Bu açıklamalardan sonra şimdi sadede gelecek olursak: 11
Şubat 1979 tarihinde İslâm Devrimi gerçekleşince doğal olarak başta büyük
şeytan ABD ve Siyonist çetenin sömürü vantuzları İran coğrafyasından kesilmiş
oldu. Buna tahammül edemeyen emperyalist ABD ve Siyonist çete, bu devrimin
diğer Müslüman ülkelerde domino etkisi yapmaması için çok yönlü entrikalarla
birlikte asıl olarak "mezhep fitnesini devreye sokmuş oldular. Müslüman
halklar bu devrime öykünmesin, bu devrime sempati duymasın, hatta bu devrime düşman
olsunlar diye matbuatlarını ve medya kuruluşlarını harekete geçirdiler.
Maatteessüf ki, ABD ve Siyonist çete istedikleri minvâl üzere kendilerine
hizmet edecek taraftar bulmakta zorlanmadılar. Zira bir tarafta tevhidî
değerlerden, imâna taallûk eden vahdet anlayışından ve ümmet kardeşliğinden bi
haber olan cahil halk kitlesi, diğer taraftan taassub ehli/mezhep fanatiği olan
cemaat ve tarikat liderleri bu işe teşne olarak devreye girmiş oldular. Bunları
ABD'nin ve Siyonist çetenin fonlamasına da gerek yok. Bunlar gönüllü bir
şekilde din adına bu düşmanlığı körüklemektedir. Fıkhi farklılıklara yüklenmiş
tezvirat içerikli anlamlar bunlar için "kaçırılmaz malzeme" olarak
görülmektedir. Yaptıkları iş, bu farklılıklar üzerinden "tekfir" silahını
kullanmak. Bundan sonrasında ise dışlamak, ötekileştirmek kolay. Nasıl olsa
ellerinde "tekfir" kaşesi var. Cahil halk kitlesini bu şeytanî plâna
angaje etmek kolay. Bu gelişmeler sonucu, bir medya çalışanı olarak sokak
röportajlarında böylelerine fazlasıyla tanık olmaktayız. Özellikle Gazze
direnişine hangi ülkelerin fiîlen (eğitim, silah ve mühimmat ile) yardımcı
olduğunu sorduğumuzda bildikleri hâlde geçiştirip cevap vermiyorlar. Biz
söylediğimizde ise inkâra yeltenip "tiyatro" ve "danışıklı dövüş"
metaforunu devreye sokuyorlar. Hakikate kör ve sağır olmak böyle bir şey olsa
gerek. Nice bedeller ödenerek amansız bir mücadele veriliyor, Siyonist çeteye
darbe üzerine darbe vuruluyor fakat bu kesim tarafından bütün bunlar
görülmüyor...
Şu da bir gerçek ki, Siyonist çete güçlü olduğuna ilişkin
imajı sarsılmasın diye Direniş Cephesi'nden yediği darbeleri örtbas etmeye
çalışıyor. Ölü sayısını gizliyor. Ayrıca "acımadı ki" metaforunu
kullanıyor. Aslında düşman cephesinin kullandığı aldatıcı taktikler normal bir
durum. Siyonist düşman, dostları nezdinde imajı zedelenmesin diye bunu yapıyor.
Ancak bizim ana akım medyamızın Siyonist çetenin yediği darbeleri görmezden
gelmesine anlam veremiyoruz. Aynı şekilde bir takım cemaat liderleri ve sözüm
ona hocaefendiler kendi müntesiplerine (Direniş Cephesi'ni konsolide eden ve
sahada bizzat bulunan) İran'ın ve Hizbullah'ın vurduğu darbeleri
"tiyatro" ve "danışıklı dövüş" olarak anlatmaktadırlar. Bu
yaklaşım hakikatin örtbas edilmesi anlamına gelmektedir. Rabbimiz Bakara
Sûresi'nin 42'nci ayetinde şöyle bir uyarıda bulunuyor: "Hakkı bâtılla
örtbas etmeğe kalkışmayın ve bile bile gerçeği gizlemeyin."
Bu davranış bir yönüyle "itibar cellatlığı"
olmaktadır. Bu nasıl bir düşmanlıktır ki, böylesine çirkin, böylesine hamaset
dolu tezviratlara gerek duyuluyor?
Bir başka garabet örneği ise bu vebâlin farkında olmamak.
Ana akım medyanın yapıp ettiği tezviratları anlamak mümkün! Çünkü onların
ahiret hassasiyeti yok gibi; fakat cemaat liderlerinin ve bir takım
hocaefendilerin tutum ve söylemlerine anlam vermekte zorlanıyoruz. Ahiret
korkusu, hesap endişesi olan bir insan nasıl olurda mezhep taassubu üzerinden
böylesi yalan, iftira ve tezviratlara tenezzül ve tevessül eder? Müslüman
şahsiyetin en önemli hassasiyeti kul hakkına riayet etmesidir. Aleni bir
şekilde kul hakkını ihlâl etmek kişiyi Müslümanlık vasfından uzaklaştırır.
Hatta kişiyi din dairesinin dışına çıkarır ve şirke sokar. Çünkü Yüce Rabbimiz
biz Müslümanları Hucurat Sûresi'nin10'ncu ayetinde "kardeş" olarak
tavsif ediyor; Enbiya Sûresi'nin 92'nci ayetine ise "bir tek ümmet"
olarak nitelendiriyor. Hukukî anlamda böylesi bir iltisak ve aidiyetin muhatabı
olan Müslümanların büyük bir rikkat ve hassasiyet içerisinde olmaları
gerekmiyor mu? Ümmet birlikteliğini engelleyici her yaklaşım fitnedir. Bakınız,
Rabbimiz fitne konusunda nasıl bir uyarıda bulunuyor: "Fitne katlden
beterdir." (Bakara: 191)
Müslümanları ahirette kurtaracak olan Allah Teâlâ'nın
rızasına uygun amelleridir. Hiç kuşkusuz, Allah Teâlâ'nın kerih gördüğü
ayrıştırıcı yaklaşımları mezhep üzerinden üretilecek mazeretler temize
çıkarmayacaktır. Zira Allah Teâlâ'nın öncelikli buyruğu vahdettir. "Toptan
Allah'ın ipine sarılın. Tefrikaya düşmeyin, dağılıp ayrılmayın." (Al-i
İmrân: 103)
Yüce Rabbimiz grupçuluğu, hizipçiliği şirk ve dinden inhiraf
olarak tanımlıyor.
"O müşrikler dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri
de parça parça olmuşlardır; ki her hizip kendi taraftarlarıyla övünüp sevinç
duymaktadır." (Rum: 32)
"Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de
gruplaşanlar, sen hiçbir şekilde onlardan değilsin." (Enâm: 159)
Müslümanların kardeşlik bilinci ile nasıl bir uhuvvet
içerisinde olmaları gerektiğini ve kardeşleri hakkında Rablerine nasıl bir dua
ve niyazda bulunmaları gerektiğini şu ayette görüyoruz:
"Onlardan sonra gelenler: 'Ey kerim Rabbimiz, bizi ve
bizden önceki mümin kardeşlerimizi bağışla! İçimizde müminlere karşı hiçbir kin
bırakma! Duamızı kabul buyur. Ya Rabbena, çünkü Sen raufsun, rahimsin! (şefkat
ve ihsanın son derece fazladır)' derler." (Haşr: 10)
Mezhep üzerinden İran düşmanlığını körükleyenler bu uyarı
ayetlerini okumuyorlar mı? Ayetlerin tefsiri mahiyetinde Sevgili Peygamberimiz
buyuruyor ki: "İmân etmedikçe cennete giremezsiniz birbirinizi sevmedikçe
imân etmiş olamazsınız."
Şunu da ifade etmiş olalım ki sevmek kişinin günah ve
yanlışını tasvip etmek anlamına gelmez.
Müslümanlar arası diyalog ve uhuvvet imâna taallûk eden bir
vecibe olmakla birlikte, Rabbimiz çıtayı daha yüksek tutarak gayri müslimlerle
bile iyi ilişkiler geliştirmemizi salık vermektedir: "Dininiz hususunda
sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmaya teşebbüs etmeyen
gayrimüslimlerle iyi ilişkiler geliştirmenizi Rabbiniz men etmemektedir." (Mümtehine:
8)
Gayrimüslimlerin emperyalist olmayanlarıyla iyi ilişkiler
geliştirmemiz salık verilirken mezhebi ayrı diye Müslüman kardeşlerimizi nasıl
dışlayabiliriz, onlara nasıl husumet besleyebiliriz? Bu Allah'a reva mıdır? Bir
İran düşmanlığıdır gidiyor. Bunun vebâli büyük. Darb-ı meselde boşuna denmemiş,
"Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder." Bazı hoca
müsveddeleri mezhep üzerinden kullandıkları tezvirat ve iftiralar ile
müntesiplerini İran İslâm Cumhuriyeti'ne karşı kin ve düşmanlığa tahrik ediyor.
Bunu kendilerince mezhep üzerinden oluşturdukları din anlayışlarını savunma
refleksi ile yapıyorlar. Fakat farkında değiller, büyük şeytan ABD'ye ve
Siyonist çeteye hizmet ediyorlar. Çünkü düşmanın istediği ümmet bünyesinde
tefrika çıkarmak. Özellikle mezhebi farklılıkları niza ve husumet konusu yapıp
Müslümanları birbiri ile çatıştırmak istemektedirler.
Müslümanlar olarak bu oyuna gelmemek için feraset sahibi
olmalıyız. Ümmet kardeşliği bilincine sahip olmalıyız. Tevhidî değerler
muvacehesinde birliktelik Allah Teâlâ'nın imâna taallûk eden bir emridir. Buna istinaden mezhebinden dolayı İran'a
husumet beslemek, onun Filistin için yapıp ettiklerini yok saymak veya
görmezden gelmek küfür ve şirk musibetini beraberinde getirir. Baştan beri bu
tehlikeye dikkat çekmeye çalıştık. Vesselâm...