Velayet-i Fakih: İslam’ın Beyni ve Vazgeçilmez Çekirdeği
- Analiz
İslam dünyasında son yüzyılın en radikal dönüşümlerinden biri, hiç şüphesiz İmam Humeynî’nin öncülüğünde İran’da gerçekleşen İslami İnkılap olmuştur. Bu devrim, yalnızca emperyalizme karşı bir halk hareketi değil, aynı zamanda bir yönetim felsefesi ve siyasal paradigma olarak Velayet-i Fakih ilkesini öne çıkarmıştır. Muhammed Can’ın Siyasi ve Tarihi Söyleşiler adlı kitabı, bu ilkeyi sadece İran’ın bir yönetim modeli değil, İslam ümmetinin geleceğinin “beyni” olarak tanımlar. Nitekim yazar, “İnkılab’ın beyni konumundaki velayet-i Fakih ilkesi… velayet akidesi ki Âdem’den kıyamete kadar ilahi elçilerin en temel ilkelerindendir” der (s. 18).
Bu yaklaşım, velayeti fakihi tarihsel ve ilahi bir zorunluluk olarak ele alır. Yani mesele yalnızca siyasi bir tercih değildir; aksine, vahyin sürekliliğinin, ümmetin istikametinin ve hak ile batıl arasındaki mücadelenin ayrılmaz parçasıdır. Yazar, velayeti “Hak ile Batılı birbirinden ayıran yegâne kıstas” olarak tanımlarken (s. 18), ona yüklediği misyonun sıradan bir yönetim biçiminin çok ötesinde olduğunu gösterir.
Velayet-i Fakih anlayışının merkezinde, İslam toplumunun başsız, yani “imametsiz” kalamayacağı fikri vardır. Bu düşünce, Şii siyasi teolojinin özünden beslenir; ancak kitabın diliyle bu sınırları aşar ve “21. yüzyılda insanlığın özgürlük ve adalet arayışının” vazgeçilmez ekseni haline getirilir (s. 19). Can, bu noktada velayetin yalnızca İran’a has bir sistem olmadığını vurgular: “Velayet İslam’ını İran’a hapsetmeye çalışan düşmanların oyunlarını bozmak gerekir” (s. 20). Böylece velayet, hem ulusal hem mezhebi bir sınırın dışına taşırılır, evrensel bir devrimci çekirdek olarak tanıtılır.
Kitabın giriş bölümünde yapılan tespitler, velayet fikrinin neden en çok saldırıya uğradığını da açıklamaktadır. Zira modern dünyanın “iletişim ve bilişim ağlarını” kullanarak bilgi kirliliği oluşturduğunu, hakikatin üzerini örttüğünü, bu durumda “velayet felsefesinin yaşam için gerekli hava gibi” olduğunu savunur (s. 19). Bu benzetme çarpıcıdır: Velayet olmadan İslam toplumunun nefes alamayacağı, dağılıp çökeceği ima edilir.
Velayet-i Fakih’in işlevleri de beş madde halinde sıralanır:
- Velayet mektebine katkı sunmak ve bilgi kirliliğine karşı hakikati yaymak.
- Zulüm, sömürü ve esarete karşı insanlığın özgür geleceğine adanmak.
- Kur’an ve Ehlibeyt mektebinin devrimci sorumluluk bilincini diri tutmak.
- Beşer ideolojilerinden bağımsız, katkısız İslam kaynaklarına yaslanmak.
- Velayet’i İran sınırlarına hapsetme girişimlerini boşa çıkarmak (s. 19-20).
Bu beş madde, velayeti yalnızca bir yönetim modeli değil, aynı zamanda ideolojik ve epistemolojik bir merkez haline getirir. Muhammed Can’ın ifadesiyle velayet, “21. yüzyıldaki parlak geleceğe adanmak”tır (s. 19). Yani hem siyasi hem de metafizik bir zorunluluktur.
- Eleştiri :
Velayet-i Fakih düşüncesini ele alırken, bugünkü İran İslam Cumhuriyeti pratiğini göz ardı etmek mümkün değildir. Zira 1979 devriminden bu yana geçen kırk yılı aşkın sürede, bu yönetim altında yalnızca Şiiler değil; Hıristiyanlar, Yahudiler, Zerdüştler, Sünniler ve hatta inançsızlar da yaşamaktadır. İran Anayasası bu grupları resmen tanımış, parlamentoda temsil hakkı tanımış, ibadet ve kültürel özgürlüklerini güvence altına almıştır. Bu durum, velayet-i fakihin adil ve sorumlu bir liderlik altında, tebaasına yalnızca güvenlik değil aynı zamanda inanç özgürlüğü de sağlayabileceğini göstermektedir.
İmam Humeynî’nin temellendirdiği ve Seyyid Ali Hamenei’nin sürdürdüğü velayet, bu haliyle ümmete bir adalet ve istikrar zemini sunmuştur. Muhammed Can’ın kitabında belirttiği gibi velayet, “hak ile batılı birbirinden ayıran yegâne kıstas”tır (s. 18). Bugünkü uygulamada bu kıstas, yalnızca Müslümanlar için değil, farklı inanç toplulukları için de yaşanabilir bir düzen inşa etmiştir.
Ne var ki burada en önemli mesele, bu makamın yanlış ellere geçme ihtimalidir. Eğer velayet makamını elinde tutan kişi veya kadro, adalet yerine çıkarı, özgürlük yerine baskıyı, ilahi sorumluluk yerine dünyevi ihtirası tercih ederse; o zaman İslam’ın beyni olması gereken bu ilke, ümmet için bir “felç merkezi”ne dönüşebilir. İşte bu nedenle velayeti fakih, doğru ellerde insanlığa huzur ve adalet sunarken; yanlış ellerde despotizmin dini kılıfı haline gelme riski taşır.
TEDİRGİNLİK ŞU SORULARI DOĞURUYOR :
-Velayet-i Fakih makamında olan kişi yanlış yaparsa !?
-Bu makam’daki kişiyi tayin eden meclisin yarısından fazlasının içeri sızmış ve proje olma ihtimalleri ve tedbirler !?
-Velayet-i Fakih bir lidermi olması gerekiyor yoksa Kurumsal bir yapımıdır !?
-Kurumsal ise Belli bir organizasyon şeması varmıdır “devlet bakanlıkları” gibi !?
-Velayet-i Fakihi “Alimler meclisi” seçiyor,
Cumhurbaşkanını Halk seçerken bunların arasındaki çatışma ve çakışma riskleri ve çözüm !?
Bu bağlamda velayet makamının sağlıklı işleyişi için Sadece şu üç nokta yeterlimidir :!?
- Liyakat ve Takva: Velayet makamına gelen kişi, sahte dindarlıkla değil, gerçek adalet, takva ve ilahi sorumlulukla hareket etmelidir.
- Şura ve Hesap Verebilirlik: İmam Ali’nin adalet anlayışında olduğu gibi, halkla sürekli istişare edilmeli, makam denetimsiz bir otoriteye dönüşmemelidir.
- Kapsayıcılık: Velayet, yalnızca bir mezhebin değil, ümmetin ve hatta tüm insanlığın ortak değerlerini gözeten bir merkez olmalıdır.
Bugün İran’daki pratik, tüm eksiklerine rağmen, bu üç ilkeye zaman zaman yaklaşabildiğini göstermiştir. Ancak tarih, bize her ilahi sistemin yozlaşabileceğini de hatırlatır. Bu yüzden velayet-i fakih, İslam’ın beyni olma iddiasını ancak “hakkın yanında olma, zulme karşı durma ve tebaasını eşitlik içinde kucaklama” vasıflarını sürekli koruduğu sürece sürdürebilir.
Sonuç :
Velayet-i Fakih düşüncesi, gerçekten de İslam dünyasında radikal bir damar açmıştır. Bu damar, yazarın da vurguladığı gibi ümmete yeniden özgüven, direniş ve devrimci bilinç kazandırmıştır. Aynı zamanda farklı inanç gruplarına adalet ve güvenlik sağlamış, İslam’ın çoğulcu ruhunu yansıtabilmiştir. Ancak unutulmaması gereken husus şudur: Bu makam yanlış ellere geçtiğinde, ümmet için en büyük tehlike yine bu makamdan doğacaktır. O yüzden velayet, sürekli denetim ve sorumluluk bilinciyle korunmalı, her çağda hakkın, adaletin ve özgürlüğün merkezi olmaya devam etmelidir.
Kaynakça :
Muhammed Can, Siyasi ve Tarihi Söyleşiler, Feta Yayıncılık, İstanbul, 2020. Özellikle bkz. s. 18–20, 31–32.
Hazırlayan: Atakan Çelik
