Ancak İsrail’in İran’ın nüfuzunu kırabilmesi ve askeri
projelerinde başarılı olabilmesi için ABD’nin desteği hayatidir. Bunun
idrakinde olan İran, ABD ile “denge ve açık kapı diplomasisini, havuç ve sopa
siyasetini” de gayet başarılı işletiyor. Bu politikayı mümkün hale getiren iki
önemli sebep var; ABD eski kudretinde değil. Ayrıca, İran’ın Irak, Suriye,
Yemen, Lübnan ve Filistin üzerindeki etkisini biliyor. Buradaki siyasi ve
askeri müttefikleri ve milis kuvvetleri üzerinden ABD’nin mevcudiyetine zarar
verme kapasite ve kabiliyetinde olduğunu görüyor. İran meselesinde Washington
karpuz gibi ikiye bölünmüş durumda. İsrail’in arzu ettiği İran ile topyekûn
savaşma stratejisine yatırım yapanlar ile İran ile görüşerek ve uzlaşarak çözüm
arayanlar arasında ciddi bir bilek güreşi var;
‘YAVAŞ ÖLÜM’
Birinci grup “yılanın başı” olarak telakki ettikleri İran’ın
belini kırmak, bu sayede Filistin, Suriye, Lübnan, Yemen üzerindeki gücünü
etkisiz hale getirmek istiyor. Bu coğrafyayı din, mezhep ve etnik çatışmalarla
sürekli ama kontrollü bir kriz içinde kalmasını sağlamak amacı güdüyor. ABD’ye
tehdit oluşturacak Rusya, Çin ve diğer devletlerin bu stratejik ehemmiyette
olan coğrafyadaki damarlarını kesmenin dışındaki çözümlerin kendilerine “yavaş
ölüm” dışında bir kazanç sağlamayacağı kanaatindeler. İkinci grupta yer alan
Biden’in heybesinde ise üç plan var; Savaşın Filistin sahasında mahsur
kalmasını sağlamak, Netanyahu rejimini sonlandırarak İsrail’i dönüştürmek ve
varlığını güvence altına almak, iki devletli formül ile Filistin meselesini
halletmek ve başta bölgesel aktörler ile anlaşarak bölgedeki varlığını devam
ettirmek.
Şimdilik ikinci grubun planının devrede olduğunu tespit
ediyoruz. ABD’nin bölgedeki askeri varlığını gözden geçireceği (güncelleme
kararı) ve Filistin devletini tanıyacağı kararını Washington heyetinin İran
tarafına Umman Sultanlığı’nda sessiz sedasız geçen aylarda yapılan ikili
görüşmeler esnasında tebliğ edildiği sır değil. Lübnan Hizbullah’ın, İsrail’in
tüm kışkırtmalarına rağmen, Filistin savaşına müdahalesini sınırlı tuttuğu
gerçeği var. Bu kararın ve gerekçelerinin Beyrut’ta yapılan Hizbullah, HAMAS ve
İslami Cihat görüşmelerinde ele alındığı, İsrail’in savaş kuralları, senaryosu
ve hedeflerine alet olmamak ve İsrail ile mücadele ile savaşın seyrini kendi
kurallarına uygun olması gerektiği önerileri müttefik taraflarca kabul gördüğü
iddiaları var. Buna mukabil Lübnan’a topyekûn bir savaş arzusunda olan
Netanyahu rejiminin tamahlarına da ABD ve müttefik Avrupa devletleri takoz
koymaktadır.
WASHINGTON-TAHRAN MUTABAKATI
Yemen kuvvetlerinin ilk dönemde Kızıl Deniz’i kullanan
İsrail ve ona destek veren tüm ülkelerin ticari ve askeri gemilerine saldırısı
yürürlükteyken, bu saldırıları İsrail bandıralı veya İsrail’e yük taşıyan
gemiler ile sınırlandırmasını da sağlayan Umman Sultanlığı’nda kabul edilen
ABD-İran mutabakatıdır. Suudi hanedanlığı ve Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE)
Şam ile “normalüstü” en yüksek derecede diplomatik ve ticari ilişki bina etme
kararının bu program çerçevesinde gerçekleştiğinin altını çizelim.
Irak hükümetinin ABD’den ülkesindeki askerlerini çekme,
üslerini kapatma taleplerinin de bu programa hizmet amaçlı geldiğini
söyleyenler de var. Bu kararın aslında ikinci grubun pozisyonu ve argümanlarını
kuvvetli hale getirmek için alındığını iddia edenler de var. İkinci grubun,
ABD’nin İsrail’in yanında kayıtsız şartsız durmasının bölgedeki askeri
varlığına karşı saldırıların yalnızca İran’ın bölgedeki milis kuvvetlerinin
eylemleri ile sınırlı kalmayacağı, meşru Irak hükümeti gibi “dost” ülkelerin de
ABD’nin askeri çıkarlarına zarar veren kararlar almaya yol açtığını iddia etme
imkânı sağlayacağı yönünde bir değerlendirme ve kanaat var.
SÜRECİ BALTALAYAN GELİŞMELER
Umman Sultanlığı’nda yapılan ABD-İran müzakereleri
sonrasında, bu görüşmeleri baltalayacak üç önemli gelişme yaşandı; İsrail,
HAMAS’ın sadece askeri personelini değil siyasi temsilcilerini de hedef
alacağını ilan etti. Düzenli olarak Halep ve Şam’ı bombalayan İsrail, Lübnan ve
Suriye’de Hizbullah, İran ve HAMAS’ın üst düzey askeri ve siyasi komutanlarını
öldürdü. Şam merkez ve banliyösü Hz. Zeynep makamının olduğu mekânlarda yer
alan ikamet ve çalışma binalarını füzelerle vurdu. Bu saldırılar İran safında ciddi
kayıplara yol açtı. Tahran, Şam, Bağdat, Sana ve Beyrut nezdinde bu kayıplara
yol açan güvenlik zaafı masaya yatırıldı. Daha önceki yazımızda ayrıntı olarak
değerlendirdiğimiz Suriye üst düzey istihbarat ve bürokraside operasyonlar ve
değişimler yaşandı.
Bu hedeflerin tespit edilmesi, vurulacak hedeflerin takibi
ve bunun düzenli olarak İsrail tarafına aktarılması için Suriye sahasında
mevcut olan mezhepçi, etnikçi örgütler ile şu veya bu sebepten mütevellit
gönüllü devşirmelerin rolü ve sorumluluklarını değerlendirmiştik. NATO
ülkelerinden aldığı yardım, İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri üslerinde mevcut
olan tele-kulak casus istasyonların verileri İsrail’in teknolojik kabiliyeti de
şüphesiz bu operasyonların yapılmasında önemli faktörler.
Ancak kamuoyunda tartışılan ve sorgulanan bir başka olasılık
üzerinde durmamıştık; Rusya’nın bu eylemlere karşı neden pasif kaldığı hususu.
SORGULANAN HAMLELER
NATO üyesi Türkiye’ye S-400 savunma sistemi sağlayan
Moskova’nın Suriye’ye daha önce vermiş olduğu S-300 savunma sistemini neden
geri aldığını, Hymemim Rus askeri üssünde konuşlanmış olan S-400 savunma
sisteminin neden İsrail’in saldırılarına karşı kullanılmadığı ve İsrail hava ve
füze hareketlerinin neden Suriye tarafı ile paylaşılmadığı tartışılır hale
geldi. Tartışılan en önemli konu Rusya istihbaratı, bürokrasisinde İsrail’e
bilgi sızdıran İran düşmanı Rus Yahudi personeli bu faaliyetlerde yer aldı mı? Suriye
sahasında görevli Kripto Yahudi kökenli ajanlar ve sahada Wagner Grubunda
özellikle maddi menfaat karşılığı İsrail’e bu bilgileri sızdıran oldu mu?
Kamuoyunda bu sorgulamayı yaptıran önemli bir tarihi sebep var:
1967 ve 1973 İsrail-Suriye/Mısır savaşlarında Moskova’nın
Mısır ve Suriye’ye vermiş olduğu hava savunma sistemleri ve diğer tür
silahların türü ve mekânı hakkında İsrail tarafına bu bilgilerin Sovyet Rusya
ordusunda görevli ve bu silahların eğitiminden sorumlu özellikle Rus Yahudi ve
o tarihte Sovyet Cumhuriyetleri olan Orta-Asya Müslüman kökenli askeri
personelin sağladıkları yönünde ciddi iddialar vardı. Umman Sultanlığı’nda
başlayan İran-ABD görüşmelerinin Rusya tarafında rahatsızlık yarattığı sır değil.
Ancak bu rahatsızlık nedeniyle Moskova’nın İran’a karşı düşmanca bir tavır
içinde olabileceği ihtimali çok zayıf. Bu sebeple mevcut durumu görüşmek üzere
Suriye, İran ve Rus askeri ve istihbarat heyetlerinin Şam’da bir dizi
görüşmeler yaptığını hatırlatalım.
Tam da bu esnada İran-ABD görüşmelerine zarar verecek bir
saldırı gerçekleşti. Suriye toprakları içinde Ürdün sıfır noktasında yer alan
ABD tarafından işgal edilmiş olan El-Tanef askeri üssü İHA saldırılarına maruz
kaldı. 3 ABD askeri öldürüldü, 40 askeri yaralandı. İran saldırıdan sorumlu
olmadığını açıkladı. ABD tarafı İran’ın dahli olmadığını ancak saldırıyı İran
tarafından desteklenen Irak merkezli örgütlerce yapıldığını açıkladı. Cevap
hakkının saklı olduğunu söyledi. ABD’de birinci grup İran’ın cezalandırılmasını
talep ederken, ikinci grup ortamı yumuşatma çabasında. İran, Irak ve
Suriye’deki milis kuvvetlerden ABD askerlerine karşı saldırılarını bir müddet
için durdurmalarını talep etti. Ayrıca Suriye’deki güvenlik durumu
normalleşinceye kadar müsteşarlık, eğitmen, saha komutanlığı rehberliği ve
istihbarattan sorumlu görevlerini güncelleme kararı aldı.
Bazı yabancı haber ajanslarının İranlı üst düzey
danışmanların topyekûn Suriye'den çekilmesiyle ilgili aktardıkları gerçek
değildir. Suriye tarafına sunulan İran resmi deklarasyonu; “Suriye halkını ve
hükümetini desteklemek için Suriye'deki varlığımız güçlü bir şekilde devam
etmekte olup, Filistin uğruna ve Suriye liderliğiyle omuz omuza direniş
eksenini desteklemeye devam edeceğiz" yönündedir.