Bakınız, Müslüman olmayan Güney Afrika ülkesi ticarî
kaygılarını ve mütekabiliyet esasına dayalı diplomatik ilişkilerini bir tarafa
bırakıp insanî ve vicdanî bir refleksle durumdan vazife çıkararak Siyonist çete
lideri Benyamin Netanyahu hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne suç
duyurusunda bulunup dava açtı ve mahkemeden tutuklama kararı çıktı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin muhatabı olan 134 ülkeden herhangi birine insan
kasabı Netanyahu gittiğinde tutuklanması gerekmektedir. Büyük şeytan ABD ise,
Siyonist çete liderlerini himaye adına Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne kasıtlı
olarak taraf değil. Bu yüzden ABD, bırakın tutuklanmasını veya tutuklanmasına
taraf olmasını, aksine Netanyahu canavarını "onur konuğu" olarak
kongre binasında ağırladı. Hem de nasıl bir ağırlanma? Kan içici Netanyahu 57
dakikalık yapmış olduğu konuşmada 58 kez ayakta alkışlandı. Canavarca bir
tutumla, insanlık dışı vahşet örneği sergileyerek, bebekleri, çocukları,
kadınları, genç ve yaşlıları katletmesinden dolayı kendisine takdir ve
tebriklerini sundular. Lisan-ı hâl ile, "Arkandayız, devam et katletmeye,
dema et soykırıma, devam et kan içmeye" dediler. O alkış tutan kongre üyelerinin
kan içici Siyonistlerden hiçbir farkı yok. Alkış tutanların her biri bu
soykırımın, bu canavarlığın, bu kan içiciliğin ortaklarıdırlar. Elbette,
koordineli ve kolektif çalışıyorlar. "Küfür tek millettir."
Hatırlayalım, Joe Biden seçim propagandalarına başladığında,
Siyonist olduğunu ifade ederek işgalci İsrail'in güvenliği için çalışacağının
sözünü vermişti. Nitekim 7 Ekim'den bu yana sürdürülen katliam ve soykırıma her
türlü askerî ekipman yardımı ile katkı sağlamaktadır. Bizzat ABD askerleri de
katliama iştirak etmektedir. Aynı şekilde İngiltere ve Fransa'ya ait askerî
birimler soykırıma fiîlen katkı ve destek vermektedir. Siyonist çete saflarında
ölen askerler arasında Amerikalı, İngiliz ve Fransız löjyenleri bulundu.
Öte yandan bu ülkeler sadece erat olarak, sadece muharrib
güç olarak değil üst düzey generalleriyle de bu soykırıma destek vermektedir.
ABD merkez kuvvetleri komutanı ve Batı Asya sorumlusu 4 yıldızlı general
ekibiyle birlikte şu anda Tel Aviv'de savunma sistemleri entegrasyonu üzerine
hizmet vermektedirler. İran, Hizbullah ve Yemen'den gelen saldırılara nasıl
karşılık verileceğine ilişkin harekât plânlarını Siyonist çete generalleri ile
birlikte yürütüyorlar. Açıkçası ABD, İngiltere ve Fransa askerî birimleri
işgalci İsrail çetesi ile birlikte savaş yürütüyor, birlikte soykırım yapıyor,
birlikte bebek ve her yaştan insan kanı içiyor. Bu katil sürüsüne hava sahasını
açan ve İran ile Yemen'den gelen füzeleri engelleme çabasına girerek soykırıma
katkı sağlayan Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin Filistin
davasına yaptıkları en melunca ihaneti görüyoruz. Evet, görülen o ki kan içici
Siyonist çete sadece Haçlı ordularını yedeğine almamış, aynı şekilde sözüm ona
bazı Müslüman ülke liderlerini de hizmetine sokmuş, senkronize çalışıyorlar.
Kürecik Radar Üssü ile katkı sağlayan Ankara hükümetini de bu ithamımızdan muaf
tutmuyoruz. Zira Kürecik Radar Üssü'nün her ne kadar Kuzey Atlantik Paktı
(NATO) adına hizmet verdiği söylense de ve NATO'nun Merkez Üssü Belçika'nın
başkenti Brüksel'de bulunsa da asıl kontrol merkezi Pentagon olması hasebiyle
her türlü bilgi Brüksel'den önce Pentagon'a aktarılmakta oradan da Tel Aviv'e
gönderilmektedir. Hizmeti ve koordineli çalışmayı görüyor musunuz? Siyonizm ve
Siyonizm'e payanda olmak işte budur.
Müslüman ümmet nezdinde hiçbir meşruiyeti olmayan bu kan
içici çetenin hizmetine nasıl da girilmiş? NATO'ya girmiş olmamız bize nelere
mal olmuş? NATO vasıtası ile Siyonizme hizmet sunmak işgal altında olduğumuzun
tescilidir...
Tarihteki Haçlılar günümüzde Siyonizm ideolojisine entegre
olmuş. Buna şaşırmıyoruz. Haçlılar bugün Siyonist çete adına savaş vermektedir.
Bu durum, "Küfür tek millettir." hadis-i şerefini anımsatıyor. Bu
hadis aslında batıl cephesinde olanları kapsıyor. Siyonizm hangi yöneticilerle
iş tutuyorsa, hangi yöneticileri tahakkümü altına alıp dayanışma içerisinde ise
"Küfür tek millettir." hadis
metaforunda buluşuyorlar. Bizim şaşkınlık duyduğumuz husus ise, bugün bu batıl
cephesinde, bu küfür cenahında Müslüman ülke liderlerinin çoğunun saf tutmuş
olması.. Kimileri kan içici Siyonist çeteye fiîlen destek oluyor, kimileri ise
canavarca yapılan katliamlara sessiz kalarak, üç maymunu oynayarak destek
oluyor. Netanyahu canavarı katliama başladığında Arap ülkelerine yönelik dile
getirip talimat verdiği husus bütün Müslüman ülkelerin sessiz kalmasına ilişkin
buyruktu. "Koltuklarınızdan olmak istemiyorsanız, ekonominizin bozulmasını
istemiyorsanız sesinizi çıkarmayın" demişti. Bir takım aşağılık melunlar bu
talimata harfiyen uydular. Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri
ise bu talimatın ötesinde bir de savunma refleksi göstererek Yemen ve İran'ın
attığı füzeleri engelleme çabasına girdi. Oysa, Müslüman ümmet nezdinde kutsal
Filistin topraklarımızın işgalcisi olan gayri meşru bir varlıkla, bir terör
organizasyonu ile iş tutmak, onunla dayanışma içerisinde olmak onun bütün
katliamlarına ve onun kan içiciliğine ortak olmaktır.
Böyle mi olmalıydı? Nasıl da lâneti hak ediyorlar? Zaten
Filistin davasına ihanet eden bu hainleri, Filistin davasına ihanet eden bu
şeref yoksunu melunları tarih lânetle anacaktır. Her yaştan insanın ve
bebeklerin parçalanmış cesetleri bu melunların vicdanını hiç mi sızlatmıyor? Bu
nasıl bir vicdansızlık, bu nasıl bir duyarsızlık? Güney Amerika ülkeleri kadar
olamadılar. Başta Venezuela, Peru ve Kolombiya olmak üzere hemen hemen bütün
Güney Amerika ülkeleri Siyonist çete ile ticareti kesmiş bulunmaktadır...
7 Ekim'den bu yana 50 bine yakın insan katledildi. Birleşmiş
Milletler seyrediyor, İslâm İşbirliği Teşkilatı susuyor. Sayın Cumhurbaşkanı
zaman zaman İsrail ve avanesini telin ederek fevrî beyanatlarda bulunuyor.
Hatta Rize'de yapmış olduğu konuşmasında, "Karabağ'a, Libya'ya girdiğimiz
gibi oraya da bir gece ansızın girebiliriz" ifadesini kullandı. Bu sözler
karşısında kamuoyumuzun bir kısmı ciddi bir beklentiye girdiği kanaatindeyiz.
Elbette bir kısım insanımız bu sözlerin havada kalacağı düşüncesine sahipti.
Söz değil, elbette icraat önemli. Mutlaka bir şeyler yapılmalı. Örneğin, batıl
cephesi, küfür cenahı ilk günden itibaren nasıl koordineli çalışıyorsa, nasıl
kolektif hareket ediyorsa, biz de birkaç Müslüman ülke bir araya gelerek
Gazze'deki mazlum ve biçare kardeşlerimiz için (ilk günden itibaren) oraya bir
askerî birim, bir muharrib güç göndermeliydik. 7 Ekim tarihinden bu yana
Gazze'de yaşanan bu canavarlığa, bu kan içiciliğe bir şekilde engel
olabilirdik. İslâm Birliği yolunda küçük adımlar dahi atılsaydı bu zulme engel
olunurdu. Düşman güçlü değil ve biz zayıf değiliz, sadece güç birliği
içerisinde değiliz. Başta Türkiye olmak üzere birçok Müslüman ülke Siyonist kan
içici çete ile henüz ticareti kesmiş değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, katliamın
7 ay sonrasında "Ticareti kestik" ifadesinin kullanılması inandırıcı
olmadı. Nitekim ortaya çıkan tablo ile bir taraftan üçüncü ülke limanları
kullanılarak ticaret sürdürülürken, diğer taraftan Azerbaycan petrolünün
sevkiyatı Bakü-Ceyhan boru hattından devam etmektedir.
Ticareti kesmeden, büyükelçilikler kapatılmadan asıl
yapılması gereken işe nasıl adım atılacak? Evet, bugüne kadar söylem bazında
takınılan tavır olması gerekenleri asla yansıtmıyor. Hükümetin ivedilikle
yapması gereken Merhum Erbakan Hocamız'ın temellerini attığı D-8 projesine
sahip çıkmasıdır. D-8 projesi İslâm Birliği'ne atılan ilk adımdır. Bu proje
kapsamında İslâm Savunma Gücü (İslâm NATO'su) oluşturulmak istenmişti. Direniş
Cephesi ile entegre olmuş bir gücü, bir potansiyeli düşünelim! Ne kadar güzel olurdu
değil mi? Böyle bir güç oluşturulmuş olsaydı bu canavarlık, bu katliamlar, bu
işgaller, bu soykırım olur muydu? Bakınız, Merhum Erbakan Hocamız başbakan
olduğunda ufak bir askerî birimi Batı Şeria'ya konuşlandırmıştı. Bu sayede
Erbakan Hocamız'ın 11 aylık başbakanlığı döneminde Siyonist çete Gazze'ye
yönelik bir kurşun dahi sıkamamıştı. Bir de İslâm Savunma Gücü'nün kurulduğunu
düşünün? Bi iznillah Siyonist düşman ve payandaları darmadağın olur. Onun için
biz diyoruz ki: Filistin işgalinin son bulması için İslâm Birliği'ni tesis
etmek imânî bir vecibedir. Bu işi yapması gerekenler ise Müslüman ülkelerin
başındaki yöneticilerdir. Müslüman ülkelerin başındaki siyasîler eğer İslâm
Birliği için çabalamıyorlarsa Allah'a, Kûr'ân'a ve İslâm ümmetine ihanet
içerisindedirler. Böylelerini yakıcı bir azap bekliyor.