Bu şekilde dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James
Balfour tarafından (2 Kasım 1917'de) Siyonizmin ünlü hamisi Baron Walter
Rothschild'e yazılan mektupla, Filistin topraklarında Yahudilere bir
"vatan" kurulmasının va'di gerçekleşmiş oldu. Elbette bu tarihe kadar
Filistin topraklarının demografik yapısının değiştirilmesi amacıyla meskun
Filistin halkına yönelik kesintisiz bir savaş başlatılmıştı. Sürekli bir
şekilde silahlı baskınlarla katliamlar yapılarak, insanlar doğup büyüdükleri
topraklardan göç ettirildi ve bu şekilde işgal ettikleri toprakları sürekli
genişlettiler...
Birleşmiş Milletler tarafından
14 Mayıs 1948 yılında iki devletli çözüm ilân edildiği gün
aradan üç saat geçmemişti ki Siyonist çete en acımasız, en barbarca yöntemlerle
Müslüman köylere baskın yapıp katliamlarını sürdürmeye başladı. Nasıl olsa
İngilizlerden yeterli silah ve mühimmat almışlardı. Bu katliam ve saldırılar
esnasında on binlerce Filistinli öldürüldü, 600 dolayında köy yerle bir
edilerek haritadan silindi ve 700 bin Filistinli doğup büyüdüğü topraklardan
sürülmüş oldu. Bu yüzden Filistinliler bu acı güne "Nekbe Günü" (kara
gün veya felaket günü) demektedirler...
Siyonist çete katliamlarını İngilizlerin manda yönetimi
döneminde de Irgun, Hagana ve Stern terör örgütleri olarak sürdürmüşlerdi.
Kısacası katliam ve vahşet uygulamaya ilişkin tecrübeliydiler. Bu sefer yine
aynı vahşilikte devlet adı altında terör ve katliam eylemlerini sürdürmeye
başladılar. Koruyucu/hami olarak yaşlı/melun İngiltere kenara çekilmiş yerine
büyük şeytan ABD devreye girmişti. Siyonist çete ABD'yi arkasına alarak
kurulduğu tarihten bu yana mütemadiyen saldırılarını sürdürdü. Aslında Siyonist
çetenin yaptığı "zamana yayılmış soykırım"dan başka bir şey değildi.
Her yaptığı saldırı ve katliamların ardından işgal ettiği toprakları
genişletmiş oldu. Ne 67 "6 gün" savaşı, ne "Yom Kippur" 73
savaşı onu geri adım attırmadı. Aksine Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Ürdün'den
Nehir Bölgesi'ni ve Suriye'den Golan Tepeleri'ni koparmış oldu. Ayrıca İslâm'ın
başkenti Kudüs kentimizi de işgal etmiş oldu. Bu operasyonlardan sonra Siyonist
çete dünya kamuoyu tarafından adeta "yenilmezlik efsanesi"ne dönüştü.
Bükemediğin bileği öpeceksin zilletine düşen Arap ülkelerinin çoğu bu aşamadan
sonra Siyonist işgal çetesine karşı teslimiyet bayrağını çekerek uzlaşma yoluna
gitmeye başladılar. Bu durum karşısında mazlum Filistin halkı uzun yıllar
sahipsiz kaldı. Maatteessüf ki, İslâm ümmetinin başındaki yöneticilerin ezici
çoğunluğu ilk kıblemiz Mescid-i Aksa'ya ve namusu ekberimiz olan kutsal
Filistin topraklarımıza yönelik aidiyet duygusu taşımamaktadırlar. Kısacası
İslâm ümmetinin başındaki siyasîlerin kahir ekseriyeti hiçbir mesuliyet
duygusuna kapılmadan, sergiledikleri vurdum duymaz kayıtsızlıkla Filistin
davasına en büyük ihaneti yapmış olmaktadırlar. Diğer taraftan, "nasıl
olsa yardım edeni, arka çıkanı yok" rahatlığı içerisinde meydanı boş bulan
Siyonist çete şirretçe ve fütursuzca saldırılarını arttırdı. Öyle ki, Siyonist
eşkiya sürüsü zulüm, katliam ve işgaline ara vermeden Filistin halkını pres
gibi ezmeye devam etti. O gün, bugündür mazlum Filistin halkı Siyonist çetenin
saldırı, katliam ve işgaline maruz kalmaktadır. Günümüz itibariyle bu
kesintisiz işgal Filistin topraklarının % 88'nin kaybedilmesine neden oldu.
Ayrıca 2005 yılından bu yana Gazze'ye yönelik ambargolar da devam etmektedir.
İnsanlara ilaç ve gıda ürünleri kısıtlı olarak verilmektedir. Yeni meskenler
yapılmaması için buraya başta çimento olmak üzere her türlü inşaat malzemesi de
girmesi yasak. Öylesine bir abluka altındalar ki, Gazze halkı için adeta hayat
çekilmez olmuş. Dünyada m² olarak insan başına düşen toprak en az Gazze'de
bulunmaktadır. 2 milyon insan dar bir alana sıkıştırılmış vaziyette. Ve her
canı istediğinde ve bahanesiz bir şekilde başlarına bomba yağdıran bir katil
sürüsünün muhatapları olmaktadırlar. Aslında "canları istediğinde"
değil, bunu akidevî bir vecibe olarak yapıyorar. Tahrif edilmiş kutsal
kitapları, "Arz-ı Mevud'a ulaşmak için öldüreceksin" diyor. Zira
Siyonistler Filistin dahil olmak üzere Fırat'tan Nil Nehri'ne kadar bütün
Mezopotamya topraklarının kendilerine Allah tarafından miras olarak verildiğine
inanmaktadır. Onların akidesi budur ve öldüre öldüre, katliam yapa yapa
hedeflerine ulaşmak istemektedirler. Bu emel ve inançlarına ilişkin uzun vadeli
planlarını aşama aşama tatbik etmektedirler.
Bakınız, tahrif edilmiş kutsal kitapları kendilerine nasıl
bir soykırım canavarlığını emrediyor:
"Allah'ın Rabbin
sana miras olarak vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan
kimseyi sağ bırakmayacaksın. Allah'ın bu Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok
edeceksin."
(Tevrat, Tesniye, Bap 20, Ayet 16,18)
"Vurun; gözünüz
esirgemesin ve acımayın; ihtiyarı, genci ve ere varmamış kızı ve çocuklarla
kadınları helak için vurun."
(Tevrat, Hezekiel, Bap 9, Ayet 5-6)
Evet, sayın okuyucumuz, aktarmış olduğumuz bu iki pasajdan
Siyonistlerin tahrif edilmiş kutsal kitaplarında onlarcası var. Siyonist çete
bu insanlık dışı buyruklarden yola çıkarak Filistin topraklarına çöktüğü günden
bu yana kesintisiz bir şekilde ve sistematik olarak işgal ve katliamlarını
sürdürüyor. Kadın, çocuk, bebek, yaşlı ve genç demeden mütemadiyen orantısız
güç kullanıp katliamlarını sürdürüyor. 75 yıldan beri sürdürdüğü katliam ve
işgaller sonucu mazlum Filistin halkına % 12'lik bir toprak parçası kaldı ve
bunu da ellerinden almak istemektedirler...
Biz Müslümanlar olarak kabul etmemekle birlikte Birleşmiş
Milletler "iki devletli çözüm" önerisinde bulunmaya devam ederken
Siyonist çete lideri Netanyahu iki hafta öncesinde Birleşmiş Milletler
kürsüsüne çıkarak elindeki harita ile dünya kamuoyunu alaya alırcasına,
"Bakınız bu elimdeki haritada Filistin diye bir yer, bir devlet
yoktur" küstahlığında bulunmuştu. (Onların inançları, onların akideleri
bu.) Bu durum karşısında mazlum Filistin halkı öfkelenmesin de ne yapsın? 75
yıldan bu yana her türlü zulüm ve katliama maruz kalan ve en temel insanî
gereksinimleri bile karşılanmayıp yıllardır ambargolara muhatap olan mazlum
Gazze halkı bir çıkış yolu aramasın da ne yapsın? Her seferinde Siyonist
katiller saldırıyor ve onlar tüm imkânsızlıklarına rağmen taşla, sapanla
kendilerini savunmaya çalışıyordu. Yıllar böyle akıp giderken Müslüman bir
ülkenin Müslüman mesulleri (İran İslâm Cumhuriyeti) Gazzeli kardeşlerine ufak
çaplı silah ve roketleri ulaştırmayı başardı. Artık Gazzeli kardeşlerimiz,
kendilerine saldıran ve son kalan Gazze topraklarını işgale girişen Siyonist
çeteye karşı taşla, sapanla değil silah ve roketlerle karşılık vermeye
başlamıştı. Fakat buna rağmen Siyonist çete "Arz-ı Mevud"
emellerinden vazgeçmeyip her fırsatta saldırılarını sürdürmeye devam ettiler.
Şunu da belirtmiş olalım ki, bir yönüyle Gazze halkı kendilerine yönelik bu
saldırılar karşısında adeta travma yaşıyordu. Özellikle savaşçı kardeşlerimizin
aileleri, çoluk çocukları için adeta hayat çekilmez olmuştu. Tek cümle ile
ifade edecek olursak Gazze halkı topyekûn travmatik bir vaka ile karşı karşıya
kalmıştı.
Bu nevrotik vaka beraberinde bir öfke patlamasını getirmesi
gayet doğal bir durumdur. Nitekim 7 Ekim tarihinde böyle bir öfke patlaması
yaşandı.
Başta Hamas olmak üzere diğer kurtuluş savaşçısı gruplar
ortak irade göstererek ve kolektif hareket ederek ilk defa işgal edilen
topraklarını kurtarmak adına Siyonist çeteye saldıran taraf oldular. "Aksa
Tufanı" adını verdikleri operasyonla, işgalci İsrail'in askerî
karargâhlarına yaptıkları baskınlarda 800 dolayında işgal askerini tesirsiz
hâle getirdiler. İlk defa yaşanan bu gelişmeye bir kesim insanlar çeşitli
komplo teorileri üreterek, "bu İsrail'in 11 Eylül'üdür"
diyebilmektir. Neymiş, "Hamas bu saldırıyı gerçekleştirmekle işgal
çetesinin tepkisini üzerine çekeceğinden dolayı kendi ayağına sıkmış
bulunmaktadır." Yani işgal çetesinin Gazze'ye saldırması için eline bahane
verilmektedir. Oysa Siyonist çete o topraklara yerleştiği tarihten bu yana
sürekli bahanesiz olarak saldırılarını sürdürmektedir ve her seferinde ilk
saldırıyı gerçekleştiren taraf kendisi olmaktadır. Bu durum karşısında
Filistinli kardeşlerimiz, "Saldırsak da saldırmasak da onlar bize
saldırmaya ve bizi öldürmeye devam ediyor, madem her iki durumda ölen taraf
biziz o hâlde saldırarak ölelim 'kan kılıca galip gelsin' diyorlar.