Dylan'ın şarkısında söylendiği gibi, “sen bu kadar sessiz
olmaya çalışırken gecenin dümen çevirmesi gibi”dir bu. 2003 yılında, Şok ve
Dehşet operasyonundan ve Bağdat'ın düşmesinden birkaç gün sonra, Asia Times
için Uday Hüseyin'in bombalanan sarayını ve babasının doğum yerini incelemek
için Tikrit yoluna düşmüştüm. 14 yıl sonra bu mekân, korku evine dönüşmüş
saraylardan biri olacaktı.
Speicher katliamı, Musul'un düşüşünden yalnızca birkaç gün
sonra Daeş tarafından korkunç bir şekilde sahnelendi – ve filme çekildi. Farklı
eyaletlerden gelen ve çoğu Şii olan 10 bin Irak Ordusu acemi eri, yakınlardaki
bir Hava Kuvvetleri akademisinde eğitim alırken, Daeş'in selefi-cihadçı kiralık
katilleri Tikrit dolaylarındaki bazı Sünni aşiretler tarafından “kurtarıcılar”
olarak görülüyordu.
Daeş'in hızla ilerlemesi ve Irak Ordusu'nun o dönemde
çözülmesiyle, genç çocuklara sivil kıyafetler giymeleri, silahlarını
arkalarında bırakmaları ve evlerine gitmeleri söylendi. Onlar kelimenin gerçek
anlamıyla kendi eyaletlerindeki evlerine giderken, Daeş'in ölümcül tuzağına
düştüler. Nazi dönemini çağrıştırır bir şekilde gençler Sünniler ve Şiiler
olarak ayrıldı – Şiiler, onları evlerine “taşıyacağı” söylenen kamyonlara
yığıldı. Gerçekte ise solmakta olan Saddamcı mimarinin çerçevesini oluşturduğu
bir öldürme sahası olacak yere götürülüyorlardı.
Dehşet, dehşet
Bu satırları yazdığım sırada rüzgarsız bir Pazartesi
akşamının geç saatleri ve ben Daeş'in propaganda videosundaki yürek parçalayıcı
görüntülerde görülen, katliamın gerçekleştiği alanlardan biri olan ürkütücü
derecede sessiz noktalardan birinin tam üstündeyim. Tikrit katliam soruşturma
komitesinin resmi temsilcisi Haydar Atamiri, neredeyse gözyaşlarıyla, “bu
bölgedeki bütün aşiretler bunun parçası oldu” diye yemin ediyor. Katliamın bir
“Saddam ikonasında” gerçekleştiği ve bunun “Saddam'ın ölümünün intikamı” olduğu
kanaatinde.
Üç cihadçı, acemi erleri kafalarının arkasına kurşun sıkarak
hızlı bir şekilde öldürürken, Daeş liderleri bu korkunç ritüeli bir balkondan
izliyordu. Bugün balkonun çevresinde, ölenlerin resimlerinin bulunduğu sessiz
mezarlar var. Şu ana kadar 1907 kurban teşhis edildi – bunların çoğu Irak'ın
Şii çoğunluklu ve/veya yoksul vilayetlerinden (örneğin Babil'den 382,
Divaniye'den 254, Kerbela'dan 132, Diyala'dan 119, Necef'ten 99 kurban
var.)
Atamiri, o tarihte yerel sakinlerin 90 civarında ceset
bulduğunu, “geri kalanların Dicle Nehri boyunca atıldığını” söylüyor.
Yakınlarda Daeş'li kiralık katiller “hendekler kazdı, buldozerler kullandı ve
cesetleri kayalarla örttü.” En az 14 toplu mezar bulundu, bunlardan 13'ü
“şimdiden kazıldı”. İki toplu mezar daha tanımlandı, “ancak henüz tam manasıyla
kalıntılara ulaşılamadı.”
Irak Sağlık Bakanlığı'nın rakamlarında ise ölü sayısı 1,935
olarak veriliyor: 994 ceset bulunmuş, 527'si kesin olarak teşhis edilmiş,
467'si inceleniyor ve 941'i halen kayıp.
İnsan kalıntıları için sistematik bir araştırma ancak Mart 2015'te –
katliamdan sekiz ay sonra - Tikrit nihayet Bağdat'a bağlı güçler tarafından
geri alındıktan sonra başladı.
Ramadi veya Musul'la karşılaştırıldığı zaman Tikrit epey az
hasar aldı, zira Büyük Ayetullah Sistani'nin 2014'teki fetvasıyla hayata
geçirilen Haşdi Şabi, diğer adıyla Halk Seferberlik Birimleri (HSB) tarafından
geri alındı. Atamiri, kesin bir dille “Haşd, Tikrit'i kurtaran tek güçtü”
diyor. Ve hayati bir önem taşıyacak şekilde, şehri kurtaran bu savaşçılar Şii
değil, Sünni idi.
Tikrit Valisi Raid el-Ceburi'nin oğlu, Selahaddin HSB
tugaylarının lideri ve aynı zamanda tarihsel olarak Saddam Hüseyin karşıtı olan
önde gelen Sünni ailelerden Ceburi ailesinin bir ferdi olan Yezen Meşan
el-Ceburi, daha önce Bağdat'ta “Yerel aşiret liderleri Haşd'ın çalışmasını
teşvik etti. Irak'ın siyasal sistemine inandığımızı anladılar” diye teyit
etmişti. HSB güçlerinin yaklaşık üçte biri – toplamda 20 bin savaşçı – Sünni.
El-Ceburi'nin vurguladığı gibi, “Tikrit kendi halkına geri döndü. Tikrit Üniversitesi
de korundu.”
Irak'ın karmaşık aşiret satranç tahtasında oluşan yerel
konsensüse göre Vehhabi tonlar taşıyan bazı aşiretlerin Speicher katliamının
parçası olduğu kesin, fakat bu toplu bir Sünni davranışına dönüşmedi. Daeş
Sünnileri de öldürdü ve Sünniler en azından birkaç Şii'nin kaçmasına yardım
etti.
Atamiri kararlı bir dille, “yalnızca Haşd bizimle durdu.
Şimdi onlar barışı koruyorlar ve hiçbir türden yargısız intikama izin
vermeyecekler” diyor. Ufuktaki savaşı “aşırıcı ideolojiyi ortadan kaldırma”
ihtiyacı çerçevesinde değerlendiriyor ve Daeş üyesi bazı cihadçıların
yakalandıkları zaman “pişmanlık göstermeye çalıştıklarını” söyledikten sonra,
“fakat bizim buna inanmamız çok zor. Ve içlerinden bazıları şimdi Avrupa
ülkelerinde yaşıyor” diye belirtiyor.
Öldürülen gençlerin aileleri sessizce çocuklarının
resimlerini taşıyor ve “uluslararası kurumlardan bir şeyler yapmalarını”
istiyor. Bir konuda hepsi aynı fikirde: “uluslararası toplumun” verdiği yanıt
utanç verici oldu. Ancak Tikrit katliamını araştırma komitesi Speicher'in
hatırasını canlı tutmaya söz veriyor. Kurbanların aileleri, yardım istemek ve
birkaç aile için akıl sağlığı desteği aramak için Cenevre'ye gitmiş; Haziran
2018'de yine gitmeyi planlıyorlar.
Bu, Irak'ın son otuz yıldaki en yıkıcı kâbuslarından biri
oldu. Bunca kederden sonra, hangi bağışlayıcılık?
Günahlardan arınmaya doğru yürümeye devam etmek
Bu mümkün. Istıraptan sevince. Necef'ten – Irak'ın
"Vatikan"'ı, İslam'ın dördüncü en kutsal şehri – Kerbela'ya, İmam Hüseyin'in şehadetinin “40. Günü” olan
Erbain esnasında siyahlara bürünmüş milyonlarca kutsal ziyaretçiyle yan yana
yürümeye kıyasla, karanlık ve ışık arasında daha keskin bir karşıtlık
görülebilecek bir yer yoktur.
Necef-Kerbela yolunda, sayısız çadır, çay ocağı, o anda
yapıverilmiş ve sevinç içinde süslenmiş lokantalar birbiri ardına dizili.
Birdenbire kendimizi tarihin en büyük insan buluşmasının girdabında buluyoruz:
Mekke'ye yapılan ve 1,5 milyon kişinin katıldığı yıllık Hac yolculuğunu epey
geride bırakacak şekilde, burada yaklaşık 20 milyon insan var. 2003 yılında,
Bağdat'ın düşüşünden birkaç gün sonra çıktığım kendi kutsal yolculuğumun
anlatısı burada bulunabilir.
Parıldayan, ışığın kırıldığı görkemiyle İmam Ali türbesinin
içinde olmak başlı başına bir dinsel deneyim ve Şiilerin kurtarıcı acı çekme
ritüelinin en yüceltilmiş halidir (Erbain hakkında bilgi edinmek isteyen
okuyucular, araştırmacı Seyyid Hüseyin Muhammad Caferi'nin Şii İslam'ın Kökenleri ve Erken Dönem
Gelişimi isimli kitabına bakabilir).
Tüm ihtişamıyla İmam Ali türbesi, en yüksek mertebede, büyük
ölçüde Büyük Ayetullah Sistani'de (ofisi yakınlardaki dar bir patikada)
tecessüm eden merciiyye – dinsel taklit kaynağı – tarafından, pratikte ise bir vakıf tarafından
yönetiliyor. Bu vakfın sekretaryasına göre “türbeye 20 milyondan fazla insan
kaydoldu”.
Necef, Daeş'e karşı savaşın on binlerce mültecisine
kapılarını açtı – Anbar eyaletinden Sünniler, Tel Afer'den Şii Türkmenler,
Hıristiyanlar. “Şimdi, pek çok kişi kendi toplumuna geri dönüyor.” HSB'ler
inanılmaz derecede popüler – bayrakları her yerde, siyah İmam Hüseyin ve çok
renkli İmam Ali bayraklarının yanında dalgalanıyor.
Türbe, en azından Speicher katliamı kurbanlarına yardım
etmiş olmaktan gurur duyuyor: “hükümet yetersiz kalmış olabilir.”
Geçen hafta, kutsal yolculuğun başlangıcında Necef'teydim.
Fakat Erbain'in zirve noktası bugün, 10 Kasım. Ve bu, tarihsel koşulların en
olağanüstü olanında – Daeş'in nihai yenilgisi esnasında – oluyor.
Suriye Arap Ordusu Çarşamba günü, Daeş'in Suriye'de elinde
tuttuğu son kasaba olan Elbu Kemal'i geri aldığını duyurdu – bu, Irak
güçlerinin buranın sınırdaki kardeş kasabası olan El-Kaim'i geri almasının
hemen ardından geldi. Bağdat'ta, Necef'e doğru yola çıkmadan önce üst düzey bir
HSB komutanı bana El Kaim'in geri alınmasının “birkaç günlük bir mesele” olduğu
teminatını vermişti: bittikten sonra bu somut olarak, dört günde olmuş oldu.
Bunların hiçbiri Batı medyasının ilgisini çekmiyor. Sahada
Daeş'e karşı elde edilen nihai zafer, Suriye'de Suriye ordusu tarafından ve Rus
stratejisinin yardımıyla, Irak'ta ise Irak ordusu ve Halk Seferberlik
Birlikleri tarafından gerçekleştirildi. Suriye ve Irak kuvvetleri sembolik bir
şekilde, sınırda yeniden bir araya geldi.
Bu esnada, tam şu anda, milyonlarca ruh – Iraklılar,
İranlılar, Afganlar, Pakistanlılar, Kuzey Afrikalılar, Orta Asyalılar, Fars
Körfezi ülkeleri vatandaşları – Necef'ten Kerbela'ya yapılan dev ve ruhların
içini temizleyen bir yürüyüşle sükûnet buluyor. Manevi kurtuluşla siyasi beyanı
kaynaştıracak şekilde en doğru sözü söyleyen bir ziyaretçinin bana hafif bir
tebessümle söylediği gibi, bu yürüyüş aynı zamanda “terörizme karşı bir
protesto”.
Çeviri: İlyas Halitoğlu
Medya Şafak