Rasthaber - Şu soruları hep kendime sormuşumdur. Nefsimin istediğini
bende mi istiyorum? Ya da benim istediğimi nefsi mi uyguluyor? Nefsime
taleplerini kim üflüyor? Ya da ben, her istediğimi kendi arzumla mı yapıyorum?
İnsanlara baktığımızda gördüğümüz odur ki insanlar farklı farklı yapılara
sahip. Kimi çekingen, kimi girişken, kimi konuşkan, kimi kapalı vs… insanların
bu yapılarını oluşturan etkenleri baktığımızda göreceğimiz birçok faktör
olmakla beraber insanın öz yapısı en büyük etkendir. İnsanın öz yapısı nedir
dediğimizde karşımıza çıkan insanını nefsi ve onu etkiliyken çevresi olmakta ki
oda insana bir kimlik & kişilik oluşturmakta. Kimlik ve kişilik bir birine
eş değer gibi gözükse de aralarında ince ayrım farkı vardır. Kişilik, kişini
özü ile oluşan bir tanımlama iken kimlik kişini özünün çevresiyle oluşturduğu
bir tanımlama olmakta. Mesela bir kişinin çekingen olması o şahsın kişilik
tanımlaması olurken Avrupalı olması o şahsın kimlik tanımlamasını oluşturmakta.
Burada karşımıza çıkan diğer bir husus ise yörelerin kendilerine göre
oluşturdukları tanımlamalar vardır ki biz bunlara dini-kültür (sosyal kültürel)
yapılar diyoruz.
Kimlik tanımlamasını şöyle yapabiliriz, bir şahsın sahiplendiği
tarihi, yaşadığı çevresi, biyolojik ve sosyolojik yapısını oluşturan özelikler
kimlik diyebiliriz. Bu yapı değişebilir, değiştirilebilendir fakat insanın
özünü oluşturan ise “sevgi, merhamet, güzelliklere hayranlık” değişmeyen
yapılardır. Fakat insanın yapısında doğuştan olan bu özelik beslenmesi ve
güçlendirilmesi gerekmektedir. Buda yukarda bahsettiğimiz kimlik yapısını
oluşturan etkenler bağlıdır.
Şehirde yaşayan, teknolojini sunduğu
“kolaylıkların” esaretin yaşayan insanlar, kendi öz yapılarını geliştirmesinde
çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Çünkü kişi, özünün en üstü seviyesini
görmemekte ve bilmemekte sadece ona sunulan ve kendi özü ile bağdaşmayan
veriler ile kendine bir kimlik oluşturmakta. Buda kişinin, “İnsan olmak, insan
gibi düşünmek ve insan gibi yaşamak” doğasında çıkıp sanki bir makinanın
parçası gibi davranmasını sağlamakta.
Böyle bir yapılanmada yazımızın
girişindeki sorularımız sorduğumuzda nefsin istediğini ben mi istiyorum? Yâda
benim istediğim nefsim mi uyguluyor? Yâda her istediğimi kendi arzumla mı
yapıyorum?
Burada cevabımız çok basit, bir bilgisayarın uygulama ve
yazılımların donatımını yapan kişilerin girdiği veriler doğrultusunda o
bilgisayar kullanılıyorsa bizlerde sistemi sunduğu uygulamalar ve yazılımlar
doğrultusunda yaşamaktayız. İnsanlarımız artık akıllı evler, akıllı telefon,
akıllı araba, akıllı TV yani yapay zekânın sunduğu ve o yazılımı yapanların
sunduğu yapının bir parçası olmaktayız. Kimliğimiz artık kültürel, tarihi,
sosyolojik, biyolojik olmaktan çıkıp, yapay zekânın sunduğu kimlik olmakta ve
insan insanlıktan çıkıp “Tek tip yapı” olmakta, siz, artık buna istediğiniz adı
verin “Cyborg, Transhuman, Androit, Metevars hayat, tek yapı insan, etc.”
Kısaca, İnsan özünü servis dışı olduğu, akıl ve düşünme kapasitesini yitirdiği,
sadece yönlendirilen bire robot misal bir hal aldığını görmekteyiz.
Eğer ben
yönlendiriliyorsam nefsimin benimle olan ilişkisi nasıl oluyor? Aslında yapılan
bütün bu çalışma (program) sanki bir uyuşturucu, nefsimi uyuşturucu müptelası haline
sokup, düşünmek, akıl etmek ve insani duygularımı “özümü” yitirerek beni, benim
kontrolümden alıp kendi istedikleri şekle sokmak olmakta.
O zaman Ahlaki
değerler, sosyal değerler, dini değerler ve kısaca insani değerlerin yok olduğu
hayvandan da daha aşağı bir hale sokulmuş, köleleşmiş yaratıklar olmaktayız.
Buna karşı olmak sizi uçuk, toplumdan soyutlanmış, akli dengesi bozulmuş,
ötelenmiş olarak sistem uygulamasının baskısı altında kılmakta.
İnsanlarımızın
kafa tasına bir çip (chip) koymaya gerek kalmadan karnımızı doğurmak için satın
aldığımız kimyasal & endüstriyel yiyecekler ve özelikle epidemi dönemindeki
aşı diye enjekte edilen “mRNA ve spike protein” ile elimizden düşürmediğimiz
küçük dalga frekansla çalışan telefonlarımızla bizleri nasıl yönlendirmekteler?
Netice olarak; Nefsimin kışkırtmalarının farkına varıyorsam ben de daha insan
olma özelliği var demektir. Eğer nefsimin kışkırtmalarının farkında bile
değilsem artık ben, bu sistemin bir parçası olmuşum demektir. Aklım ve
düşüncelerim servis dışı bırakılmış boynuna ip takılmış, ipi elinde tutanın bir
“yaratığı” haline dönmüşüm demektir.
Buna karşı en büyük silahımız özümüzün ham
maddesi olan Sevgi, Merhamet ve İnançtır. Onun içindir ki bizlere sevginin,
merhametin inancın olmadığı tam aksine çıkarcı, bencil, zalim (acımasız),
kibirli olmanın akılı olmak, güçlü olmak olduğunu telkin etmekteler ve sistem
baskısıyla da kabul ettirmekleler. (Bu sistemin uygulama ve yazılımına
dayananlara uygulanmakta)
Bugünkü yaşadığımız her türlü krizleri tek sebebi de
budur.