Rasthaber - Alevi katliamlarının yaşandığı bölgede birileri sahadaki koşulları olgunlaştırmakla (!) meşgul. Yaklaşmakta olan yeni fırtına bir İsrail yayılmacılığından ziyade, bölgede “birden fazla İsrail” görebileceğimiz sonuç üretirse şaşırmamak lazım
Heyet Tahriru’ş Şam (HTŞ) güçlerinin Cevlani önderliğinde
Halep’ten sonra Şam’a girdiği ve kendilerini Suriye Savaşı’nın muzafferi ilan
ettiği günlerde kaleme aldığım 9 Aralık tarihli Suriye yazımda şöyle
sormuştum:
“- Suriye’deki bu şiddetli sarsıntı asıl deprem mi, yoksa
öncü mü?”
O tarihte uluslararası siyasi çevrelerde savaşın isyancı
güçlerin zaferiyle bittiği ve dolayısıyla 13 yıllık çatışmalı dönemin
sonlandığı görüşü hâkim idi. Halep ve Şam’ın düşüşünde büyük çarpışmalar
yaşanmadığı için Ankara da dahil olmak üzere Batı başkentlerine bir memnuniyet
havası egemendi. HTŞ lideri Ahmet el Şara lacileri giyiyor, Batılı liderler
kendisiyle anlaşmalar yapmak üzere Şam’ı ziyarete hazırlanıyorlardı. Her şey
sütliman görünürken “Suriye’de Esad’ın devrilmesi” ve isyancıların zaferini “öncü
deprem” olarak nitelemem ne kadar doğru olabilirdi?
Gelgelelim Suriye’nin kıyı bölgelerindeki köy ve kasabalarda
geçen perşembe gününden bu yana süregiden Alevi katliamlarının geldiği nokta üç
ay önce yaşananın bir “öncü deprem” olabileceğini doğrular nitelikte.
Bugünkü Alevi katliamlarına, olayların doğuş ve gelişim seyrine bakınca şu
kanaate ulaşıyorum: Ülkenin resmi bir bölünmeye doğru ilerlediği şu günlerde
Suriye’de, 2014 Irak’ına benzer bir durum var. Suriye’de birileri
-Anglosaksonların “theatre” (tiyatro) dedikleri- askeri sahadaki koşulları
“olgunlaştırmakla” meşgul sanki.
Suriye Savaşı 2024 yılı aralık ayında hemen hemen sakin
denilecek bir şekilde sonlandığı için “mevzu kapandı” gibi düşünenler
çoğunluktaydı. Uluslararası kamuoyunda bir “bahar” havası estirilirken katliam
ve benzeri olayların yaşanma ihtimaline dikkati çekmiş, hatta “kötü günler
bitti, şimdi sırada daha kötü günler olabilir,” demiştim. 9 Aralık
tarihli yazımda şu ifadeleri kullanmıştım:
“Mevcut durum kendilerini Suriye’de muzaffer olarak ilan
edenleri sevindirecek olsa da önümüzdeki dönemde yaşanabilecek zorunlu göç,
etnik mübadeleler, katliam vd. artçı sarsıntılar vicdan sahibi her insanı
üzmeyi sürdürecek. Ama bugün bakıp görünenin ötesinde bölgesel ve küresel
sonuçları olacak bir sarsıntı yaşandığını hissediyorum.”
Harbin ilk perdesi nasıl bitmişti?
Suriye’de o tarihten bu yana yaşananlardan en büyük faydayı
İsrail’in sağladığından yana kuşku yok. Suriye’de “yeni tampon bölge
oluşturuyorum” diyerek askeri birliklerini stratejik Hermon Dağını ve Dera
kırsalındaki el-Mal tepesine gönderip buraları kontrol eden, Dera ile
Kuneytra kırsalları arasında bulunan yerleşimleri işgal eden ve Şam’a 26
km yaklaşan İsrail Beşar Esad’ın devrilmesinden en büyük faydayı sağladı, evet.
Ancak bugün hazırlanmakta olan “tiyatro salonunun” arkasında sadece İsrail yok,
bölgedeki bütün aktörler var kanımca. HTŞ’nin zaferle sonuçlanan Aralık
operasyonu Suriye’deki Tahran nüfuzunun en somut temsilcisi olarak
gösterilen İran yanlısı milislerin Suriye sahasından uzaklaş(tırıl)masıyla
sonuçlanmıştı. Lübnan’daki Direniş güçlerinin de İran ve Irak ile Suriye
bağlantısı kopartılmıştı. Bu arada, Tahran’ın elindeki balistik silahların gücü
de misilleme gerektiren provokatif saldırılar sayesinde test edilmişti. Yani
Levant’ta harbin ilk perdesi Tahran’ın geriletilmesi ve ikinci perdeye hazırlıkla
sonuçlanmıştı.
İran, Şam’ın düşmesiyle birlikte sadece Suriye’yi değil
Beyrut’u ve Irak’ı da yitirebileceğinin farkındaydı. Akdeniz ile
bağlantısı kopmuş, Ortadoğu'daki milislerini ve nüfuzunu yitirmiş bir Tahran
için bundan sonrası belirsiz idi. Bekleyip kendi güçlerini toparlamaktan başka
çare de görülmüyordu.
Geldik harbin ikinci perdesine
Şimdi sanıyorum geldik ikinci perdeye. Durum şu: Alevilere,
Hıristiyanlara vd. yönelik ciddi bir kıyım uygulanıyor. Middle East
Institute’de Terörle Mücadele ve Suriye Programları Direktörü Charles Lister’in
de belirttiği üzere, HTŞ’nin bu katliamların ardından Trump yönetimden
Suriye’ye yönelik yaptırımları hafifletecek bir destek görme ihtimali
sıfırlanmış oldu. Amerikalıların bakışı bu. Öte yandan, birileri “Assad’a bağlı
güçleri” de oyundan tamamen düşürmek istiyor belli ki. Avrupa Birliği’nin,
Alevilere yönelik katliamların sorumluluğunu “Esad yanlısı güçlere” yıkan
açıklamaları bu yönde okunabilir. İsrailli diplomatlar katliamlardan
doğrudan cihatçıları sorumlu tutan açıklamalar yapıyor. Katliamlarla karşı
karşıya kalan Suriye Alevilerinin İsrail’den yardım çağrısında bulundukları
haberleri de İsrail basınında yer almaya başlıyor. İsrail bir yandan
da Dürziler üzerinde bir nüfuz vitesi artırma çabasında görülüyor. Lübnan’da
Hizbullah yanlısı gruplar Hasan Nasrallah’ın ve Alevi katliamlarının
intikamı için yürüyor, gösteri yapıyor. SDG liderliği, Suriye’deki
kazanımlarının korunması için ABD’nin yanı sıra İsrail’in de desteğine açık
olduğunu söylüyor. ABD Başkanı Donald Trump, İran dini lideri Ali
Hamaney’e müzakereleri yeniden başlatma teklif eden, aksi halde askeri yola
başvuracaklarını ve bunun korkunç sonuçları olacağını söyleyen mektup
yazdığını söylüyor. Hamaney, bu teklifi sorun çözen değil egemenlik
dayatan bir yaklaşım olarak görüp reddediyor.
Tüm bu manzara karşısında bundan sonra neler olacağını tam
olarak öngörmek kolay değil elbette. Ama şunu da söyleyelim: Buradaki mesele
Suriye coğrafyasıyla sınırlı bir mesele değil. Lübnan’ı, Gazze’yi, Irak’ı da
kapsıyor ve İran sınırına dayanıyor. Dolayısıyla, Doğu Akdeniz’den İran’a kadar
olan coğrafyada bir şeylerin değişeceği kesin gibi. Suriye sahasının
kırılganlaştığını ve bugünlere gelineceğini bilen Ankara “açılım” benzeri bir
hamleyle bir tür ön alma hamlesine yönelmişti aslında. Ancak bundan sonraki
evrede neler olacağını ve nasıl sonuçlar doğuracağını öngörmek zor. Yarım
yüzyılı aşan bir zamandır Ortadoğu'da yaşadığımız temel sorunun İsrail’in
güvenliği değil yayılmacılığı sorunu olduğunu düşünenler epey fazlaydı. Ancak
bölgede yaklaşmakta olan yeni fırtına ve “asıl deprem” bir İsrail
yayılmacılığından ziyade, onu da aşan şekilde, bölgede “birden fazla İsrail”
görebileceğimiz bir sonuç üretirse çok da şaşırmamak gerekiyor.
2014 Irak’ına benzer durum
Bundan 3 ay önce, Cevlani’ye bağlı HTŞ güçleri ile Ankara’ya
yakın Suriye Milli Ordusu’na bağlı birlikler neredeyse doğru dürüst bir
çatışmayla karşılaşmadan Halep’ten Humus’a, Şam’a, hatta Menbiç’e ilerlemiş,
Beşar Esad’ın da ülkeyi terk etmesinin akabinde ülke yönetimini ele
geçirmişlerdi. Onlar hükümet oldular, kendilerini devletin tepesine
yerleştirdiler ama ele geçirdikleri topraklar üzerinde tam bir “iktidar”
kurabildiklerini söylemek zor. Şimdi o lacileri çektikten sonra yeniden
katliamlarla anılır hale geldiklerini görüyoruz. Bu anlamda Suriye’deki durum
bize biraz Irak’ta 2014 yılındaki durumu ve IŞİD’in pozisyonunu anımsatıyor.
Suriye’nin kıyı bölgelerindeki Alevi köy ve kasabalarında
perşembe gününden bu yana HTŞ öncülüğündeki grupların inanılmaz katliamlarına
tanık olunuyor. Tartus, Ceble, Lazkiye ve Hama bölgelerinde süren
çatışmalarda İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin
(SOHR) son raporlarına göre katliamlarda yaşamını yitiren sivil sayısı
745’i aştı. Yine SOHR’a göre söz konusu sivillerin yanı sıra 273 de İçişleri
Bakanlığı ve ordu personeli Alevi yurttaş katliamlarda yaşamını yitirdi.
Kaçmaya çalışan sivillerin, kadın ve çocuklar da dahil olmak
üzere hedef gözetilerek vurulduğu, Lazkiye’deki hastanelerin dahi HTŞ güçleri
tarafından hedef alındığı bildiriliyor. Sivillere yönelik katliamların en kısa
sürede sona ermesi ve sorumluların adalet önünde hesap vermesi tabii ki en
büyük dileğimiz. Ama, bunu Suriye’de toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak
bir çabaya yönelmek yerine heybesinden zaten zor çıkardığı hoşgörüyü sadece
İsrail’e karşı gösteren ve kullanışlılığının son perdesinde ya kendisinin ya da
bildiğimiz Suriye’nin sonunu hazırlayabileceğini öngöremeyen HTŞ’den
beklemek sanırım yanlış olacak.
T24