İslam ümmeti 25 yıl bu siyasi eksel ile
yönetildi. Üçüncü halife Osman’ın öldürülmesinden sonra hz. Ali (as) müslüman
halk tarafından halife seçilince siyasi ekseni eski haline döndermek istedi. Hz.
Ali (as) siyasi otoriteyi tekrar ilahileştirmek, beşeri eksenden ilahi eksene
döndermek istese de malesef 25 yılın tahribatını onarmak kolay olmamıştır.
Hz. Ali’den (as) sonra kabile reisleri ve 25
yılın kalıntıları tekrar sahneye çıkıp bu beşeri siyasi ekseni değiştirmeye
karar verirler ama bu defa daha keskin ve daha net olmasını istiyorlardı.
Müslümanların kabul ettiği halifeliği saltanat/hanedan siyaset eksenine
çevirmeyi başladılar.
Resulullah (saa) sonra 25 yıl beşeri siyasi
eksende yönetilen İslam ümmeti 5 yıllık hz. Ali (as) hükümetinden sonra yeniden
80 yıl sürecek Emevi siyaset eksene kaymış oldu.
61. hicri yıla gelince tam bir dini tahrifler,
kültürel ve ahlaki yozlaşma, ekonomik yolsuzluk ve toplumsal kaos yaşanıyordu.
Bunların kaynağı siyasi eksen değişikliği idi. Siyasi eksen ilahi eksenden,
beşeri eksene dönünce toplumu idare eden, yöneten, yönlendiren siyasi eksenin
bütün öğretileri beşeri oldu.
Hz. Ali’nin (as) 41. Hicri yılda şehdetinden
61. Hicri yıla kadar İslam ümmetinde yeni bir eksen kayması daha yaşanmıştı, bu
eksen değişikliği suyu taşıran son damla olmuştu, bu ikinci eksen değişikliği,
İmam Hüseyin‘e (as) kıyamdan başka seçenek bırakmıyordu.
O eksen değişikliği şuydu; siyasi eksen
değişikliğinden sonra bu yönetim ve siyasi otoritede hüküm ve kanunlar
iktidarın istediğine göre yorumlanmalı ve tefsir edilmeliydi. Muhammedi şeriat, Emevi şeriata dönüştürüldü, Kur’an
eksenli din, Emevi cahiliyet inancına kaydırılıdı.
Bir taraftan siyasi eksen değişikliği, diğer
taraftan Kur’an eksenli dinin değiştirilmesi bütün
müslümanların dikkatini çekmiş ve itirazlar başlamıştı.
Ama kimse bu soruna çözüm bulamıyordu; artık
ok yaydan çıkmıştı, yeni siyasi eksen dinin tamamen yok olmasını sağlayacak
ortamı hazırlamıştı.
Kur’an eksenli dinin ve Muhammedi şeriatin
değiştirilmesinin yolunu açan siyasi eksen değişikliğinin önü alınmazsa
İslam’ın fatihası okunacaktı.
Peki bu duruma nasıl gelindi?
50 yıl zarfında bu duruma üç aşamada gelindi;
Sulta; Önce İslam
ümmetine din adına musallat oldular, ekonomik olarak besledikleri kabile
reisleri aracılığıyla nüfuzlarını artırıp baskı kurdular, yaptırım güçlerini
artırdılar.
İstila; Daha sonra
İslam toplumunu istila ettiler; her yeri ele geçirdiler, ekonomi kaynakları,
askeri güçleri, idare mekanizmasını, neticede yönetim kadrosunun aracılığıyla
bütün İslam bedelerini istila ettiler.
Hegemonya; sulta
ve istila gerçekleştikten sonra son darbe hegemonya kurmaktı. “Hegemonya“ bir
topluma üzerinde dini, siyasi ve ekonomik baskı kurup üstünluk sağlamaya denir.
Hegemonya kaçış yolu bırakmayacak şekilde hakim olmak, teslim olmaya mecbur
etmektir. İstediklerini karşıdakine kabul ettirmektir. Yani bu mutlak
teslimiyet manasına geliyordu.
61. hicri yılında İmam Hüseyin (as ) zamanında
Emeviler İslam toplumunu istila etmiş Emevi hegemonyasını kurmuşlardı. Bütün
araçlardan yararlanarak toplumu teslim almışlardı. Dini, gücü ve parayı her
vesile ile ele geçirmişlerdi.
Çözüm neydi?
Bu durum karşısında; siyasi çözüm bulmada ve
fitneyi yok etmede Sahabe aciz kaldı; bir çokları Mekke’de Kabe’ye sığınıp
ibadetle meşgul oldular, bazıları Medine’ye gidip Resulullah’ın (saa) haremine
sığındılar.
Kabile reislerinin siyasi şuuru yoktu; kabile
devletinden başka siyasi sistemden haberleri yoktu, siyasi şuurları ancak
kabilelerinin büyüklüğü kadardı.
Müslümanlar siyasi basiretten yoksundu;
imametle saltanatın farkını anlamayan, Allah’ın tayin ettiği imam ile
insanların seçtiği halifenin farkını anlamayan müslümanlardan siyasi basiret
beklenemezdi.
Masum imamların bunun karşısındaki
stratejilerini üç şekilde, üç model olarak beyan etmek mümkündür;
Quud/oturmak
yani Susmak
Kıyam
Takiyye
İmamların
üç stratejisinin (Susmak, Kıyam ve Takiyye) pratize edilişi toplumun durumuna
göre değişir. Toplumun sosyolojik ve siyasi yapısı hangi stratejinin
uygulanacağını belirler. İslam toplumuna şu dört durumdan biri hakimdir;
1-Hak-batıl
ayırt ediliyor; insanlar hakkın ne olduğunu ve batılını ne olduğunu biliyor.
Hak- batıl toplumda bir birinden net çizgilerle ayrılmıştır.
2-Hak-batıl
birlikte yaşıyor; birbirlerine tolerans gösteriyorlar, bir birlerini
kolluyorlar, bir birinin işine karışmıyorlar. Barış içinde yaşıyorlar.
3-Hak-batıl
karışmış; hak-batıl biririne öyle karışmış ki ayırt etme imkanı kalmamış, neyin
hak neyin batıl olduğunu belirleyecek ölçü yok.
4-Hak-batıl
yer değiştirmiş; hakk, batıl olarak görülüyor, batıl ise hakkın yerinde oturmuştur.
İmam
Hüseyin (as) öncelikle toplumun sosyolojik yapısına bakıp bu dört durumdan
hangisinin olduğunu tesbit etmiştir. 3 ve 4. durumlarda Susmak ve Takiyye
stratejilerini uygulamak asla düşünülemez. Fitnenin başlamasıyla 3. ve 4.
şıklar topluma hakim olmuştu.
Böyle bir
siyasi çıkmazda ne yapılmalıydı?
Yapılması
gerekenler belliydi;
- Tağutun
yüzündeki nifak maskesini düşürmek,
- İnsanları
cehaletten kurtarmak ve gaflet uykusundan uyandırmak,
- Müslümanları
delalet karanlığından çıkarmak,
- Ve İslam
ümmetini tekrar İslami siyasi eksene döndermek, Kur’ani din ve, Muhammedi
şeriat eksenine dönüş gerçekleşmeliydi.
Siyasi
eksen 10. hicri yılda Sakife’de değiştirildi, Dini eksen de 61 Hicride değiştirildi.
Resulullah’tan
(saa) 50 yıl zarfında hem Siyasi eksen ve hem de dini eksen ikisi de değişince
"Alel İslam Esselam"
İmam Hüseyin (as) En
azından dini eksen korunmalıydı.
İmam Hüseyin (as) bu siyasi çıkmazda KIYAM
stratejisini kullanıyor; Tağutu devirip İslam devletini kurmak istiyordu. İslam
ümmetinin yönetimini İslami ekesene dönderemese de en azından dini eksen
korunmalıydı.
Çünkü 61. Hicri yılda bütün ilahi kırmızı
çizgiler çiğnenmiş tek seçenek olarak kıyam kalmıştı.
Bunu yapmak da Fedakarlık ve Şehadet ile
mümkündü...
“Eğer peygamberin dini, benim şehadetimdan
başka yolla ayakta ayakta kalmayacaksa ey kılıçlar alın beni“.