“Vatan sevgisi imandandır” vs… gibi ifadeler üzerinden;
“sevgi, iman ve vatan” kavramlarının ne olduğunu, bu kavramların Allah
nazarında nasıl tanımlandığını bilmeden, neye karşılık geldiği hakkında doğru
bilgilere sahip olmadan; nasıl bir sevgi, nasıl bir iman, nasıl bir vatan?
Nasıl bir devlet gibi soruların cevabını da islam perspektifinden doğru bir
biçimde vermeden; Allah’ın kanunlarının egemen olmadığı bir dünyanın gerçeği
olarak bizlere dayatılan veya karşımıza çıkan; içeriği ise egemen zihniyete
göre şekillendirilen, “vatancılık, ülkecilik, aşiretçilik, devletçilik,
bayrakçılık, milliyetçilik vs. oyunları oynamak hiçbir kimseyi *vatanperver,
devletsever, milletsever, ülkesever bayraksever yapmaya kifayet etmez.
Hele hele üzerinde zina, fuhuş, haksızlık, zulüm, hırsızlık,
rüşvet, adam kayırmacılık, ayrımcılık, faiz, torpilcilik, ötekileştirme,
ırkçılık, mezhepçilik, Osmanlıcılık, atacılık; ülke topraklarını büyük şeytan
ABD ve NATO terör üslerinin kullanımına açık hale getirmecilik, komşu ülkelerin
rejimini devirmecilik vs… gibi her konuda çok tehlikeli olan, Allah’ın da kerih gördüğü oyunları oynamak,
iktidar nimetlerinden yararlanılarak bu cürümleri işlemek, üstenin hiçbir
insani, ahlakı norm, kanun ve kural tanımadan bunları yapmak en hafif ifadeyle
”Vatan Hainliğinin” bizzat kensidir. Bunların hiçbiri vatanperverlikle örtüşen
şeyler değildir. Özgür aklın kabul edebileceği şeyler de değildir.
Egemen zihniyet aksini iddia etse de; Allah’ın yasalarına
yer vermeyen, bu yöndeki hassasiyetler ve bu hassasiyetlerin müntesipler,
şeytani oyun ve tuzaklarla engellenmeye çalışılsa da, ”güçlü haklıdır, güç ve
iktidar diyorsa doğrudur” diye bir kural, ilahi bir delil yoktur. Bir şeyin
zorla dayatılmış olması o şeyi haklı ve meşru kılmaz çünkü. Hak ve meşruiyetin
tek kaynağı, Allah ve Allah tarafından atanan peygamberler ve imamlardır.
Dolayısıyla hangi ülke ve millet olursa olsun, Allah'tan
uzak olan zihniyetlerin anlam ve değer dünyasını baz alarak, bu dünyanın
normlarını da Allah’ın normlarının üstünde görerek kendimize bir meşruiyet
alanı açamayız. Kelime ve kavramlarımıza bu yönde anlam yükleyemeyiz. Yüklesek
bile, ilahi iradenin hilafına hayata yön veren hiçbir kavram ve anlamın bir
değeri yoktur. Ayet ve hadislerin, bu konuda bir kullanım aparatı haline
getirilmesi veya getirilmeye çalışılması da durumu değiştirmeyecektir.
Bunu Türk’ün, İranlının, Arab’ın veya her hangi başka bir
ırk, millet ve devletin yapması ortaya çıkan sonucu değiştirmeyecektir. Çünkü
kim tarafından yapılırsa yapılsın günahta, sevapta bütün insanlığa ait evrensel
bir kavramdır; belli bir inanç gurubuna, millete ve ırka ait değildir…
Allah’ın normlarını inkar üzerine bir dünya inşa eden egemen
anlayış ve zihniyetler aksini iddia etse de, Allah’a ve Allah’ın çizdiği yola
muhalif hareket eden her şey evrensel bir günahtır, sonucu da bütün insanlık
için yakım, yıkım, savaş, kan, gözyaşı, fitne-fesat, kaos-kargaşadır,
haksızlık, adaletsizlik ve fakirlik-yoksulluk, anlamsızlık ve belirsizliktir.
Yani helak ve uçuruma giden süreçtir.
Bütün bunlara rağmen insanlara bu süreci medeniyet diye
ayatmanın adı akılsızlık, ilkellik ve yobazlıktır. Akıl gibi bir nimete sahip
olan hiçbir kimse bu denli açık ve net olan bir ilkellik ve yobazlığı yaşam
tarzı yapmaktan imtina eder.
Anlam dünyasında, her şeylerini borçlu oldukları yaratıcıya
yer vermeyen egemen güçler ve onların taşeronları kabul etmese de, Allah’ın
belirlediği meşru sınırlar içinde yapılan her şey doğrudur; hak, adalet, barış,
özgürlük, huzur, mutluluk, ilerleme, zenginlik, refahtır. Yani kurtuluş ve
kurtuluşa giden süreçtir. Allah’a inansın veya inanmasın bütün insanlık, hatta
bütün canlılar için bu sürecin sonu huzur, mutluluk, adalet, barış, ferahlık ve
aydınlıktır. Bu kadar güzelliğin olduğu bir sürecin içinde yaşamayı tercih
etmek sadece akıl gibi muhteşem bir nimetin farkında olanlara özgü bir tercih
ve davranıştır.
Sahibi Allah olan dünyada, İmamı Zaman'ın (sa) egemenliğinde
adil, aydınlık ve ferah bir yarına uyanmak umudu ve duası ile…
Habil Aydın