalmıştır. Yoksa başta durum böyle
değildir ve İmam’a (a.s) hürmet etmekte ve bu doğrultuda şeyler yapmaktadır.
Ben Me’mun’un neden böyle bir şey yaptığını, bunun ona ne faydası olduğunu ve
bunları yaparken kafasından neler geçtiğini o mesajda açıkladım. O zamanlar biz
de sizin gibi, Allah'a hamd olsun gençtik takatimiz vardı ve yapıyorduk bunları
ama şimdi bunlardan tamamen uzaklaştık.
Dolayısıyla İmam Rıza’nın (a.s) ve diğer imamların (a.s)
hayatındaki bu üç kısmın açıklanması gerekir. Sizin hüneriniz, öncelikle bu üç
parçayı çıkarmak, ikincisi, onları abartı ve ifrattan ve mantıksız sözlerden
arındırmak, üçüncüsü ve hepsinden önemlisi, uygun dille, günün diliyle, Şii
olmayan ve hatta Şii muhatapların anlayabileceği bir dille açıklamaktır, çünkü
bazı gençlerimizin bu konulara olan mesafesi, Şii olmayanların ve
gayrimüslimlerin bu konulara olan uzaklığından az değildir ve hiçbir bilgileri
yoktur. Kanaatimce, eğer bu iş yapılırsa artık bu konular sadece toplantı,
konuşma vb. ile kalmayacak ve somut faydalar sağlanacaktır.
Allah’ın selam rahmet ve bereketi üzerinize olsun.