Sovyet Rusya ve ABD’nin dünyanın yeni ‘merkezi kuvvetleri’
olarak zuhur ettiği, İkinci Dünya Savaşı olarak adlandırılan hadise 7-8 Mayıs
1945’te Avrupa’da son ermişti. Kapitalist Dünya ile Sosyalist Dünya ortak
düşman Almanya Nazi ve İtalya Faşist rejimlerine karşı aynı cephede yer aldı.
Bugünkü İsrail’in temellerinin inşa edilmesinde, Katolik ve
Protestan Avrupa sermayesi misali sömürgeler peşinde koşan Avrupa-ABD Siyonist
‘’Yahudi’’ sermaye zümresinin, ABD, İngiltere ve hatta Almanya Nazi devletinin
katkılarını biliyoruz.
Nasıl ki İkinci Dünya Savaşı, Kapitalist Cephe ile Sosyalist
Cephenin önce işbirliğine, ardından rekabeti, mücadelesi ve savaşına
evirildiyse, Kapitalist Cepheyi oluşturan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya,
İtalya ve bilumum müttefik iken nasıl birbirlerini parçalayan canavarlara
dönüştüyse benzer bir durum bugün ABD’nin Ukrayna Savaşı ile teslim almak
istediği Avrupa kıtasında ve İsrail’in, Netanyahu’nun açık savaş konsepti ile
bu doktrinden zarar görecek devletler arasında alttan alta fokurdayan bir rahatsızlık
var.
Netanyahu’nun bu savaşı kazanmayacağını gördüler ve gemiyi
ilk terk eden fareler misali kaçış yolu aramaktadırlar. Bunu sağlayan büyük bir
bedel ödeyen ve halen ödemeye devam eden Filistin, Lübnan ve Suriye’dir.
Ancak oyunu tersine çeviren esas kuvvet, sıranın kendisine
geleceği günleri sayanları da şok eden, İran oldu. Kıssadan hisse, İran’ın
oyunun sonunda teslim alınacağını hesaplayanların büyük bir yanılgı içinde
oldukları görüldü.
ÖNCEKİ ADAYLAR ENGELLENDİ
İkinci Dünya Savaşı ve Hitler'in yenilgisi sonrasında
şekillenen dünya misali Netanyahu yenilgisi sonrasında önümüzdeki aylarda
bölgemizin nasıl tanzim edileceğini ve hangi kuvvetlerin bölgemizdeki yeni
Soğuk Savaş döneminde öncü olacaklarını konuşacağız. Hindistan-Pakistan
emsalinde yaşandığı gibi İsrail’in nükleer avantajı ve hava üstünlüğünü
dengeleyecek bir bölgesel kuvvete ihtiyaç var.
Bu atom kuvvetine ulaşmak için önce Irak ardından Suriye
aday oldu. İsrail her iki ülkenin nükleer projelerine ağır darbeler vurdu. Bir
Arap ülkesinin hele ki Arap milli davası güden Irak, Mısır ve Suriye gibi
devletlerin İsrail’e karşı caydırıcı kuvvet olarak var olmalarına yakın-uzak
birçok devlet razı olmadı.
Washington, Batı Avrupa başkentleri, Moskova, başta Suudi
Hanedanlığı olmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi Petro-Dolar
şeyhlikleri, İsrail’i ilk tanıyan ‘’Müslüman Ülke’’ konumuna dönüşen, 1952’den
sonra İsrail’den daha İsrailci kesilen Türkiye, Irak veya Suriye’nin atom
bombasına sahip olması önündeki en önemli engellerdi.
Bu devletlerin İsrail’in 1950’lerden itibaren sahip olmaya
başladığı atom bombasına ve halen üzerinde çalıştığı ondan en az bin kat daha
güçlü olan hidrojen bombasına sahip olmasına karşı hiçbir yaptırımları olmadı.
Tahayyül edin, elinizi başınıza koyun ve derin düşünün Irak,
Suriye, Mısır, Tunus, Cezayir ve hatta Türkiye atom bombasına sahip olamaz ama
tarihi katliam, terör, işgal, kıyım ve arındırma ile dolu İsrail’in atom
bombaları ve daha fazlasına sahip olması coğrafyamızın devletlerini rahatsız
etmemişti. Trajik-komik duruma bakar mısınız?
Bırakın rahatsız olmalarını, İsrail’i bugünkü hadsiz ve
zincirlerini koparmış konumuna getiren, koruyan, kollayan, bölgede Arap milli
davası güden ve İsrail’e karşı ön cepheyi oluşturan doğu Arap devletleri Şam
(Suriye, Lübnan, Filistin) ve Irak ile batı Arap devletleri Mısır, Libya, Tunus
ve Cezayir ile güney Arap devleti Yemen’i zayıflatan, bu ülkeler hakkında
İsrail’e istihbarat aktaran ülkelere dönüştüler.
SEÇİM ZAMANI GELİYOR
Kendilerinin yapması gerekeni ama yapamadığını İran yapınca
da İsrail’i Tahran’a tercih ediyorlar. Ama ve lakin 7 Ekim 2023 ‘’Filistin
toplu intifadası ve Gazze Direnişi’’ ve 1 Ekim 2024’te İran’ın İsrail’i
derinden sarsan manevra kabiliyeti olan ‘Hipersonik füzeleri’ ve Lübnan kara
direnişinin İsrail’in havada gösterdiği başarısına gölge düşürmesi bölgemiz
tarihinde yeni bir çağı müjdeleyebilir.
Netanyahu’nun bölgemiz için arzuladığı bir yeni bölge ve
dünya nizamı var ya sanırım 5 Ekim’de İran’da hasıl olan ve 5 büyüklüğünde bir
depreme sebep olan büyük ihtimalle İran’ın atom bombasına sahip olduğunu
müjdeleyen hadisenin Netanyahu, ABD ve Körfez Petro-Dolar hanedanlıklarının
uykusunu kaçırdığı aşikar.
Atom bombası İsrail’in bölge devletleri üzerinde caydırıcı
olmasını sağladı. İran’ın bu nükleer silaha sahip olması ise Soğuk Savaş
dünyayı nasıl ki Washington-Moskova arasında seçim yapmaya zorladıysa İran’ın
bir nükleer silaha sahip olması, ki Çin ve Kuzey Kore bunu çok arzuluyor,
bölgemiz devletlerini Tahran veya Tel Aviv arasında seçim yapmaya zorlayacak.
Bu yeni dengelerde oyuna güçlü dahil olabilecek yegane
kuvvet Ankara-Şam cephesidir. Kanaatim odur ki, bu cephenin inşa edilmesini
Tahran Moskova’dan daha fazla arzulamaktadır. Pekin de bunu Moskova’dan daha
fazla istemektedir.
Mevcut şartlarda Netanyahu’yu durdurabilecek yegane kuvvet
İran’dır. Aksi durum Netanyahu’nun mutlak zaferi olacaktır. Olan Arap milli
davası, Türk milli davası, İran milli davası, Kürt milli davası ve Ermeni milli
davası güdenlere olacak ve Emperyalizm, Siyonizm ve işbirlikçileri dini-dar ve
etnik bölücü kuvvetlere karşı bir birleşik cephe inşa edemedikleri için büyük
bir bedel ödemek zorunda kalacaklar.
Kendi evladını kurban eden Urbanlar yani Arabi olamayan, mümin olduk demeyin teslim olduk deyin Kuran ayetinin işaret ettiği Bedeviler, Türkiye-Suriye-Irak Milli Güvenlik Mutabakatını hayata geçirmeyenler ve İran’ın Irak ve Suriye’deki nüfuzunu nasıl kısıtlarım, Suriye’yi İsrail’in saldırılarına karşı pasif davranır böylece Şam’ı Tahran’dan ziyade Moskova’ya daha çok bağlarım gibi ucuz taktikler uygulayan Moskova’daki Batı hayranlarını da üzecektir.