Mezhep Taassubu İle İran İslâm Cumhuriyeti'ne Kin Kusmak

GİRİŞ: 30.10.2022 16:56      GÜNCELLEME: 30.10.2022 16:56
Rasthaber -  Başlığımızı, "Mezhep Taassubu İle İran İslâm Cumhuriyeti'ne Bakmak" olarak yazmıştık, ancak bazı çevreler var ki sadece bakmakla yetinmiyorlar, aksine çeşitli iftiralarla kin kusarak saldırıyorlar. Bu yüzden başlığımızı olduğu şekliyle değiştirmek zorunda kaldık...

Taassub kelimesi bağnazlık anlamına gelmektedir. Körü körüne bir düşünceye sarılmak taassub ehli olanlara özgü bir tutumdur. Ne yazık ki tarih boyunca İslâm ümmeti bünyesinde en kötü hasletlerden biri olarak ve ümmetin bölünmesine sebebiyet veren "mezhep taassubu" karşımıza çıkmaktadır. Ne yazık ki günümüzde de birçok Müslüman bu hastalığa kapılmış. Bu hastalığa kapılanların Müslüman topluluklara yönelik değerlendirmeleri de bu zaviyeden olmaktadır. Bakınız, biz siyasî bilinç sahibi Müslümanlar olarak en büyük hedeflerimizden biri, İslâm'ın bir devlet düzenine, bir müesses nizama dönüşmesini istiyoruz. Bunu istemek aynı zamanda imânî bir vecibedir. (Merhum Erbakan Hocamız diyordu ki, "Müslüman olmak yeterli değil, ne istediğini bilen ve o uğurda mücadele veren 'şuurlu Müslüman' olmak gerekmektedir.")

Ümmet bünyesinde irşad ve tebliğ çalışmalarıyla bu işin mücadelesini veren üç ülke halkından bunu bekliyorduk. Birincisi Mısır'da faaliyet gösteren ve temellerini Şehid Hasan El- Benna'nın attığı "İhvan-ı Müslimin"den beklentimiz vardı. Öte yandan aynı şekilde Seyyid Ebu'l-A'lâ Mevdudî'nin hareketi olan ve Pakistan'da faaliyet gösteren Cemaat-i İslâmî'den bekliyorduk. Hassaten, Türkiye Müslümanları olarak Merhum Erbakan'ın liderliğindeki "Milli Görüş" hareketinin İslâm adına "Adil Düzen" kurmasını istiyorduk. Bu üç hareketin ortak özelliği şiddet ve teröre bulaşmamış, tamamen barışçıl bir yol izleyen sivil bir organizasyon olmasıdır. Maatteessüf ki bu üç hareketten beklentimiz gerçekleşmedi. Fakat hiç beklemediğimiz komşumuz İran'da 11 Şubat 1979 tarihinde İslâm Devrimi gerçekleşti. Türkiyeli Müslümanlar olarak adeta şok olmuştuk. Taassub ehli olmayan kardeşlerimiz bu devrime müspet bir şekilde ilgi ve alaka gösterirken, mezhep taassubu güden Fethullah Gülen gibi bağnaz cemaat liderleri daha devrimin ilk gününden itibaren kin ve düşmanlık kusmaya başladılar. Devrim aleyhinde son derece menfi bir yaklaşım sergileyerek olmadık iftira ve tezviratlara koyuldular. Bütün bu yapılan saldırıların arka planında elbette ki mezhep fanatizmi yatıyordu. Özellikle Suudi Arabistan'ın fonladığı bir kesim var ki bugün de aynı kin ve nefreti kusmaya devam ediyor. Suudi Arabistan "Humeynî Fitnesi" diye bir kitabı birçok dilde bastırıp ücretsiz olarak dağıttı. Kitap baştan sona iftiralarla doluydu. Türkiye'de özellikle bazı tarikat şeyhleri aleni bir şekilde İslâm Devrimi'ne karşı Müslüman halkımızı sürekli kin ve düşmanlığa tahrik etmeye devam etti ve bugün de aynı hummalı tempoda kin kusup kışkırtıcılık yapmaya devam ediyorlar. Olayın diğer bir boyutu ise büyük şeytan ABD tarafından kullanıldıklarının fakında olmayışları. Emperyalist ABD İran topraklarından kovulduktan sonra bu devrimi yıkmak için çeşitli entrikalara girişti. Sabotajlar yaptırarak içerideki münafıkları kullandı, fakat başaramadı. Tebes Çölü'ne çıkarma yaptı, ağzına burnuna bulaştırdı, dünyaya rezil oldu. Olmadı Saddam zalimini İran'la savaşa soktu. Bu savaş 8 yıl sürdü ve 1 milyon dolayında insan öldü. Ahmak Saddam, "1975 Cezayir Antlaşması" muvacehesinde İran ile mütekabiliyet esasına dayalı iyi ve dostane ilişkiler geliştireceğine büyük şeytan ABD'nin gazına gelerek kardeş topraklarına saldırdı. (Akibeti nasıl da ibretamiz oldu. Köstebek yuvasında zelil ve aşağılık bir şekilde yakalandı. Başta Halepçe ve Ducayde olmak üzere kullandığı kimyasal sarin gazıyla katliamlar yaptı, diğer taraftan kendisine muhalif gördüğü nice Ehl-i Beyt muhibbi mümtaz alimleri astı ve böylece sadece komşu halkına yönelik değil, kendi halkının da kanına girmiş bir katil olarak asıldı.)

ABD, Müslüman halklar bu devrime öykünüp kendi başlarındaki piyon yöneticileri alaşağı ederler endişesini taşıdığı için ne yapıp edip bu devrimi yıkmanın veya en azından izole etmenin hesabını yapıyor. ABD, devrim diğer Müslüman ülkelerde domino etkisi yaparsa kendi sömürü vantuzları o coğrafyalarda da kesileceğinin korkusunu sürekli yaşıyor. Bu yüzden belirli aralıklarla Pakistan, Türkiye ve Mısır'a müdahalelerde bulundu. Bu ülkelerdeki askerî darbelerin perde arkasında hep bu büyük şeytan ABD oldu. Ziya ül-Hak şeriata geçiş süreci başlatınca sabotajla uçağını düşürdü. 12 Eylül ve 28 Şubat'ın arkasında yine bu şeytan vardı. Mısır'da Mursi'yi devirip Sisi'yi işbaşına getirdi. ABD yaşadığı korku ile bu şeytanlıkları hep yapıyor.

ABD'nin endişe ve korkusunu anlıyoruz. Ancak İslam Cumhuriyeti'ne karşı mezhep taassubu güdenleri anlamakta zorluk çekiyoruz. Bakınız mezhep denilen olgu, fıkhî çıkarsama, yani içtihadlar sonucu oluşmuş ekoldür. Bu sadece müntesibi bağlar. Mezhep nass'ın olmadığı yerde devreye girer ve genellikle bireysel ibadetlerle ve tali meselelerle ilgilidir. Zira, Mecelle'de geçtiği üzere, "Mer'i olan nass'da içtihada mesağ yoktur" ilkesi bütün İslâm ümmetinin kabul ettiği ve kabul etmek zorunda olduğu "imâna taallûk eden" (İslâm'ın olmazsa olmazı olan) şer'i kriterdir. Bakınız, mezhepler Peygamberimiz'den 150 sene sonra ortaya çıkmış ve bunlar mutlak bağlayıcılığı olmayan içtihad kümesidir.

Adama sormazlar mı, Peygamberimiz hangi mezheptendi? Demek istediğimiz o ki, mezhep tercih meselesidir ve kişiyi bağlar. Hâl böyle iken, "bütün ümmet için imânî vecibe olan İslam'ın müesses nizama dönüştürülme görevi" bir şekilde Pakistan'da, Mısır'da ve Türkiye'de değil de İran'da tahakkuk etti. Yani beklentimiz dışında bir durum zuhur etti. Peki biz Müslümanlar olarak bu devrime nasıl bakmalıyız?

Birileri gibi, "efendim iyi de onlar dört hak mezhebin dışında, bize ne onlardan" mı diyelim? (Bakınız, içtihad sonucu oluşmuş mezhebe "hak" demek, mezhebi "nass" olarak nitelemektir. Bunu hiçbir mezhep imâmı yapmamıştır. Çünkü bu, mezhebin tabulaştırılmasıdır, mezhebi mutlak doğrunun kaynağı olarak görmektir, böyle bir yaklaşım mezhebin putlaştırılması demektir. Bu ise küfürdür.) Bazıları ise Ehl-i Beyt muhibbi olan İran halkını mezhep saikiyle dışlamakla yetinmiyorlar, bir de üstüne üstlük çeşitli iftira ve tezviratlarla saldırılarda bulunuyorlar. İslâm Cumhuriyeti'ni kendi müntesiplerine öyle kötülüyorlar ki, Siyonist çete İsrail ile ittifak etmeye razılar ama İran'dan şeytandan kaçar gibi kaçıyorlar. Suudi Arabistan'da halkın nabzını tutmaya yönelik istatistik yapıyorlar. Soru şu: "İsrail İran'la savaşırsa biz Suudi Arabistan olarak kimin yanında olmalıyız?" Ne yazık ki, çoğunluk Siyonist İsrail'den yana tercihte bulunuyor. Demek ki Suud rejimi, halkına İran İslâm Cumhuriyeti'ne yönelik öylesine nefret aşısı yapmış ki ortaya böyle bir sonuç çıkıyor. Türkiye'de de bir takım tarikat şeyhi ve eli kalem tutan melun yazarlar var ki aynı kin ve nefreti kusuyorlar.

Adama sormazlar mı, bu devrim kurulduğundan bu yana İslâm'a mugayir bir iş mi yapmış? Bu devrim sizin ülke siyasîleriniz gibi emperyalistlere boyun mu eğmiş? Veya sizin ülkelerinizde olduğu gibi dinin haram kıldığı içkiyi, kumarı, zinayı serbest mi bırakmış? Veya Filistin, Bosna, Lübnan, Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen'de Müslümanlar zulme uğrarken onlar sizin siyasileriniz gibi sadece seyretmekle veya kınama mesajlarıyla mı yetinmiş, yoksa nice bedeller ödeyerek oralara her türlü askerî destekte bulunmuş mu? Gidin Sarayova, Travnik ve Zenica'daki şehidlikte yatan İranlı fidanları görün.

Sadece olaya bu zaviyeden baksak, yani İran İslam Cumhuriyeti'nin "mazluma dini sorulmaz" kabilinden ta Latin Amerika'lara kadar mazlum halklara yapmış olduğu yardımları göz önünde bulundursak, sadece bundan dolayı taaccüp etmemiz, utanmamız gerekmez mi? İran İslâm Cumhuriyeti'nin yapıp ettiklerini bir Müslüman birey olarak hayranlıkla takdir edip gurur duyacağınıza mezhep adına saldırılarda ve olmadık iftiralarda bulunuyorsunuz. Sosyal medya üzerinden size serzenişte bulunan bir dostumuzun diliyle şöyle bir soru sormuş olalım: "Siz ya da takipçisi olduğunuz şeyhleriniz İran halkı kadar İslâm'a ne verdiniz ne bedel ödediniz, İslâm için ne yaptınız da İran'ı beğenmiyorsunuz, hatta beğenmemekle kalmayıp kin kusuyorsunuz?"

Ayıptır, günahtır, yazıktır. Bu kazanım hepimizin. Bu devrim hepimizin gururu. Mezhebi taassubla atılan yalan ve iftiralara kanarak İslam Cumhuriyeti'ne düşmanlık beslemek ne kadar büyük bir insafsızlıktır. Elbette ki bunun vebali de çok büyük. "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun aslını araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz."

(Hucurat: 6)

Mahşer günü ise bu pişmanlık hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü sadece bu iftiralardan yola çıkarak vahdet vecibesini ayaklar altına almak cehennem azabını gerekli kılmaktadır. Kûr'ân-ı Kerim'de vahdetle ilgili onca ayet mezhep taassubundan dolayı ayaklar altına alınmaktadır. "Efendim, ama onlar sahabeleri eleştiriyor." Tamam da sahabeler Cemel'de Sıffin'de birbirini kesti, şimdi birileri sahabeyi eleştirdi diye onları küfürle mi itham etmeliyiz? Veya Allah Teâlâ'nın vahdetle ilgili ayetlerini ayaklarımızın altına mı almalıyız? Oysa ayette belirtildiği üzere, "Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız size aittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz." (Bakara: 134, 141)

"İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?

(Yunus: 32)

Mezhebî saikle değil, hangi gerekçeyle olursa olsun Müslümanların vahdetini ilga ve zedeleme girişimi Allah Teâlâ'ya savaş açmak anlamına gelmektedir. Mezhep taassubu ile ayrımcılık yapanlar ve aynı saikle Müslüman kardeşlerini tekfir edenler AllahTeâlâ'ya şunu demiş oluyorlar: "Ey Allah'ım sen, "Sizin ümmetiniz bir tek ümmettir" desen de ben mezhebi taassubla senin bu hükmünü ayaklarımın altına alıyorum, ben bizim mezhepten olmayan kişilere kardeş nazarı ile bakmıyorum, hatta onları tekfir ediyorum, onları Müslüman kabul etmiyorum."

Evet, mezheb taassubu güdenler sözel olarak bunu demese de lisan-ı hâl ile bunları söylemiş oluyorlar. Hadise bu kadar vahim. İlâhî vahy bize, "Toptan Allah'ın ipine sarılın, tefrikaya düşmeyin, dağılıp ayrılmayın." (Al-i İmrân: 103) diyorsa bu emrin hilafına hiçbir mazereti öne süremeyiz. İslâm Birliği imanî bir vecibedir. Her bir Müslüman bunun uğraş ve çabası içerisinde olmalıdır. Merhum Erbakan Hocamız ne kadar veciz bir şekilde bize bu vazifemizi hatırlatıyor: "Hangi cemaatten, hangi tarikattan, hangi mezhepten olursan ol, eğer 'İslâm Birliği' için mücadele etmiyorsan beş para etmezsin." Ayrıca şöyle bir uyarıda bulunuyor: "Eğer Allah Teâlâ, 'İslam Birliği' ve 'Adil Düzen' kurmak için sana 100 adım atacak bir güç vermişse, buna mukabil sen bu yolda 95 adım atmışsan, geriye kalan 5 adımın hesabını Allah sana mahşer günü soracaktır." Bakınız Merhum Erbakan Hocamız D-8 projesi kapsamında "İslâm Birliği"ni kurmak için gecesini gündüzüne katarak dur durak bilmeden mücadele etti. Bildiğiniz üzere bu yolda zerre kadar taassuba kapılmadan ilk ziyaretini İran'a yaptı ve bu yolda ilk imza İran ile atılmış oldu. Sayın okuyucumuz Erbakan Hocamız Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak ne diyordu biliyor musunuz? "Biz 'Milli Görüş' olarak Türkiye'de muhalefetteyiz ama İran'da iktidardayız." Merhum Erbakan Hocamız'ın ne kast ettiğini anlamamak veya görmemek için "ahmak ve kör" olmak gerekir. Bu son sözümüz de vahdete yanaşmayan ve vahdetin gereklerine göre yaşamayan taassub ehline olsun. Vesselâm..

 

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM