Rasthaber -
“Sakın Allah’ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma; O, ancak gözlerin dehşetle donup kalacağı bir güne kadar onlara mühlet verir.”
(İbrahim Suresi 14,42)
Zulüm,
insanlık tarihinin en eski bir olgularının başında gelmektedir. Ancak her
dönem, kendi zalimlerini doğurmuştur. Bu portreler, toplumsal hafızada yalnızca
dönemsel aktörler olarak değil, aynı zamanda kötülüğün ana temsilleri olarak da
yer edinmişlerdir. İslam dünyasında zulmün en belirgin simalarından biri hiç
kuşkusuz Muaviye’nin öğretileri ile yetişen oğlu Yezid’dir. Onun adı,
Kerbela’da Rahmet Peygamberi’nin (saa) ailesinin en nadide mücevherlerine karşı
işlenen katliamla birlikte ebedi bir laneti temsil etmektedir. Benzer biçimde
çağdaş dönemde Müslümanlar’a yönelik baskı, kuşatma ve katliam politikalarıyla
öne çıkan işgalci ve siyonist İsrail’in katil Başbakanı Benjamin Netanyahu da
zulmün modern çağ temsilcisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu
çalışma, tarihte ve günümüzde zulmün siyasi ve ideolojik temsillerini ele
alarak sözde “Müslüman” Muaviye oğlu Yezid (la) ile Netanyahu’yu (la) karşılaştırmalı
bir şekilde incelemektedir. Tarihsel hafızada zalim figürünün nasıl
biçimlendiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Böylece, zalimin sadece bir kişi
değil, bir sistem ve zihniyet olduğuna dikkat çekilecektir.
Yezid,
babası Muaviye’nin ölümünden sonra hilafeti devralarak İslam tarihinde köklü
bir kırılma noktasına işaret etmiştir. Bu geçiş, İslam toplumunda ilk kez
babadan oğula geçen bir yönetim biçimi olarak ortaya çıkmış ve hilafetin
saltanata dönüştürülmesi yönündeki tartışmaları beraberinde getirmiştir.
Muaviye döneminde başlayan bu eğilim, Yezid’le birlikte kurumsallaşma yoluna
girmiştir. Ancak Yezid’in hilafete geçişi, geniş bir toplumsal ve siyasi meşruiyetten
yoksun olduğu için, daha en başından itibaren büyük tepkilere yol açmıştır.
Özellikle Hz. Hüseyin’in (as) Yezid’e biat
etmeyi reddetmesi, bu yönetimin hem ahlaki hem dini meşruiyetini ciddi biçimde
sarsmıştır. Bu reddedişin bedeli ise Kerbela’da insanlık tarihine kara bir leke
olarak geçen korkunç bir trajediyle sahne bulmuştur. Hz. İmam Hüseyin (as) ve
72 yakını Kerbela’da kuşatılmış ve tarihte eşi benzeri görülmemiş büyük bir
vahşetle 6 aylık yavrusu dahil olmak üzere susuz bırakılarak şehit edilmiştir.
Bu olay yalnızca bir fiziki katliam değil, aynı zamanda İslam ümmetinin
vicdanına karşı işlenmiş büyük bir tarihsel katliam olarak hafızalarda yerini
almıştır. Yezid’in uyguladığı bu zulüm, hilafeti adaletin ve ahlakın merkezi
olmaktan çıkarıp despotik bir güç aracına dönüştürmüştür. İslam’da yönetimin
temel ilkesi olan adalet iradesi, bu dönemde zorla biat ettirme ve sindirme
politikalarıyla tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Benzer
bir otoriter eğilim, modern dönemin terörist İsrail başbakanı katil Benjamin
Netanyahu’nun politikalarında da gözlemlenmektedir. Siyonist İsrail siyasetinde
en uzun süre görev yapan liderlerden biri olan Netanyahu, özellikle 2009
yılından itibaren Siyonist işgal politikasını radikal bir şekilde
sürdürmektedir. Bu dönemde Filistin topraklarındaki yasa dışı yerleşimler
artırılmış, Gazze Şeridi üzerindeki abluka derinleştirilmiş ve sivil halkı
hedef alan birçok askeri operasyon gerçekleştirilmiştir. 7 Ekim 2023 sonrası
başlayan süreçte ise, binlerce sivilin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan geniş
çaplı soykırım boyutundaki saldırılar, uluslararası kamuoyunda büyük yankı
uyandırmıştır (Amnesty International, 2024). Bu yönde yaşatılan vahşet, sadece
askeri hedefleri değil, okulları, hastaneleri ve mülteci kamplarını da hedef
alması bakımından açıkça savaş suçu niteliği taşımaktadır. Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Konseyi (UNHRC, 2024), bu vahşetin orantısız güç kullanımı ve
sivillere yönelik ihlaller açısından uluslararası hukukun ağır biçimde
çiğnendiğini vurgulamaktadır. Netanyahu’nun bu süreçteki söylemleri ve tehditkâr
tutumu, tarihsel olarak Yezid’in zorla biat alma çabasının izdüşümü
niteliğindedir: “Ya itaat et, ya yok ol.” Bu anlayış, karşısındaki muhalefeti
ve direnişi yok etmek için her türlü şiddeti meşru gören bir zorbalık dilidir.
Bu
iki katilin benzerlikleri yalnızca kullandıkları yöntemlerle sınırlı kalmamaktadır.
Aynı zamanda meşruiyetlerini dayandırdıkları temeller bakımından da ortak bir
çizgi izlemektedirler. Her iki katil de halkın özgür iradesinden ziyade,
ideolojik manipülasyonlar, korku politikaları ve askeri güç aracılığıyla
iktidarlarını sürdürmeyi tercih etmişlerdir. Yezid, Hz. Hüseyin’in (as)
şahsında İslam’ın gerçek ruhunu, adalet anlayışını ve özgürlük ilkesini yok
etmek isterken; modern katil Netanyahu ise tüm dünya mazlumlarının kolektif
kimliğini, bağımsızlık arzusunu ve tarihsel direncini bastırmayı
hedeflemektedir.
Yezid’den
Netanyahu’ya uzanan bu zalimsel paralellik, baskıcı yönetimlerin değişen
zamanlara rağmen benzer taktiklerle nasıl varlıklarını sürdürmeye çalıştığını
göstermektedir. Her iki durumda da görüldüğü gibi, zulmün biçimi değişse de özü
aynı şeytani ilkelere dayanmaktadır ; “Hakikati bastırmak, direnişi yok etmek ve
meşruiyeti zorla inşa etmek. “ Ancak tarih, bu tür zulüm düzenlerinin
kısa vadede galip gelseler de uzun vadede vicdanlarda mahkum edildiklerini
defalarca göstermiştir.
Bu minvalde, şu meşhur sözler
dikkate şayandır:
“Her çağın bir
Kerbela’sı, her Kerbela’nın da bir Hüseyin’i ve bir Yezid’i vardır”
Yezid bir şahsiyet değil,
bir zihniyettir. Bu zihniyet; tahakküm, tahkir ve tehcir üzerine kuruludur.
Günümüzde İslam
coğrafyası, dünya kamuoyunun gözleri önünde bir insanlık dramına sahne
olmaktadır. Elektriği, suyu, gıdası kesilen, bombalanan, yerinden edilen
insanlar tıpkı Kerbela’da Fırat’a ulaşamayan Hz. Hüseyin’in ailesi
niteliğindedir. Üstelik bu zulüm, “güvenlik” bahanesiyle meşrulaştırılmakta,
dünya kamuoyu ise çoğunlukla sessiz kalmaktadır. Hz.İmam Ali’nin şu sözü, mazlum
halkların yaşadığı yalnızlığı çok iyi özetler niteliktedir:
“Zulümde iki suçlu
vardır. Biri zulmeden zalim, diğeri zulme rıza gösteren.”
(Nehcü’l-Belağa).
Yezid
ve Netanyahu, farklı çağların ama aynı zulüm zihniyetinin yansımasıdır. Biri Kerbela’da
Ehl-i Beyt’i (as) katleden sözde bir halife, diğeri ise Gazze’de çocukları
öldüren katil bir başbakan. İkisi de halkın iradesini bastırmak için gücü araç
edinmiş, adaletin sesini susturmak istemiştir. Ancak tarih, bu tür figürleri
her zaman lanetle anmış, direnenleri ise yüceltmiştir. Bugün Netanyahu’nun adı,
Yezid gibi zulmün simgesi olmuştur. Lakin Kerbela’dan bugüne gelen mesaj halen
geçerlidir ve diridir. Zulüm ebedi değildir. Hz. Hüseyin’in kanı nasıl zalimi
tarihe gömdüyse, İslam’ın aziz şehitleri de Hz. İmam Mehdi’nin (af) yardımı ile
adaletin şafağını müjdeleyecektir.
Kaynakça