Belirsiz geçen mücadele ile dolu on gün ve on geceden
sonra tarihin akışını değiştiren "İslâm Devrimi" zafere ulaşmış
oluyor...
Sayın okuyucumuz kronolojik olarak devrimin gelişim sürecine
vukufiyeti olan insanlarımız konuya buradan neden girdiğimi merak edebilirler.
Tezviratlardan dolayı. Çünkü kamuoyumuzda kasıtlı olarak tedavülde olan bir
takım iftiralar var. Bunlardan biri de, "Humeynî 13 yıl Fransa'da kalmış
ve Batılıların organizasyonu ile Ehl-i Sünnet dünyasına yönelik mezhebî anlamda
yıkıcı faaliyetlerde bulunsunlar diye bu devrim yapılmış!" Sayın
okuyucumuz ne yazık ki yaşadığımız bu topraklarda bu iftiralara inanan azımsanmayacak
kadar insan var. Öyle ki, İslâm Devrimi'nin ilk gününden itibaren Filistin
adına verilen mücadele "tiyatro" ve "danışıklı dövüş"
olarak görülmektedir. Ne üzücüdür ki bunu bazı cemaat liderleri ve TV'lerde boy
gösteren bir takım zevat yapmaktadır. İftira ve tezvirat yüklü beyanlarıyla
sabah akşam halkımızı İran İslâm Cumhuriyeti'ne karşı kin ve düşmanlığa tahrik
etmektedirler. Elbette bunun vebâli çok büyük. Eğer tevbe edip kendilerine çeki
düzen vermezlerse attıkları iftiralardan dolayı kendilerini cehennem
bekliyor...
Mezhep üzerinden "İslâm Devrimi"
şeytanlaştırılınca iftira ve tezviratların ardı arkası kesilmiyor. Cahil halk
tabakası ise bu tür iftiralara inanmaya meyyâl olunca ortalık fitne-fücur
kaynıyor. Bu durum en çok Siyonist çetenin ve diğer İslâm düşmanı ülkelerin
işine yarıyor. Onların zaten amacı mezhep üzerinden Müslümanları birbirine
kırdırmak...
Bakınız, İmâm Humeynî Fransa'da iken bir yabancı gazeteci,
"Eğer siz Şah'ı devirip yeni bir rejim kurarsanız İsrail ile ilişkileriniz
nasıl olacak?" diye soruyor. İmâm bu soru karşısında maslahat icabı da
olsa takiye yapmaya tevessül etmeden çok açık ve net bir tavır içerisinde,
"Biz Filistin toprakları üzerinde İsrail diye bir devlet tanımıyoruz.
İsrail'in meşruluğu söz konusu olamaz. O topraklar denizden nehire
Filistinlilerindir. İsrail oradan sökülüp atılmalıdır. Biz bunun mücadelesini
vereceğiz" diyor. Başka demeçlerinde benzeri ifadeleri şöyle dile
getiriyodu: "İsrail İslâm coğrafyasına saplanmış bir hançerdir, mutlaka
oradan sökülüp atılmalıdır." Yine bir başka demecinde, "İsrail bir
kanser tümörüdür, oradan sökülüp atılmalıdır" diyordu. "Her Müslüman
bir kova su dökse İsrail'i sel alır" diyen yine kendisiydi. İmâm teorik
olarak bu sözleri dile getirip bir kenara çekilmedi. Devrim gerçekleşir
gerçekleşmez İslâm Devleti'nin belirleyici temel politiası olarak yaptığı ilk
icraat, Siyonist çetenin konsolosluk olarak kullandığı binayı asıl sahiplerine,
yani Filistinlilere vermesi oldu. Akabinde hemen Devrim Muhafızları Ordusu
bünyesinde yine İslâm Devleti'nin temel politikası olarak müstakil "Kudüs
Gücü" diye bir askerî yapı tesis edilmesini emretti. Bu askerî yapı
kurulduğu günden itibaren sahada faaliyetlerini sürdürmektedir.
Hatırlayacağımız üzere 80'li yıllarda Filistinli gençlerin elinde sadece taş ve
sapan vardı. İranlı yetkililer Filistinli gençlere silah ulaştırılması için
bölgedeki Arap ülkelerinden lojistik destek talebinde bulunmuştu. Ancak ne
yazık ki, Suriye'den başka bu talebe müspet cevap veren olmadı. Buna rağmen
bizim toplumumuzda bir Suriye düşmanlığıdır gidiyor. Oysa şöyle bir kıyas
yapacak olsak ve aklı selimce/insafla/hakkaniyetle düşünecek olursak çok farklı
bir manzara ile karşılaşmış olacağız. Kıyasımız şudur: Suudi Arabistan, Ürdün
ve Birleşik Arap Emirlikleri HAMAS üyelerini İsrail, İngiltere ve ABD gibi
"terörist" olarak görmektedir ve es kaza HAMAS üyesi bir genç söz konusu
Arap ülkelerinden birine gittiğinde yakalanırsa tutuklanıp zindana
tıkılmaktadır. Suriye'de ise muamele tam tersi. O beğenmediğiniz Suriye rejimi
on küsur Filistinli özgürlük savaşçısı silahlı örgütlere ofis açıp faaliyet
imkânı sunuyor. Ayrıca en önemli bir husus ise İran'dan gelen silahların
sevkiyatına yardımcı oluyor. Taban tabana aradaki zıtlığı görmeyip Suriye'ye ve
İran'a düşmanlık neyin nesi? Eğer husumet ve düşmanlık olacaksa Filistin
davasına ihanet eden Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri
gibi işbirlikçi rejimlere yönelik olsun. Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen'in
haricindeki bütün Arap rejimleri "Yüzyılın Anlaşması" ve Abraham
Sözleşmesi" adı altında en alçakça bir tutum içerisinde Filistin davasına
ihanet edecekler ama siz kalkıp Siyonist çeteye karşı fiîlen savaşan
"Direniş Cephesi"ne mezhep üzerinden düşman olacaksınız. Yuh artık.
El insaf. El edep ya hu...
İftira ve tezviratlarda bulunan ve "Bugüne kadar İran
gâvurlara bir taş atmış mı?" diyenler, Allah aşkına size soruyoruz,
"Bugüne kadar İran'ın haricinde bir ülke HAMAS'a ve İslâmî Cihad'a bir
mantar tabancası vermiş mi veya İsrail'e bir taş atmış mı? Taacüp içerisinde
iseniz biz sizin adınıza söyleyelim, "Bin kez hayır." Ama siz öyle
pişkinsiniz ki, İran'ın 300 dolayında fırlattığı ve % 90 isabet ettiği Hayber
Şikem balistik füzeleri, Fettah hipersonik füzeleri, Emat balistik füzeleri
için hâlâ "tiyaro" ve "danışıklı dövüş" diyebiliyorsunuz.
İran'ın 1 Ekim tarihindeki saldırısı son derece başarılı
olmasına rağmen, bu başarı Türkiye'de belirli kesim tarafından gölgelenmeye
çalışılmaktadır. Askerî üsslere fırlatılan hipersonik ve balistik füze
saldırıları ile Demir Kubbe'nin kevgire dönüşmesiyle 25 adet F-35 uçağının
angarlarda vurulması işgalci İsrail'den önce bir takım Siyonist severleri
rahatsız etmiş gözüküyor. İran misilleme hakkını mahfuz tutarak Siyonist
çeteden ateşkes ve Gazze'yi terk etme şartını bekledikçe, malum çevreler,
"İran blöf yapıyor, İran kartondan kaplan, İran kolpalık yapıyor"
diyerek pespaye bir şekilde son derece tahkirat içerikli yorumlar yaptılar.
İran uzun süre bekledikten sonra baktı ki ateşkes olmuyor BM'nin 51'nci maddesi
gereği misilleme hakkını kullanınca atılan balistik füzelerin boş alanlara
düştüğünü iddia etmeye başladılar. Fakat askerî üsslerin vurulduğu anlaşılınca
bu sefer sivillerin vurulmadığını söylemeye başladılar. Kısacası İran ne yapsa
bu Siyonist severlere yaranamamaktadır. Oysa nihai olarak gerçeğin ortaya çıkma
diye bir huyu var. Nasıl ki, Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymanî'nin
Bağdat havaalanında suikastle şehid edilmesinin akabinde İran'ın Irak'taki ABD
üsslerine misilleme yapması üzerine Donald Trump bir yalan yayarak, "İran
bize önceden haber verdi biz de üssten askerlerimizi çektikten sonra İran boş
tesislerimizi vurdu" dedi. Ana akım Türk medyası mal bulmuş mağribi gibi
bu yalana sarılarak yayınlar yaptılar. Aylar sonra ise İran'ın Irak'taki hava
üsslerine yönelik saldırı ile ilgili Pentagon'un yayınladığı bir raporda 138
ABD askerinin öldüğü belirtiliyor. Aynı şekilde İran'ın 13 Nisan ve 1 Ekim'de
Siyonist çeteye saldırmasının tamamen "tiyatro ve danışıklı dövüş"
olduğu bizim ana akım medyada yazılıp söylendi. Oysa sonradan ortaya çıkan
haberlerde tahribat ve asker zaiyatının çok olduğu belirtildi. Özellikle 1 Ekim
saldırısında Nevatim hava üssü başta olmak üzere bir çok hava üssü, gözetim
merkezi ve Hayfa Limanı'nındaki askerî akaryakıt nakil merkezinin vurulduğunu
bizzat Washington Post haber ajansı uydu görüntüleri ile birlikte dünyaya
servis etti. Ayrıca ajans söz konusu gözetim merkezi/radar üssünde bulunan üst
düzey komutanlar ve askerî personelden 341 Siyonistin öldüğüne dair belgeler
yayınladı. Ama ne yazık ki, yeni gündeme düşen bu haber Türkiye kamuoyunda pek
yer bulmadı ve insanlarımızın çoğu hâlâ tezvirat ve yalanlara inanmaya devam
ediyor.
Sizi temin ederim, İran işgal çetesini tarumar etse,
"Bu işi mezhep yayılmacılığı adına, Şiî hilâli adına yaptı" derler.
Nitekim bugün İranın konsolide ettiği "Direniş Cephesi"nin sahadaki
mücadelesi/ sahadaki varlığı "Şiî Hilâli" olarak tanımlanmaktadır...
Peki biz yine de sormuş olalım, İran'ın Bosna savaşına
katkılarını biliyoruz. Saraybosna şehidliğinde İranlı şehid savaşçıların anıt
mezarlığı var. Bu insanlar mezhep yayılmacılığı adına mı Bosna savaşına
katıldılar? Onların derdi, "Şiî Hilali" miydi? "Evet, tabi ki
öyle!" dediğinizi duyar gibiyiz. İran ne yapsa size yaranamaz, pozisyon
alışınız ve kinci tutumunuz bunu gösteriyor. "Bakınız, "Şiî
Hilâli" metaforunu kullanan ilk kişi ABD eski başkanı Donald Trump'tır. Bu
ifadeyi Müslümanları birbirine düşman etmek için kullandı. İran İslâm
Cumhuriyeti konsolide ettiği birkaç ülke ile Siyonist katil sürüsüne karşı bir
cephe açmış, buna "İran'ın vekil güçleri" de diyenler var. Sonuçta
oluşturulan bu güç bir şekilde Gazzeli kardeşlerimizin feryadına kulak verip
Siyonist işgal güçlerine karşı fiîli bir mücadeledir sürdürüyorlar. Özellikle
Siyonist çeteye silah, mühimmat veya herhangi bir malzeme taşıyan gemileri
Yemen'in vurması takdire şayan bir durumken birileri kalkıp bu kolektif iradeye
"Şiî Hilâli" veya "Şiî yayılmacılığı" diyebiliyor. Ya Allah
aşkına söyler misiniz, bu kutsal mücadelenin mezheple ne alâkası var? Trump
bunu nifak amacıyla kasıtlı olarak söylüyor, siz ise bu fitne ifadesine
fütruzca sarılıyorsunuz. Filistin için kılını kıbırdatmayan Sünnî ülke
liderlerini kınayıp eleştireceğinize İran ve İran nezdinde "Direniş
Cephesi"ne saldırıyorsunuz.
Düşünebiliyor musunuz, İran veya Yemen Siyonist işgal
çetesine füze fırlattığında İsrail'den önce Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik
Arap Emirlikleri engelleme çabasına giriyor. Bu melun rejimleri kınayıp
lânetleyeceğinize hâlâ İran'a dil uzatıyorsunuz. Yuh artık.
Yapmayın, etmeyin. Ortak olduğunuz bu iftiralardan dolayı
vebâliniz çok büyük. HAMAS ve İslâmî Cihad liderleri her fırsatta İran'a
teşekkür edip Şehid Kasım Süleymanî için "Kudüs şehidi" derken
birileri kalkıp ona "kâfir" diyebiliyor. Bu ne yaman bir çelişkidir
böyle? Mezhep taassubu ve cehâlet insanları nasıl bir vebâle sürüklüyor?
Müslüman her şeyden önce feraset ve insaf sahibi olmalıdır. Ebu Hanife diyor
ki: "Bir insanda 99 küfür alâmeti görseniz, buna karşılık %'de 1 imân alâmeti
görseniz ona Müslüman muamelesi yapınız." Siz tanımadığınız bilmediğiniz
kişi hakkında sadece kulaktan dolma bazı sözler işitiyorsunuz ve buradan yola
çıkarak onu küfür ile itham ediyorsunuz. Üstelik bu kişi bütün ekibi ile
birlikte Siyonist işgal çetesine karşı savaşıyor. Siz asıl olarak bu zaviyeden
o kişi hakkında hüsnüzan beklemeniz gerekirken düşmanca bir tavır
takınıyorsunuz. Bu tutumunuzla siz Siyonist katil sürüsü ile dirsek temasına
geçmiş oluyorsunuz. Bu vebâl size yeter.
İran İslâm Cumhuriyeti tek başına bugüne kadar bir şekilde
(sizin ifadenizle) vekil güçleriyle mücadelesini sürdürüyor. Siz Kürecik Radar
Üssü ile Siyonist çeteye hizmet sunan ve ticaretini devam ettiren kendi ülke
yöneticilerinizi kınayacağınıza kalkmış İran'a iftira atmaya devam ediyorsunuz.
Bakü-Ceyhan boru hattından hâlâ akaryakıt sevkiyatı devam ediyor...
Bunca fedakârkığına ve bunca bedeller ödemesine karşılık
İran'ı dakdir edeceğinize mezhep üzerinden düşmanlık yapıyorsunuz. Hiç mi
Allah'tan korkmuyorsunuz? Mahşer günü hesabınız ağır olacak. Yapılması
gerekenleri yapmayan, büyükelçilikleri kapatmayan, ticarete devam eden,
radarlarıyla, hava sahaları ile Siyonist çetenin yanında saf tutan Müslüman
ülke liderlerini kınayacağınıza İran'la uğraşıyorsunuz.
Hemen hemen bütün Sünni devletler kan içici İsrail ile her
türlü diplomatik ve ticari ilişki içerisinde. Hepsinde İsrail'in
büyükelçilikleri var. İran tek başına ne yapsın? İran vekil güçleri ile bu işi
düşük yoğunluklu olarak "stratejik sabır" taktikleriyle sürdürüyor.
Kendisi fiilen savaşa girse Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan aynı atom bombası
Tahran'a atılacak. İran düşmanın tıynetini iyi tahlil ederek düşük yoğunlukta
sürdürdüğü savaşın stratejisini bu şekilde belirliyor...
Siyonist çete ve hamilerine karşı kolektif irade gösterip
savaşan Direniş Cephesi'ni "Şiî yayılmacılığı olarak lanse etmek mezhep
taassubundan öte Allah Teâlâ'nın "Birlik olun" buyruğunu baltalama
çabasından başka bir şey değildir.
Siyonist çete ve Haçlılar Müslümanların birlik olmasını
istemiyor. Peki size ne oluyor?
Nedim Şener isimli müstekreh bir gazeteci kalkıp,
"Şiîler İslâm'ın kalbine saplanmış bir hançer gibidir" diyerek
hezeyanlar savurması aslında Türk Ceza Kanunu'da geçen, "Halkı; din,
mezhep, etnik köken, bölge ve sınıf farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa
tahrik etmek" maddesinin muhatabıdır. Savcılıklar bu densizle ilgili
mutlaka harekete geçmelidir. Çünkü bu kişinin hezeyanları hukuk karşısında suç
teşkil etmektedir. Bu Siyonist sever hakkında suç duyurusunda bulunmak lazım.
Cahil insanlar bu gibi densiz aşağılıkların tesirinde kalıp aynı çirkin
ifadeleri kullanarak toplum içerisinde mezhep üzerinden ayrıştırıcı ve
ötekileştirici söylemleri yaygınlaştırmaktadırlar. Şimdilerde cahil insanların
kalplerine ekilen zehirli ayrılık tohumları ilerleyen zaman dilimlerinde
mezhepsel çatışmalara zemin hazırlayacaktır. Geçmiş yüz yıllarda Hıristiyan
Avrupa toplumlarında mezhebî farklılıklar "imân dışı tutum" olarak
görülmesi ve bu anlayış üzerinden mezhep müntesiplerinin kışkırtıcı
propagandaların tesirinde kalmasından kaynaklanan gerginlik ve çatışmaların
devreye sokulmasıyla aleni bir şekilde "mezhep savaşları" yaşanmış ne
oluk oluk kan akıtılmıştı. Şimdilerde İslâm coğrafyalarında bu çatışmalar
teşvik edilmektedir ve belirli yerlerde bu işin provası yapılmaktadır. Bunun
acı tecrübesine kısa süre önce Irak ve Suriye'de tanık olduk. Özellikle IŞİD,
el-Kaida, El-Nusra ve ÖSO gibi terör örgütleri mezhebi saikle Irak ve Suriye'de
insanlık dışı metod ve yöntemlerle cinayetler işlediler. Bunları eğitip donatan
büyük şeytan ABD'den başkası değildi. Bu örgüt üyelerinin yaralıları ise
Siyonist çetenin Golan Tepeleri'ne kurduğu mobil hastanelerde tedavi
ediliyordu. İran ve Hizbullah Suriye ve Irak'a müdahale etmeseydi sizi temin
ederim o topraklar ABD ve Siyonist çete tarafından işgal edilmiş olacaktı.
Oradaki terör örgütleri ise tasfiye edilip yaptıkları piyonlukla kalacaklardı.
Bildiğiniz üzere bu şeytanî proje bir zamanlar Afganistan'da uygulanmıştı.
Taliban’ı eğitip donatarak Cumhurbaşkanı Burhanettin Rabbani'nin yönetimindeki
hükümetin üzerine salıp nice kanlar akıtılmıştı. ABD daha sonra Taliban’a
teslim ettiği Afganistan'ı geri almak maksadıyla bir bahane üretti ve 7 Ekim
2001 tarihinde Afganistan'ı işgal etti. Bu işgal tam 20 yıl sürdü. Burada da
Kudüs Gücü'nün efsane komutanı Şehid Kasım Süleymanî devreye girmeseydi bu
işgal bugün de devam ediyor olacaktı. İran Taliban’a kırgın olmakla birlikte,
"Düşmanımın düşmanı dostumdur" diyerek Taliban’a her türlü silah ve
mühimmat yardımında bulunarak ABD'nin Afganistan'dan kovulmasında etkin bir rol
oynamıştı. Elbette ki, Suriye ve Irak'taki terör örgütleri ile Taliban'ı bir
tutmuyoruz. Biz bu satırlarda ABD'nin şeytanî taktiklerinden söz ediyoruz.
Müslüman halkımız bu şeytanî taktiklere pirim vermemeli. Mezhep üzerinden veya
başka sebepten dolayı Müslümanlar asla birbirlerine husumet beslememeli.
Hucurat Sûresi'nin 10'ncu ayetinde Müslümanların kardeş olduğu
bildirilmektedir. Hangi saikle okursa olsun Müslümanlar bu kardeşlik hukukuna
halel getirecek söz ve davranışlardan şiddetle kaçınmalıdır. Elin gâvurları
dünyevî menfaat uğruna aralarındaki sınırları kaldırarak tek devlet oldular.
Bizim birlik olmamız dünyevî menfaat uğruna değil, imanî bir vecibe olarak
karşımıza çıkmaktadır. Hatırlayalım, Merhum Erbakan Hocamız İslâm Birliği'ni
tesis etmek için D-8'i kurmuştu. Bu kapsamda ilk yurt dışı ziyaretini (büyük
şeytan ABD'nin engelleme çabasına rağmen) İran'a yapmıştı. İslâm Birliği için
ilk imza atan ülke İran olmuştu. İran zaten İslâm Devrimi'nin ilk gününden
itibaren Müslüman ülke liderlerine birlik çağrısında bulunuyordu. Bu işe önayak
olan Merhum Erbakan oldu. Eğer 57 Müslüman ülke birlik olsa Siyonist çetenin
hamiliğini yapan ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler bölgemizden defolup
giderler. O zaman Siyonist çete de Kûr'ân-ı Kerim'de müjdelendiği üzere yok
olup gider. Demek oluyor ki, bugün başta Filistin ve Lübnan olmak üzere
bölgemizde yaşanan katliamların son bulması İslâm Birliği'ni zorunlu
kılmaktadır.
İran İslâm Cumhuriyeti'nin ve diğer Direniş Cephesi
bileşenlerinin bu işin yükünü çekmesi diğer Müslüman ülkeler için büyük bir
vebâldir. Vesselâm.