1) Öncelikle İran’ın saldırısı uluslararası
hukuk düzlemi içindedir; İsrail’in 1 Nisan’da Şam’daki İran konsolosluğuna
düzenlediği terör saldırısına hukuk temelli yanıttır; BM’nin 51. şartının meşru
müdafaa hakkına dayanmaktadır.
İRAN SAVAŞ AÇMADI, YANIT
VERDİ
2) İran’ın amacı
İsrail’e savaş açmak değildi, diplomatik temsilciliğine düzenlenen saldırıya
yanıt vermekti. Dolayısıyla verilecek askeri yanıt belli sınırlar içinde olmalıydı.
Yanıt öyle olmalıydı ki
hem Netanyahu’ya koz verilmemeliydi, hem de İsrail’e İran’ın
yapabilecekleri gösterilmeliydi.
Çünkü Netanyahu’nun
amacı zaten İran’ı kışkırtmaktı. İran ölçüsüz yanıt verirse, bu ABD’yi İran’a
yanıt vermeye zorlayabilirdi. İsrail’in en büyük arzusu, Ortadoğu’da ABD’nin
fiilen kendi yanında gireceği bir bölgesel savaş kışkırtmaktır.
Diğer yandan İran’ın
ölçüsüz yanıtı, siyasi çıkmazdaki Netanyahu’ya alan kazandırırdı;
Batı ülkeleri İsrail’in etrafında kenetlenirdi. Hem içeride hem dışarıda
yalnızlaşan Netanyahu için ölçüsüz bir yanıt, siyasi ilaç
olurdu.
3) İran devleti, Netanyahu’nun
tuzağına düşmeyen bir alt ölçü ve muhataplarına askeri kabiliyetini gösteren
bir üst ölçü arasında yanıt hazırladı: Yakın bölgedeki bir İsrail hedefine
değil, doğrudan İsrail’e yöneldi.
Böylece İran meşru
müdafaa hakkını, ilk kez doğrudan İsrail’e “ulaşarak” kullanma fırsatına
çevirmiş oldu. Hem İsrail’e
ama daha önemlisi hem de ABD’ye, 2 bin kilometreye yakın uzaklıktaki
İsrail topraklarını vurabileceğini gösterdi. Bir savaş durumunda
İran’ın İsrail’in her yerini vurabileceği ortaya çıktı. Ama aynı durum,
derinliği fazla olan İran için geçerli değil.
İRAN ‘CAYDIRICILIK’
KAZANDI
4) İran’ın attığı 200’den fazla SİHA ve füzeden
kaçının İsrail’i vurduğunun çok önemi yok. İsrail hükümeti “Yüzde
99’unu engelledik” diyor, ABD kaynaklarına göre ise yüzde 7’si
hedefine ulaşmış olabilir.
Kaldı ki İsrail’den
ziyade İran saldırısını hafifleten ABD’ydi. ABD, İngiltere ve Fransa’yla
birlikte, İran füzelerini Suriye’deki, Ürdün’deki üslerinden füzelerle ve
uçaklarla engellemeye çalıştı. Unutulmamalı, Türkiye’deki Kürecik Radarı dahil
pek çok ABD/NATO tesisi fiilen İran’a karşı İsrail’i savunmaktadır. İran’dan
kalkan her füze Kürecik dahil bölgedeki üslerden izlenmektedir.
İran’ın kaç füzesinin
hedefini vurduğunun çok önemi yok; asıl önemli olan İran’ın o mesafeden
vurabildiğini göstermiş olmasıydı. Artık İsrail ve ABD de biliyor ki İran saldırı ölçeğini büyük
tuttuğu anda tablo bambaşka olacaktır. İşte Tahran’ın asıl
kazancı bu caydırıcılıktır.
Nitekim ABD yönetiminin
İsrail hükümetine “sakın yanıt verme” ültimatomu bundandır, “Yanıt
vermeye kalkarsan bizim desteğimiz olmayacak” uyarısı bundandır.
TEKNİK YÖN
5) İran’ın İsrail’i vurması, Netanyahu’yu
Gazze konusunda daha da sıkıştıracaktır. Şimdi özellikle Avrupa
ülkeleri, savaşın bölgelleşme riskini görerek, İsrail’i Gazze’de ateşkese
zorlayacaktır. Çünkü AB’nin başı, Ukrayna cephesinin zorluklarıyla
yeterince dertte zaten.
Netanyahu’nun her şeye rağmen kendi siyasi geleceği için İran’a
yanıt vermeye kalkması ise İsrail’de taşları geri dönülmez şekilde yerinden
oynanacaktır.
6) İşin teknik boyutu dikkat çekici. İran
füzeleri uydu bağlantılı herhangi bir GPS sisteminin güdümünde hedeflerine
yönelmediler. Tıpkı ABD’nin Tomahawk seyir füzeleri gibi hedeflerini önceden
yüklenmiş haritalara göre optik aygıtlarla saptadılar.
1979 DÜZENİNE DARBE
Sonuç olarak İran,
İsrail’i vurarak sadece diplomatik temsilciliğine yapılan terör saldırısına
yanıt vermiş olmadı, daha önemlisi İsrail’in ABD kaynaklı dokunulmazlığını
delmiş oldu.
Böylece ABD’nin
45 yıldır inşa etmeye çalıştığı 1979 düzeni büyük yara almış oldu.
cumhuriyet