Astana, Türkiye’nin saf değiştirmesi ve Suriye’de ABD’yi
devredışı bırakacak bir süreç için önemli bir dönüm noktasıydı. Fakat 7 yılın
sonunda Astana’da bir yerinde sayma olduğu açık bir şekilde görülüyor.
Toplantılar yapılıyor, “Suriye’nin kuzeyinde ayrılıkçı gündemlerin, sözde
‘özyönetimler’in kabul edilmeyeceği” yönünde bildiriler ilan ediliyor ama
uygulamada bunun gerektirdiği eylemlere girişilmiyor. Peki neden?
ÇELİŞEN HEDEFLER
Buna yanıt vermek için başka bir soru soralım: Suriye’nin
kuzeyindeki ayrılıkçı faaliyet, Astana masasının etrafındaki 4 devlet arasında
en çok kimi ilgilendiriyor? Tabii ki, kendi ülkesinin bölünmesine karşı çıkan
Şam yönetimini. Ardından Türkiye sonra İran ve Rusya geliyor.
Şu gerçek bütün çıplaklığıyla ortada: ABD, DEAŞ’a karşı
mücadele bahanesiyle PKK’yı araç olarak kullanarak Suriye’yi
bölmeye çalışıyor. Irak’ın kuzeyinden Suriye’nin kuzeyine uzanan bir İkinci
İsrail kurarak, bölge devletlerinin arasına bir kama yerleştirmeyi, böylece
Türkiye ve İran’ı da bölmenin zeminini oluşturmayı amaçlıyor.
Öyleyse, aklın yolu, çıkarları en fazla örtüşen Ankara ve
Şam’ın, geçmişteki her türlü anlaşmazlığı bir kenara bırakarak el sıkışmasını
ve ortak tehdide karşı ortak mücadele etmesini gerektirmez mi? Evet, bunun hem
Ankara’da hem de Şam’da görüldüğünü ve 2022 yılı sonunda iki ülke arasında
normalleşme sürecinin başladığını biliyoruz. Fakat çeşitli bahaneler ileri
sürülerek bu konuda adım atılmıyor. Meselenin bam teli ise, 2016 sonrasındaki
dönemde Ankara’nın uygulamalarının, “birbiriyle çelişen hedefler” içermesi.
Kimi zaman söylem ve eylemler arasında görünen çelişkiler, bazen de sahada
doğrudan farklı hedeflerin uygulanması şeklinde ortaya çıkıyor. Bunlardan en
çarpıcısı ve güncel olarak tartışmaların düğümlendiği en önemli nokta olan
İdlib’deki durum. Ankara, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor ama Şam
yönetiminin terör örgütlerinin denetimindeki İdlib’i kontrol altına almasına
karşı çıkıyor. Bu konumlanışın, 2020 yılında Türkiye’yi Suriye ile doğrudan
savaşa sürükleyecek bir noktaya kadar getirdiğini unutmayalım.
BİR O TARAFA, BİR BU TARAFA
Aslından Ankara’nın politikasını bir benzetme ile açıklamak
mümkün: AK Parti Hükümeti bir tahterevallinin ortasında oturuyor.
Tahterevallinin bir tarafında ABD, diğer tarafında ise Rusya, İran ve diğer
gelişen dünya devletleri bulunuyor. Kaygan tahterevallinin ortasındaki Ankara,
bir o tarafa bir bu tarafa sürükleniyor. Çünkü, tutunduğu sağlam bir nokta
bulunmuyor.
Bunu Suriye düzleminde kısaca şöyle açıklamaya çalışalım:
Ankara, Suriye’de ayrılıkçı gündemlere karşı bildirilere imza atıyor ve
Şam’daki devletin egemenliğini tanıdığını resmen kabul ediyor. Güzel. Fakat
uygulamada Suriye içinde TSK’nın süngüsü ile korunan yerlerde kendi kontrolü
altında ayrı otoriteler oluşturuyor. Böylece, gerektiğinde ABD ile gerektiğinde
Rusya ve İran ile pazarlık konusu olarak elinde kozlar bulundurmayı esas
alıyor. Bu durumun kılıfı ise, “çok taraflı diplomasi”, “hibrit savaşa karşı
hibrit mücadele” gibi kavramlarla süsledikleri denge politikası oluyor. Oysa
çeşitli taraflarla pazarlık yapmayı temel alan bu uygulamanın Türkiye’nin
çıkarları doğrultusunda herhangi bir kazanç sağlayamadığı ortada. Tam tersine
bu uygulamanın sahadaki somut karşılığı, ABD’nin “PKK devletçiği” projesini
tahkim etmesi oldu.
Meselenin özü basittir. AK Parti Hükümeti Şam yönetimi ile
anlaşmayı esas alan bir politikayı kararlı olarak uyguladığında, iddia edildiği
gibi İran ve Rusya bunu engellemek istese bile başaramaz. Kaldı ki, İran ve
Rusya’nın bunu engellemek istediği bir yutturmacadan ibarettir. Türkiye’nin
menfaatleri için, Ankara’nın tahterevallinin ortasında değil gelişen dünya
devletlerinin yanında oturmasından başka çıkar yol yoktur.
aydınlık