Pakistan’da bu süreçte daha sonra
Taliban’ın kurucusu olan Molla Ömer’in de dahil olduğu en az 90 bin Afgan
talebe eğitildi. Bu eğitim esnasında kullanılan ders kitapları ve diğer
ekipmanların sağlanmasında Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma
Ajansı, Nebraska Üniversitesi eliyle milyonlarca dolar sağladı.
1989’da SSCB’nin çekilmesinden
kısa bir süre sonra bu seferde Afganistan’da iç savaş patlak verdi. İç savaşın
devam ettiği 1994 yılının Eylül ayında Molla Muhammed Ömer memleketi
Kandahar'da 50 talebe ile Taliban'ı kurdu. Aylar içinde, Pakistan'daki dini
okullardan veya medreselerden çoğu Afgan kökenli olan 15.000 talebe gruba
katıldı.
Taliban hem sayısal hem de imkan
olarak çığ gibi büyüdü ve kısa sürede Afganistan’ın üçte ikisini ele geçirerek
yönetime geldi. Ağır bir “Vahhabi-Selefi” ideolojik yorumdan beslenen Taliban
1996-2001 yılları arasında Afganistan’ı tek kelimeyle ifade edilecek olursa
“şiddet” ile yönetti. Neredeyse tüm temel insani hak ve özgürlükler “şeriat”
gerekçesi ile askıya alındı.
11 Eylül (2001) olayının ardından
Amerika uluslararası koalisyon ile Taliban’ı devirerek yönetimi devraldı. Ve o
günden bu güne ABD Afganistan’ı (Türkiye’nin de ciddi bir güçle dahil olduğu)
NATO eliyle uydu hükümetlerle yönetiyordu. Ta ki geçtiğimiz aylara kadar.
ABD’nin yeni Başkanı Biden hızlı bir şekilde Afganistan’dan çekilme kararı
aldı… Ve birkaç gün önce Afganistan ikinci kez Taliban’ın kontrolüne geçti.
Kısa tarihi öykü böyle.
Afganistan’da yönetimi yeniden ele geçiren Taliban değerlendirmeyi ve üzerinde
uzun uzun çalışılıp analiz yapılmayı fazlası ile hak ediyor.
Bu makale de biz Taliban’ı
Taliban Afganistan’ını bir reel politik bir de ideolojik/insanlık açıdan/açısından
irdelemeye çalışacağız.
Taliban on yıllardır edindiği
tecrübe ile dünyadaki birçok temel dinamiğe ılımlı mesaj vererek bu sefer
uluslararası meşruiyetle uzun soluklu hükümet etmenin yolunu arıyor.
Taliban’ın ikinci kez iktidara
yürüyüşünde ve bundan sonra olacaklara dair sağlıklı çıkarımlar yapabilmek için
öncelikle Rusya, Çin, İran, Pakistan, Suud ile ABD/NATO koalisyonunun pozisyon
ve konumunu belirlememiz gerekir.
Rusya kapalı kapılar ardında
yönetimi muhtemelen şu an daha önce Amerika’nın kendisine karşı formatlayıp
sahaya sürerek kendisine yenilgi tattıran yapıyı bu sefer kendisi Amerika’ya
karşı destekleyerek Amerika’yı çekilmek zorunda bırakmış olmanın şerefine kadeh
kaldırıyordur. Ayrıca Taliban’ın Rusya tarafından tanınmanın önemini kavradığını
satır aralarına inmeye gerek kalmadan okumak mümkün. Rusya askeri güç olarak
kovalandığı coğrafyaya yumuşak siyasi güç olarak dönebilmenin avantajını elde
etmiş olduğunu görüyoruz.
Çin ipek yolu ve diğer ticaret
yollarının güvenliği gibi bir dizi ekonomik,
Amerika’dan arındırılmış bölgesel güvenlik ile cihatçı terörün kendi
topraklarına sızmaması gibi bir dizi siyasi argümanlarla uzun süredir Taliban
ile görüşme halinde idi. Taliban’ın da özellikle ekonomik olarak ayakta
kalabilmek için Çin’e karşı hayati bir zaafının olduğunu herkes biliyor. Çin,
kendisi ile birlikte Rusya ve İran’ın da etkinliği olacağı bir Afganistan’ı
NATO/ABD kontrolündeki bir Afganistan’a onlarca kez yeğleyeceği şüphe götürmez
bir gerçektir.
İran’ın taban tabana zıt bir
ideoloji ve dini anlayışa sahip olduğu Taliban’a omuz veriyor olmasının ise
ilginç bir hikayesi var kanaatimce. Hem Afganistan’daki ABD varlığından ve hem
de Amerika’nın Afganistan sınırında bir IŞİD etkinliği kurma girişiminden üst
düzeyde kaygı ve rahatsızlık duyan İran’ın Taliban ile bildiğimiz ilk büyük
operasyonu Ocak 2020’de yaşandı. Kasım Süleymani suikastının planlayıcısı
olarak bilinen Ayetullah Mike lakaplı CIA’nın Ortadoğu ve İran Masası Şefi
Michael D’Andrea 27 Ocak 2020’de Taliban tarafından uçağı düşürülerek
öldürüldü. Bu sofistike eylemin istihbarat, plan ve füzesinin İran tarafından
temin edildiği dünya çapında yazıldı söylendi. Bu olayın hemen ardından Devrim
Muhafızları’nın Taliban’a eğitim verdiği bilgileri basına yansıdı. Tüm bu
bilgilere Kudüs Orduları Komutanı İsmail Kani’nin asıl uzmanlık alanının
Afganistan olduğu bilgisini de eklememiz gerek. İran yanı başında ABD ve NATO
yerine yerel güçlerin olmasını kendine uygun göreceği gibi Afganistan’da ki azımsanmayacak
Şii nüfusu korumak kollamak için de Taliban’la çalışmayı yeğleyebilir.
Taliban’ın iktidara yürüyüşünden
sahne önündeki en kazançlı ülkenin Pakistan olduğu tartışma götürmez bir
gerçektir. Taliban’ın neredeyse tüm lider kadrosu Pakistan tarafından
yetiştirildiği gibi örgüt gerek ideolojik gerek siyasi gerek lojistik ve
gerekse ilmi olarak göbekten Pakistan’a bağlı. Pakistan ikinci bir ülkede
iktidara geldiğinin farkında. Pakistan’ın farkında olduğu ikinci bir gerçek ise
Afganistan’da olmak, tutunmak isteyecek istisnasız tüm güçlerin öncelikle kendi
kapısını çalacağını biliyor olmasıdır.
Suud ise ideolojisinin dünyanın
stratejik bir yerinde mutlak bir şekilde iktidara gelmiş olmasından dolayı
kendini kazananlar listesinin ilk sıralarında görüyordur. Özellikle Suriye
yenilgisinin ardından bu kazanım Suud’a hem ideolojik ve hem de siyasi olarak
can suyu olarak gelmiştir. Bölgede yok olmak istemeyecek Amerika’nın öncelikli
taşeron adayının da kendisi olduğunu adı gibi biliyordur Suud.
Amerika, NATO ve AB’yi
(aralarında bazı derin yaklaşım farkları olsa da) bir bütün olarak ele
aldığımızda bu kaçış büyük bir hezimet. Karizma çizildi. Hem de derin bir
çizikle. Estetik yapılsa bile izi kalacak. Ancak ne Amerika ve ne de AB
bölgedeki menfaatlerinden vazgeçmek istemeyeceklerdir. Amerika, örgüt
üzerindeki derin geçmişi ve kılcal damarlarında dolaşıyor olması ile Pakistan,
Türkiye ve Suud üzerindeki etkinliğini kendi hanesindeki en büyük kazanımlar
olarak görüyordur.
Peki, Taliban’ın Afganistan’da
hükümet ediyor olması ideolojik açıdan insanlık açısından ne anlama geliyor?
Bunun sonuçları ne olur ne olabilir?
Taliban bir önceki deneyiminden
“devlet” olmanın “devlet imkanları”nı ele geçirmenin ne demek olduğunu kamil
bir şekilde biliyor. Önceki hükümetlerinden farklı olarak Batı dünyasına, Şii
İran’a, Doğuya velhasıl tüm dünyaya ılımlı mesajlar veriyor, meşruiyet kazanmak
istiyor.
Ağır bir “Vahhabi-Selefi” dini
anlayışı benimseyen Taliban’ın verdiği ılımlı mesajların ne kadarının pratik
bulacağını bekleyerek göreceğiz. Ancak “din”i sadece “şekil, ritüel, Arap örf
ve töresi” olarak ele alan bir dini anlayışın değişim sınırının ne kadar
genişleyebileceğini öngörmek için allame-i cihan olmaya gerek yok. Kadın,
eğitim, sanat, müzik, spor, sinema, iş hayatı, giyim biçimi, çocuk, çevre,
evlilik, edebiyat, medya ve diğer inançlar… gibi insan ve toplum hayatının en
temel alanlarında “Cahiliyye Dönemi” törelerini “şeriat” olarak içselleştirmiş
ve bunlar için hayatını ortaya koymuş bir anlayışın hükümetinde maalesef her şey
çürümeye mahkumdur. Felsefe, irfan, ahlak, sanat, edebiyat, hukuk… ya tamamen
çürüyecek ya da yeraltına inerek karanlıklar içinde yaşam savaşı verecek. İnsan
çürüyecek insanlık çürüyecek.
Afganistan yüzde 43 ile halen
dünyada okur yazarlık oranının en düşük olduğu ülkelerden biri. (Karşılaştırma için
buraya bir bilgi bırakalım: Günümüzden 130 yıl önce 1890’larda İspanya, %39;
İtalya, %45; Belçika, %74; Fransa, %78; Amerika’da %89,3; İngiltere %92
okuryazara sahiptir.) Taliban’ın kız çocuklarının okuması ve kadınların
çalışmasına şiddetle karşı olduğu gerçeğini bunun üzerine koyduğumuzda “ne olur
bu ülkenin bu halkın hali?” demekten alamıyor insan kendini.
İçinde şeytan var diye televizyon
ve müzik aletleri kırma ayinleri düzenleyen, kadını sadece cinsel bir obje
olarak algılayan inanç ve düşünce biçiminin en temel argümanı hiç şüphesiz
“şiddet” ve “cehalet” olacaktır. Ve tüm bunlar ise “şeriat” adlı bir örtü ile
örtülecektir. Oysaki İslam’ın temel mücadelesi “zulüm ve cehalet”e karşıdır…
Evet, son cümleler ile
toparlayacak olursak; Taliban ikinci kez iktidarda. O meşruiyet, süper güçler
ve bölgesel güçler ise ulusal çıkarlar peşinde. Afganistan’da bir kez daha
“reeel politik ile insanlık” karşı karşıya. Acaba yine mi “insanlık” el birliği
ile “reel politik”e kurban verilecek?
Muntazar Musavi