Türkiye, Suriye’de güvenlik krizinin başlangıcından iki yıl
sonra, 2013 yılından bu yana, Kürt silahlı gruplarının Türkiye'ye yönelik
tehditlerine karşı koyma bahanesiyle, bu ülkeyi tehdit etme kabiliyetine sahip
olmadığı halde, Suriye topraklarını ve bu ülkenin egemenliğini ihlal etti. Bu
durum, Suriye ve İran'ın, Kürt silahlı gruplarının Türkiye topraklarına
saldırmamasını garanti altına alacaklarını Ankara yetkililerine defalarca
bildirmelerine rağmen gerçekleşti. Üstelik bu 15 yıl boyunca Suriyeli Kürtlerin
Türkiye topraklarına saldırdığına, hatta tek el ateş ettiğine dair hiçbir haber
yayınlanmadı. Dolayısıyla Türk hükümetinin Suriye'deki isyanları bu ülkenin topraklarının
bir kısmını ele geçirmek için kullandığı açıktır.
Raporlar, Türk ordusunun Suriye'de işgal ettiği bölgelerde
Türkçe dil eğitim kurslarına başladığını ve liranın Suriye'nin resmi para
birimiyle değiştirildiğini gösteriyor. Bu da Türkiye'nin Suriye topraklarının
kalıcı olarak işgal edilmesi ve Türkiye'ye ilhak edilmesi konusundaki niyetleri
hakkında bilgi vermektedir.
Türk hükümetinin, Ceyşü’l Hür, IŞİD ve el-Nusra ve son
yıllarda Tahrir-i Şam gibi Suriye hükümetine muhalif milis gruplara çok yönlü,
kapsamlı ve uzun vadeli desteğini gösteren birçok belge bulunmaktadır ve bu
hükümetin son 15 yılda Suriye halkına karşı işlenen suçların tamamında temel olarak
payı vardır.
Bu 15 yıl boyunca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
teröristlere resmi desteğini dahi gizlemedi ve 2017 Ocak ayında başlayan Astana
toplantıları da dahil olmak üzere çeşitli zamanlarda Suriye silahlı gruplarını
resmi olarak temsil etti. Suriye hükümeti bölgesel dostlarıyla birlikte terörün
üstesinden geldikten sonra ve teröristlerin işgal ettiği bölgelerin çoğunu
kurtardıktan sonra, ateşkesin sağlanması amacıyla 29 Ocak 2017’de Türkiye'nin
katılımıyla Astana toplantıları başladı. Bu arada Türk hükümeti, Suriyeli
muhalif silahlı grupların tamamen çökmesini engellemeye çalıştı. Mesela Astana
toplantılarında Türkiye, İdlib'deki silahlı muhalif grupları askeri çatışmaya
gerek kalmadan silahsızlandıracağının ve bu vilayeti Suriye hükümetine teslim
edeceğinin garantisini verdi ve bunun için 6 ay süre istedi ama bu dönemde Türk
hükümeti teröristlere daha fazla askeri ve mali imkân sağladı ve art arda
yaptığı işgallerle bu bölgenin Suriye hükümetine geri dönmesini engelledi. Bu
yıllarda İdlib, teröristlerin ana üssü iken fiilen Türkiye yönetimindeki bir il
haline geldi.
Belgelere göre Türk hükümeti 2020 yılının ortasından
itibaren çok katmanlı detaylı bir planla İdlib modelini tüm Suriye'ye yaymaya
çalışıyordu. Bu çok katmanlı program şunları içeriyordu:
1- Türk hükümeti İdlib'i küçük ve minyatür bir Suriye
yapmaya çalıştı. Buna dayanarak sayıları 15'e ulaşan çeşitli terörist milis
grupları tek çatı altında toplayarak aralarındaki iç çatışmaların devam etmesi
engellendi. Bu, Suriyeli milislerin en büyük grubu olan Nusra örgütünün resmi
olarak BM’nin terör listesinde yer almasına ve dağıtılması gerekmesine rağmen
gerçekleşti. İdlib'in ve aslında terör gruplarının yönetiminden sorumlu olan
Türk İstihbarat Teşkilatı, El Nusra'yı yeni bir isimle faaliyet göstermeye
zorladı. Bu nedenle, bu cephedeki grupların çoğu yeni isimleri olan Tahrir-i Şam
adı altına yer aldı ve daha sonra Fetihu’l Mubin operasyon odası olarak
adlandırılan ortak karargâhın komutası altına girdiler.
Türk İstihbarat Teşkilatı, yeni Tahrir-i Şam grubunu çeşitli
eğitimlere tabi tuttu. Bu eğitimler askeri, istihbarat, siyasi, sosyal,
ekonomik, medya ve teknolojik eğitimleri içeriyordu ve Türkiye'nin bu
eğitimleri bir hükümeti şekillendirmek için kullandığı açıktı. Ancak bir süre
sonra İdlib'de görünürde liderliği Culani’nin, gerçek liderliği ise Türkiye'nin
MİT’inin elinde olan bir hükümet kuruldu. Bu hükümetin başbakanı, bugün Suriye'nin
başbakanı olarak tanıtılan Muhammed El Beşir idi.
2- İdlib'deki bu süreçle eş zamanlı olarak Türk hükümeti,
yaptırım altındaki Suriye'nin ekonomik zayıflığından yararlanarak Suriye ordusu
üzerinde çalışmaya ve onu devre dışı bırakmaya başladı. Türkiye, Tahrir-i Şam
teröristlerini maddi açıdan doyurarak ve Suriye ordusunun kademeleri ile
aralarında bağlantı kurarak ordunun rejimden ayrılmasını sağladı.
Bu dönemde, yani 2020-2024 yılları arasında Erdoğan, Suriye
ordusunun komutanlarına ve unsurlarına, sistemden ayrılmaları halinde Tahrir-i Şam'ın
milis unsurlarıyla aynı maaş ve sosyal yardımları alabileceklerini gösterdi.
Bu yıllarda Tahrir-i Şam'ın askeri kanadındaki genç bir
mensubun maaşı ve geliri, Beşşar Esad'ın ordusundaki bir generalin maaşının
yaklaşık 14 katıydı. Aylık maaşlar arasındaki 50 ila 700 dolar gibi farklar, 13
yıllık savaştan bıkmış ve durumu iyileştirmeye dair içeride bir ufuk göremeyen bir
ordu için doğal olarak cazipti. Bu arada Erdoğan, Suriye hükümetinin bazı
hatalarından yararlanarak Suriye ordusundaki nüfuzunu genişletti. Bu stratejik
hatalardan biri, sayıları son zamanlarda 30 bini aşan hükümet muhaliflerinin askerliğe
alınmasıydı. Beşşar Esad hükümeti, muhalefeti saflarına katmanın onları
Suriye'ye bağlayacağı ve anlaşmazlıkların çözümüne yol açacağı yönündeki yanlış
varsayımıyla, Türk hükümetine ve onun istihbarat servisine ordunun çeşitli
kısımlarına hâkim olmak için bu altın fırsatı verdi. Nitekim Tahrir-i Şam'ın
Halep'e yönelik operasyonu başladığı ve hızla Suriye'nin diğer illerine
ulaştığı 27 Kasım’da ordu fiilen Türkiye ve Tahrir-i Şam tarafından ele
geçirilmişti. Nitekim 27 Kasım’dan itibaren ordu içinde Suriye hükümetine sadık
kişiler ile Türk güvenlik teşkilatının iç ajanları, yani aynı askerler ve
ordunun devşirilmiş unsurları arasında çatışma çıktı ve orduyu parçaladı. Bu,
Suriye hükümetinin mali yük nedeniyle, Suriye'nin terör gruplarının
kontrolündeki bölgelerin kurtarılmasında kilit rol oynayan Suriye Ulusal
Savunma Kuvvetlerini büyük ölçüde azaltması sırasında gerçekleşti ve Suriye
hükümeti, sayılarını yaklaşık 120 bin kişiye ulaşan bu kuvvetlerin sayısını 12
bin kişiye indirdi ve onları askeri sistemden hizmet sektörüne aktardı ve terörist
grupların engellenmesinde ilk rolü oynayan Tümgeneral Süheyl Hasan
komutasındaki Devrim Muhafızları'nın sayısı 30 bin kişiden 5 bin kişinin altına
düştü. Maddi gerekçesi olan bu hatalar, Türk istihbarat servisinin ve Tahrir-i Şam
terör örgütünün ayaklarının altına Suriye'nin tamamını çatışmasız ve hızlı bir
şekilde ele geçirmesi için adeta kırmızı bir halı serdi.
3-Türk hükümeti, Suriye hükümetini
tanımayıp onu devirme konusunda ısrar ederken, bunu gerçekleştirmek için
çeşitli programlar hazırlamış, ekonomik kuşatma altındaki topluma sızmaya ve
yüzünü düşman bir hükümetten, bu ülke halkının ekonomik durumunu iyileştirmeye
çalışan bir hükümete dönüştürmeye çalışmıştır. Tarımsal ihracat ve temel
malların ithalatı olmadan Suriye ayakta kalamazdı. Suriye'de güvenlik krizi
başlayınca bu ülke Batı'nın ağır yaptırımlarına maruz kaldı ve Türkiye ile
Ürdün'ün sınırları kapatıldı. Suriye sınırındaki Irak ve Lübnan ülkeleri ciddi
bir güvenlik veya ekonomik kriz içerisindeydi ve Şam hükümetine mali destek
sağlayamıyordu. Bu, Suriye'deki savaşın uzamasının bu ülkenin maliyetlerini
büyük ölçüde artırdığı, ABD, Türkiye ve terörist milislerin bu ülkenin
kuzeydoğusundaki Suriye'nin küçük ekonomik kaynaklarına hâkim olduğu bir
dönemdi ve hükümeti petrol geliri elde etmekten mahrum bırakmışlardı.
Böylelikle Beşşar Esad’ın
iktidarının ilk on yılında (2000-2010) önceki on yıllara göre en iyi ekonomik
dönemini yaşayan Suriye, Türkiye'nin de etkisiyle sefalete sürüklendi. Bu iki
konu, yani Suriye hükümetinin harcamalarının artırılması ve gelirinin sıfıra
indirilmesi temel rol oynadı.
Bu arada Ankara, Suriye halkını
hükümetten ayırmak için yeni bir tiyatro sergileri. Türk hükümeti, Suriye halkını
önemseyen ve onlara yardım etmeye çalışan tek ülke olduğunu göstermek için
Suriye ekonomik pazarına kontrollü ve sınırlı bir şekilde nüfuz etti. Suriye
hükümetiyle stratejik ilişkileri olan İran'ın, Suriye pazarında bu ülkenin
hükümetiyle hiçbir ilişkisi olmayan ve savaş halinde olan Türkiye'ye göre daha
küçük bir paya sahip olduğunu defalarca duymuşsunuzdur.
O dönemde bu soruya cevap vermek
zordu ve gerçek net olmadığı için bunun, petrole bağımlılığı nedeniyle ithalata
yönelen İran'a kıyasla Türkiye'nin ticaret odaklı yapısından kaynaklandığı
söyleniyordu. Oysa Türk gıda ürünlerinin Suriye pazarına kontrollü gönderilmesi
Türkiye'nin ekonomik yararına yapılmamıştı. Türk gıda ürünlerinin Suriye'de
diğer ülkelerde satılan fiyatlardan çok daha düşük fiyata satılması da bunun
bir göstergesiydi ve bu ekonomi dışı önemli bir amacın olduğunu gösteriyordu. Türk
hükümetinin amacı, Suriye toplumunu etkilemek, onu hükümetten ayırmak ve
Osmanlı dönemi ve sonrasındaki tarihi nedeniyle kendisini düşman olarak gören
Suriye halkının gözünde Türkiye'nin yüzünü ağartmaktı.
Ancak önümüzdeki yıllarda
Türkiye'nin Suriye'deki rolü mutlaka değişecek. Türkiye, Suriye'de bağımsız bir
hükümet kurmaya çalışırken aynı zamanda kırılgan ekonomisi nedeniyle her şeye
ihtiyaç duyan bir hükümetin yükünü üstlenmesi son derece zor olacaktır ve Suriye
halkının, Suriye'nin bazı kısımlarını işgal etmekte ve onun koruyucusu olarak
hareket etmekte ısrar eden kuzey komşusu zihniyetinden dönmesi de çok uzak
değildir.
Sadullah Zarei