Erbakan, Başbakan olduğunda hem yurtiçi ekonomi
politikalarını iyi bir şekilde yönetti, hem diğer aslî amacı olan İslam Birliği
için ilk adım olarak D-8'i kurdu ve hummalı bir şekilde bu iş için Müslüman
ülkeler arasında diplomasi trafiği yaşadı. Ekonomi politikalarını iyi idare
etmesinden maksat, egemen vahşi kapitalizmin sömürü çarklarına rağmen denk
bütçe politikası ve havuz sistemini uyguladı, ayrıca "Eşel-Mobil" ile
akaryakıttan vergi almayıp vatandaşı rahatlattı. Böylesi bir uygulama ile
cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa REFAHYOL Hükümeti döneminde bütçe açık
vermedi. İşçi, memur ve emekliye cumhuriyet tarihinin en büyük maaş artışını yaptı. "İslâm Birliği" ideali için ise,
kısa vadeli olarak ilk etapta kalkınmakta olan 8 Müslüman ülke ile bir
konsorsiyum oluşturarak İslâm Birliği'nin ilk somut adımını atmış oldu. Bu 8
ülke Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Malezya, Mısır ve Nijerya'dan
müteşekkil. Erbakan Hocamız bu ülkeleri bir araya getirmek için çok
çabaladı. Sonunda muvaffak oldu ve
çeyrek asır önce 15 Haziran 1997 tarihinde İstanbul Çırağan Sarayı'ında bu
ülkelerin devlet başkanlarıyla D-8 zirve toplantısı yaparak İslâm Birliği için
ilk adım olan bu yapıyı dünyaya ilân etti. Erbakan bu ilânını manifesto
niteliğindeki şu sözlerle dile getiriyordu: "Savaş değil, barış, çatışma
değil diyalog, çifte standart değil, adalet, üstünlük değil, eşitlik, sömürü
değil, adil düzen, baskı ve tahakküm değil, insan hakları ve hürriyet."
İslâm dünyasında ve uluslararası ilişkilerde mütekabiliyet esasına dayalı bu
sözler parçalara bölünmüş İslâm ümmetine büyük bir umut aşılamıştı. Zira,
özellikle Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra İslâm ümmeti küçük küçük ulus
devletlere bölünmüştü. Bugün itibariyle İslâm ümmeti 57 ulus devlete bölünmüş
vaziyette. Nüfus potansiyelimiz ise iki milyara yaklaştı. Fakat uluslararası
arenada bir varlık gösteremiyoruz. Çünkü birlik değiliz. Erbakan Hocamız bu
üzücü durumun bilincinde olan bir siyasî lider olarak diplomatik hamleler
yaparak içerisinde bulunduğumuz bu makus talihimizi değiştirmek ve bu
bölünmüşlük zilletinden kurtulmamız için D-8'i kurmuştu. Elbette hedef ve
gayesi D-8 ile sınırlı değildi. D-8 ile kısa vadede kalkınmakta olan 8 Müslüman
ülkeyi bir araya getirip uluslararası arenada bir güç oluşturmak, akabinde orta
vadede D-60 ile bütün Müslüman ülkeleri bir araya getirip "İslâm
Birliği"ni tesis etmek. Sonrasında, yani uzun vadede D-160 ile anti-emperyalist/bağlantısız
ülkelerle yeni bir Birleşmiş Milletler kurup yeni bir dünya düzeni oluşturmak.
Merhum Erbakan Hocamız'ın bu projesi gayet mümkün ve uygulanabilir bir proje
idi. Dünyayı sömüren küresel güçlerin "sömürü değil, adil düzen"
diyen bir yapıdan rahatsız olmaması mümkün değildi. Nitekim ABD ve Siyonizmin
içimizdeki piyonları 28 Şubat Post-Modern Darbesi'ni yaparak bu projeyi akamete
uğrattılar. Ak Parti döneminde başta Çevik Bir ve Çetin Doğan olmak üzere 28
Şubat darbecileri yargılanıp cezalandırıldılar/hapse tıkıldılar ve 14 generalin
rütbeleri söküldü.
Davanın görüldüğü Ankara 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi,
haklarında verilen müebbet hapis cezası kesinleşen 14 emekli generalin
rütbelerinin sökülmesi için Genelkurmay Başkanlığı'na yazı göndermişti.
Buna istinaden Genelkurmay Başkanlığı, 1632 sayılı 'Askeri
Ceza Kanunu'nun 30'uncu maddesi ile 926 sayılı 'Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)
Personel Kanunu'nun 50'nci maddesi gereğince sanıklar hakkında TSK'dan çıkarma
ve rütbelerini sökme işlemi yaptı.
Ak Parti Hükümeti'nin yapmış olduğu bu hak edilmiş ceza
operasyonu elbette takdire şayan. Bu durum Müslüman halkımızın kısmen de olsa
yüreğini ferahlatmış oldu. Fakat asıl ivedilikle yapılması gereken Merhum
Erbakan Hocamız'ın bu projelerine total olarak sahip çıkıp hayata geçirmekti.
"Gerekirse bin yıl sürecek" deyip değerlerimize "topyekûn"
savaş açıp tankları Sinan sokaklarına indiren ABD ve Siyonistlerin piyonlarını
cezalandırmak kamu vicdanını rahatlatmak için yeterli değildir, adaletin tahakkuku
için Merhum Erbakan Hocamız'ın projelerini hayata geçirmek gerekmektedir. Zira
söz konusu projeler, her şeyden önce Müslüman halkımızın aidiyet değerlerinden
neşet eden ve imâna taallûk eden ilâhî menşeli projelerdir. 15 Haziran 1997
yılından bu yana çeyrek asır geçti. Ağır aksak sadece D-8 yürürlükte. Dönüşümlü
olarak bu ülkeler arasında "dönem başkanlığı" söz konusu. Şu an dönem
başkanlığı Bangladeş'te, bir önceki başkanlık Türkiye'de idi. Üzücü olan bu
projenin aktivitesi ve olması gereken etkin gücü adeta atıl vaziyette
bırakılarak pasifize edilmiş. Bugüne kadar olması gereken bu ülkelerle sadece
ticarî hacmimizin yükseltilmesi değil, ortak üretim alanlarının geliştirilmesi
gümrüklerin sıfırlandırılması ve hatta sınırların kaldırılıp ortak para
biriminin hayata geçirilmesi gerekirdi. Olması gereken buydu. Bugün D-8 projesi
D-60'a geçiş yapmalıydı. Kısacası şimdiye kadar D-60 tahakkuk etmeliydi. Çeyrek
asır geçti ne kadar mesafe kat ettik? Bakınız, Avrupa Birliği'nin kurulması da
bir hayli zaman almıştı, ancak onlar istikrarlı bir şekilde yollarına devam
ettiler. İlk önce kömür ve çelik madeni üzerinden bir konsorsiyum oluşturdular,
ardında Avrupa Ekonomi Topluluğu'nu kurdular ve nihayetinde aralarındaki
sınırları kaldırıp ortak para birimini oluşturdular ve tek bayrak altında
Avrupa Birliği'ni hayata geçirdiler. Dünyevi menfaatlerinin gereği olarak bunu
yaptılar. Elbette perdenin arkasında Vatikan vardı. (Onlar aralarına Türkiye'yi
almamak için "Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübüdür"
diyebiliyorlar.) Peki ümmetin başındaki siyasîler ne yapıyorlar? "İslâm
İşbirliği Teşkilatı" nerede? Suud krallığının tasallutu altındaki bu
kurumun İslâm dünyasını birleştirme diye bir gayesi ve çabası var mı? Merhum
Erbakan Hocamız D-8'i kurarken defalarca Suudi Arabistan'ı ziyaret ediyor,
onları bu birliğin içine almak için çabalıyor ama nafile, çünkü onlar ABD'nin
kuklası. Evet, Suudi Arabistan'ın durumu bu fakat birçok Müslüman ülkenin
Suud'tan farkı yok. Buna rağmen içten içe ABD'yi hazetmeyen Türkiye, Pakistan,
Bangladeş, Endonezya, Malezya ve Katar gibi ülkeler de var veya ABD'den nefret
eden, ABD emperyalizmine direnen İran, Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen
gibi ülkeler de var. Kısacası ümmet elbette ki İslâm Birliği'nden yana ancak
Müslümanların başındaki siyasîler de bu konuda samimi olmalılar ve bu projeleri
hayata geçirmek için çabalamalılar. İslâm Birliği için çabalamayan hangi siyasî
lider veya hangi siyasî yapı olursa olsun çok açık bir şekilde ifade etmiş
olalım ki, hem İslâm ümmetine hem Allah Teâlâ'nın dinine ihanet etmektedirler.
Rabbimiz buyuruyor ki: "Toptan Allah'ın ipine sarılın, tefrikaya düşmeyin,
dağılıp ayrılmayın.." (Al-i İmrân: 103) "Eğer birlik olmazsanız
yılgınlaşırsınız, gücünüz/devletiniz (otoriteniz) gider." (Enfal:46)
"Sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbimiz'im, şu hâlde bana
kulluk edin." (Enbiyâ: 92) "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir
ümmetsiniz iyi olanı tesis eder olumsuz olanı bertaraf edersiniz." (Al-i
İmrân: 110)
"Yeryüzünde adaleti kaim kılmanız için Kûr'ân'ı ve
mizanı indirdik." (Hadid:25
Ayetleden de anlaşılacağı üzere biz İslâm ümmetine Yüce
Rabbimiz bir takım mükellefiyetler yüklemiş. Bu ilâhî buyrukları tahakkuk
ettirebilmemizin ön koşulu "İslam Birliği"ni tesis etmemizdir.
Merhum Erbakan Hocamız bu ilâhî sorumluluğun bilincinde olan
mümtaz bir siyasî liderdi.
Bakınız, bu konuda kendisi ne buyuruyor: "Bana diyorlar
ki, 'ne işin var siyasetle, otur Kûr'ân'ını oku.' Ben de oturup Kûr'ân
okuduğumda, Kûr'ân bana diyor ki, 'ayağa kalk ve kötülüklere karşı cihat
et/mücadele et ve adil bir düzen kur." İşte bütün mesele Hocamız'ın bu
sözlerinde ve bu sözlere ilham kaynağı olan şu ilâhî buyrukta özetleniyor:
"Yeryüzünde kötülüklerden eser kalmayıncaya ve din hükümleri Allah adına
tatbik edilinceye kadar mücadele ediniz."
(Bakara: 193)
Bu ve benzeri olarak Kûr'ân-ı Kerim'in birçok ayetinde
belirtildiği üzere biz İslâm ümmetinin bütün yeryüzü insanlığına, canlılar
alemine ve tabiata karşı sorumluluklarımız var. Şu da bir gerçek ki, yeryüzü
genelinde kötülüklere engel olmak büyük bir müesses nizama ve büyük bir
yaptırım gücüne sahip olmayı gerektirmektedir. Allah Teâlâ biz Müslümanlara
bunu emrediyorsa ve ilâhî buyrukta belirtildiği üzere bize kaldıramayacağımız
yükü yüklemediğine göre (Bakara: 286) demek ki bizde bu potansiyel var. Şu
hâlde önemli olan bu potansiyeli işlevsel hâle getirmek. Bu yüzden Merhum
Erbakan Hocamız şöyle bir ikazda bulunuyor: "Bu yolda Allah Teâlâ sana 100
adım atacak güç vermişse, sen de buna mukabil 95 adım atmışsan, geri kalan 5
adımın hesabını Allah Teâlâ mahşer günü sana sorar."
Ardından şöyle bir ikazda daha bulunuyor: "Hangi
cemaatten, hangi tarikattan, hangi mezhepten olursan ol, İslâm Birliği için
mücadele etmiyorsan beş para etmezsin."
Görüldüğü gibi ümmet olarak vebalimiz büyük. Fakat ümmetin
başındaki siyasilerin vebali çok daha büyük. Halkın bunları iktidara
getirmesindeki maksat, statükoya hizmet etmeleri için değil, aksine
değerlerimize taban tabana zıt olan köhnemiş/metruk/çürümüş siyasî yapıları
değiştirmeleri ve aidiyet değerlerimize mütenasip yeni bir "siyasî
mekenizma" meydana getirmeleri için.. İslâm müesses nizam haline
getirilmeli ki, aynı tevhidî değerler etrafında İslâm Birliği de tesis edilmiş
olsun. Bu nedenledir ki, Merhum Erbakan Hocamız kırk küsur yıllık siyasî hayatı
boyunca hep "Adil Düzen" deyip durdu ve bunun için yılmayan bir
kararlılıkla son nefesine kadar mücadele etti. (Mekânı cennet olsun inşAllah.)
Vesselâm...