Bu yüzden terörün insanlık adına hiçbir mazereti, hiçbir
izahı yoktur ve olamaz. Bunu yapanlar elbette dünyanın en acımasız
canileridirler. Her terör eyleminden sonra en üst düzeyde hükümet
yetkililerinden tutun halkın her kesimine kadar insanlarımız terörü
lânetlemektedir. Elbette hükümet terörü lânetlemekle yetinmemekte ve belirli
aralıklarla Irak ve Suriye'den yaşanan sızmalara karşı önlem almak için sınır
ötesi operasyonlar yapmaktadır.
Sadece içeri sızmakla yetinmiyorlar, artık ABD'nin
kendilerine verdiği füze ve roketlerle saldırıyorlar. İçişleri Bakanı Sayın
Süleyman Soylu, ""Biz, bize verilen mesajı aldık, mesajın ne olduğunu
da biliyoruz. Amerikan Büyükelçiliğinin taziye mesajını kabul etmiyoruz,
reddediyoruz. Kobani’yi, terör bölgelerini besleyen, oradan Türkiye’nin
huzurunu bozmaya çalışan bu anlayışa, kendi senatolarından para gönderen bir
devletle müttefikliğimiz elbette tartışılmalıdır. Terör örgütlerini kim
besliyorsa, teröristlere kim iç istihbarat sağlıyorsa fail odur. Piyonları çok
fazla tartışmanın bir anlamı yoktur. Dünyada çok fazla piyon bulunur."
Soylu'nun bu beyanatı son derece anlamlı zira terörün
adresinin ABD olduğunu çok bariz bir şekilde açıklamış oldu. Bildiğiniz üzere
Sayın Soylu 15 Temmuz darbe girişiminin ardındaki şer odağının yine ABD
olduğunu beyan etmişti. Elbette bu açıklamalar takdire şayan fakat şu da bir
gerçek ki bu beyanatlarla yetinilmemeli. Gereken tavır konmalı, müttefikliğimiz
ve NATO üyeliğimiz masaya yatırılmalı. Masaya yatırılmalı ancak kınamak için
değil, ABD ve NATO üstlerinin kapatılması için olmalı. Şunu kesin bir şekilde
ifade etmiş olalım ki, ABD üsleri derhâl kapatılmalı ve NATO'dan çıkmalıyız.
Bunun akabinde ise komşu ülkelerle bölgesel işbirliğine gidilmeli. D-8 ivedilikle
hayata geçirilip aktif hâle getirilmeli. Bunlar zor işler değil. Biz kendi güç
ve iç dinamiklerimizin farkında olalım yeter. Zira bunlar uygulanabilir
projelerdir. Yeter ki biz emperyal güçlerin ne diyeceğine bakmadan onurlu bir
diplomatik duruş ve izzetlice siyasî irade göstermiş olalım. Kısacası bir
taraftan D-8 için tekrar girişimlerde bulunmalıyız, diğer taraftan Şangay
İşbirliği Örgütü'ne gözlemci değil, tam üye olmalıyız...
Bakınız terör belası ile 40 küsur yıldan beri düşük
yoğunlukta bir savaş yaşıyoruz. Elbette bu terör sorunu Türkiye ile sınırlı
değil, bu düşük yoğunluklu savaşı aynı şekilde İran, Irak ve Suriye de
vermektedir. Bu yüzden terörün kurutulması için mutlaka söz konusu komşu
ülkelerle işbirliğine gidilmeli. Diğer taraftan etnik kökeni farklı halklara
ayrımcı ve ötekileştirici muamele yapılmamalı. Türkiye'de rejim kurulurken ne
yazık ki Türk kimliği, Türk etnisitesi bir üst kimlik olarak diğer halklara
dayatıldı. Siz "Bir Türk dünyaya bedeldir." derseniz, siz dağlara
taşlara, "Ne mutlu Türküm diyene." yazarsanız ve "Türk milleti
zekidir." derseniz diğer etnik kökenli halkları aşağılamış olursunuz. Bu
yüzden kurucu iradenin kronik hâle getirdiği ve Anayasa'da güvence altına
aldığı bu söylemler gözden geçirilmeli ve hazırlanacak yeni Anayasa halkımızın
aidiyet değerlerine mütenasip bir şekilde revize edilmeli. İnsan temel hak ve
özgürlükleri bağlamında daha iyileştirici ve barışçıl politikalar
geliştirilmeli ki huzur ve barış teminat altına alınmış olsun.
Bakınız, her terör eylemine karşı misli ile cevap verilmekte
ve bu operasyonlarla birçok terörist tesirsiz hâle getirilmektedir. Yine de
bunca operasyonlara rağmen (zaman zaman yavaşlamalar olsa da) bir türlü terör
tamamen kurutulamamaktadır. Operasyon yapılmasın demiyoruz ama bununla yetinilmemeli.
Az önce ifade ettiğimiz gibi daha geniş kapsamlı projeler üretilerek terörü
kökünden kurutma gayretine girilmeli. Peki çözüm nedir? Otonom mudur? Federatif
yapı mıdır? Hayır efendim bunlar da çözüm değil. Federatif yapı belki İslâm
Birliği tesis edildikten sonra bir alternatif olarak düşünülebilir ancak
bugünkü koşullarda böyle bir yapıyı tesis etmek bir müddet sonra bölünmeyi
beraberinde getirir.
Diğer taraftan palyatif çözüm arayışları da çözümsüzlüğü
devreye sokmaktadır. Nasıl ki, bu devlet kurulurken, kurucu irade yeni devlet
modelini Türk etnisite üzerinden kurgularken
ve üst kimlik olarak halka dayatılan Türklük olgusunun içi tamamen
boşaltılıp halkın kültürel birikimi, halkın sosyal dokusu, örfü ve aidiyet
değerleri ile örtüşmeyen fakat adına "muasır medeniyet seviyesi"
dedikleri ahlâktan yoksun Batı yaşam biçimi ve ilâhî hukuku reddeden Batı
yönetim şeklinin bir yol haritası, bir algoritma olarak belirlenmesi "yarınlarda büyük sorunlar doğuracak
potansiyel tehlike" olarak ne yazık ki görülmemiş ve fark edilmemiş. Siz
bu topluma yeni bir reset ve yeni bir format atmaya kalkacaksınız ve bunu
yaparken, "Hedefimiz muasır Batı medeniyeti seviyesine (çağdaş uygarlık
düzeyine) ulaşmaktır" diyeceksiniz ve Türk milliyetçiliği olgusunu Batı
değerlerine entegre olmuş bir üst kimlik olarak Türk olmayan unsurlara
dayatacaksınız. Bir de üstüne üstlük bu dayatma ve baskılarla asimile edilmek
istenen halktan anlayış bekleyeceksiniz. Kimliği, kültürü, örfü, dili, hasılı
etnik kökeni yok sayılan kesim içerisinde bazı gruplar çıkıp bu rejimin faşist
yönünü sorgulama yoluna gidip hak arayışlarına girişmesi "etki -
tepki" veya "illiyet/sebep-sonuç" ilişkisinin negatif tezahürü olarak ortaya
çıkması kaçınılmazdır. Sonra diyorlar ki, "bu terör belası nereden çıktı?"
Siz etnosantrik duygulara kapılarak Türk etnisitesini, Türk kimliğini üst
kimlik olarak dayatacaksınız, sonra da "terör belası nereden çıktı?"
diye hayıflanacaksınız... Serez-Yunanistan Yahudisi Mois Kohen'in (Munis
Tekinalp) teorisyenliğini yaptığı, kurucu iradenin dile getirdiği, "Bir
Türk dünyaya bedeldir." "Türk milleti zekidir." sözleri bu
topraklarda yaşayan diğer milletleri, diğer etnik kökenli halkları
aşağılamaktan başka bir şey değildir. Siz aşağılarsanız, siz tahkir ederseniz,
siz kaşıyıp tahrik ederseniz sonuç olarak olacağı budur. Kurucusu Selanik
Yahudisi olan Sedat Simavi'nin gazetesi Hürriyet'in logosunda, (2020 yılına
kadar) kullanılan "Türkiye Türklerindir" sözü bu topraklarda yaşayan
diğer halkları yok saymak değil midir? Çanakkale'de ve Kurtuluş Harbi'nde Kürt,
Türk ve diğer unsurlar omuz omuza savaşmadı mı?
Bu rejim kurulduğunda Türk etnisite ırkçılığı ön plâna
çıkarılarak Kürt kimliği, Kürt dili, Kürt kültürü yok sayıldı. Kısacası ateşe
körükle gidilerek teröre çanak tutulmuş oldu. Siz ayrıştırıp ötekileştirdikçe
onlar da ayrılmak/bölünmek istedi. Aslında "Türkiye Türklerindir"
deyip bölen siz oldunuz. Bir de yetmezmiş gibi bir partinin sloganlaştırdığı
söyleme bakar mısınız? "Ya sev ya terket." Neyi sevecek? Senin
imândan men eden faşist ideolojini mi sevecek ve sevmek zorunda kalacak öyle
mi? Sevgi müşterek ilâhî aidiyet değerlerimize olur. Böyle bir sevgi elbette ki
"birliğin ve dirliğin kopmaz bağı" olacaktır...
Bütün bu ayrıştırıcı ve ötekileştirici söylemler sonucu
birileri kalkıp, "biz öteki olalım, biz ayrılalım" diyerek otonom
derdine düştüler. Elbette maksat ve niyet daha ileri boyutlarda. Ancak şimdilik
bir geçiş süreci olarak "otonom" dilini kullanıyorlar. Sonrası
referandum ve ayrılık. Büyük şeytan ABD Irak'ı işgal ettiğinde, Kuzey Irak'ta
kendilerine federatif/otonom bir yapı tahsis etti. Peşmerge lideri Mesut
Barzani büyük bir hevese kapılarak referanduma gitti, fakat oyun şimdilik
tutmadı. Kimse onları tanımadı. Maksat belliydi, Siyonist çeteye uydu olacak
bir Kürdistan devleti kurmak. Yüce dinimiz bize bölünmeyi değil birlik olmayı
emrediyor. Biz İslâm ümmeti olarak 57 parçaya bölünmüşlüğümüzü nasıl
sonlandırabiliriz, küfür ve şirk olan mevcut suni sınırları nasıl ortadan
kaldırabiliriz, bunun hesabını yapıp bu minvâl üzere çabalamamız gerekirken
daha da küçük parçalara bölünmek neyin nesi?
Şu hâlde terörün bitmesi için analitik olarak pazılın büyük
parçasına bakmalıyız. Başımızdaki siyasîler ümmet birlikteliği için projeler
üretmeli veya D-8 projesine sahip çıkmalı. Büyük sorun hâlledilince küçükleri
kendiliğinden bertaraf edilmiş olacak. Elbette ki ufak ayrıntılar da ihmâl
edilmemeli. İvedilikle geçmişte yapılan hatalar sonlandırılmalıdır. Devlet
yapısı her türlü faşizan eğilimlerden, faşizan çağrışım yapan sembollerden arındırılmalı
ve müşterek ilâhî aidiyet değerlerimize mütenasip bir hukuk düzeni
oluşturularak evrensel "İslâm Birliği"ne doğru somut adımlar
atılmalı...