ZİRVENİN YARATTIĞI SARSINTILAR
Bu hususlar birçok bedeni sarstı. Operasyon odaklı ve amaçlı
Batı medyası Zirvenin üç liderini kapak yaparak “diktatörlerin buluşması”
başlıkları attı. Yunanistan, nüfuzlu çevreler ve borazanları ABD ve Kongresini
üç liderin birlikteliğini arz eden görüntüyü paylaşarak, “Bu fotoğraf açık bir
tehdittir.” propagandasını başlattı. İsrail, ABD ve Kongreye baskı uyguluyor.
Erdoğan’ın Fırat’ın batısını Esad, İran ve Rusya’ya terk ettiğini, Fırat’ın
doğusuna operasyon yapacağını ve bunu önlemek için tüm imkanlarını seferber
etmesi gerektiğini telkin ediyor. Oyun bozanlığını Şam’a füze saldırıları
yaparak sürdürüyor. Tahran Zirvesinden çıkan İsrail’i kınama ve Golan Bölgesini
iade etme kararına meydan okuyor.
Batıya sığınmış, ruhlarını iblisi müstevlinin hizmetine sunmuş
vatansız ve milletsizler Zirveyi karalamak için yoğun bir efor harcıyor. (Efor
kelimesi de yüzde 100 yerli ve mahallidir.) Açıktan tavır alamayanlar Zirvede
hangi çelişkileri kullanabilirim, hangi dehlizlerden girer ve barajda bir delik
açarım çalışması yaptı, yapıyor. “Erdoğan Putin’i bekletti. İntikamını aldı. Üç
lider farklı çözümler sundu. Suriye’de operasyon isteyen Erdoğan’ı Rusya ve
İran uyardı. Rusya ve İran’a rağmen Erdoğan Suriye’ye dalacak. Aynı gün
Tahran’a gelen Suriye Dışişleri Bakanı Mikdat’tan Türkiye’ye ağır eleştiriler.”
yazıları ve benzeri propagandalar arşa ulaştı.
Bardağın sadece boş kısmına odaklanan zihniyetler... Rusya,
İran ve Esad’ı hedef alan haberler... Hükümete yakın veya “bağımsız” medyada,
“Suriye ordusu YPG/PKK’nın işgal ettiği bölgelere asker gönderiyor. Ağır
silahlar taşıyor. Bu bölgelerde Esad rejim kuvvetleri YPG/PKK ile birlikte
hareket ediyor.” gibi külliyen algı operasyonuna giren son dakika haberleri...
Kendi toprağında, başında Esad’ın olduğu BM, Türkiye ve tüm dünya ülkeleri
tarafından resmi veya meşru devlet olarak kabul edilen Suriye Arap
Cumhuriyeti’nin bayrağı ve askerinin YPG/PKK bayrakları, sembolleri ve
varlıkları yerine Türkiye hududuna gelmesi birçok kesimin bedenini
sarsmaktadır. Daha temkinli yaklaşıp “Bu zirvede yeni olan tek şey sadece
İsrail konusuydu. Erdoğan, Esad ile buluşmaz, barışmaz.” diyerek Zirveyi ve
Ankara-Şam ilişkilerini baltalayan açıklamalar ve köşe yazıları… Türkçe, Arapça
ve İngilizce yayımlanan algı operasyonları…
ARZULANAN BATIL VE ŞER
Buna mukabil Erdoğan’ın Tahran Zirvesi deklarasyonuna
imzasını atmış ve birçok kesimi şaşırtmış olmasına rağmen Suriye sahasında;
“İhvan-ı Sünnistan ideolojisinden uzaklaşmadığı, Yeni
Osmanlı projesinden vazgeçmediği ve Suriye’de Türkiye’ye bağlı veya gelecekte
ilhak edeceği 82. vilayetler oluşturma arzusunda olduğu, güvenli bölgeler, 1
milyon mülteci için yerleşim bölgeleri ve bazı yetkililerin “Buraları
Osmanlı-Türk toprağıydı.” açıklamaları bu tamahlara örnek teşkil ettiği,
Suriye’deki askeri varlığı sayesinde Rusya ve ABD’den
tavizler koparmak için fırsatçılık (oportünizm) yaptığı ve bu iki kutbun
mücadelesi ve çelişkilerine yatırım yaptığı,
Esad ile şahsi sebeplerden mütevellit, 11 yıl boyunca
kullanılan dilin yarattığı tahribat ama özellikle Suriye olayların başından
itibaren destek verdiği, koruyup kolladığı Suriyeli ve ecnebi binlerce savaşçı
ve on binlerce aile efradı ve taraftarlarının hiddeti ve düşmanlığını kazanma
ihtimali sebebiyle barışamayacağı,
Suriye’de de savaşın son bulması ve mültecilerin evlerine
dönmesi gibi bir kaygı taşımadığı, Suriye sahası ve mültecileri ajandasına
uygun suiistimal ettiği ve bu iki unsuru içte ve dışta sopa olarak kullandığı
ve istismar ettiği” fikriyatı işlenmektedir.
Bu neşriyat Hz. Ali’nin, “Söylenen haktır, doğrudur; ama
bununla arzulanan batıldır, şerdir.” sözüne uygun düşmektedir. Zira birçok
yazımızda ve programlarımızda anlatmaya çalıştığımız tercihlerle
mecburiyetlerin mücadelesi ihmal edilmektedir. Bu denklem farklı sistemlerde
işleyen tüm devletler ve varlıklar için geçerlidir. Tarih bunun örnekleriyle
doludur. Vatan ve Millet, Egemenlik ve Bağımsız Devlet hazır yemeniz için altın
tepside sunulan çikolata değildir. Savaşarak, şehitler vererek, mücadele ederek
kazanılır ve korunur. Bunlara kast edenlerin tercihleri ortaya koyduğunuz
irade, direniş ve kararlılık mecburiyetleriyle sınanır. Hukuk, siyaset, ekonomi
maalesef askeri güce uşaklık eder. Tarih silahsız korunan cennet bahçelerine
henüz şahitlik etmedi.
DOSTLARI ARTTIRACAK ANKARA-ŞAM EKSENİ
Erdoğan ve iktidarına katkı yapanların hangi tercihler için
sulta yapıldıkları üzerine onlarca makale yazdık. Aynı cephede yer alanların
kanlı bıçaklı kavgalarının neden hasıl olduğunu onlarca yazımızda
değerlendirdik. Bu süreçte Erdoğan’ın mecburiyetleri ile tercihleri arasındaki
kavgasına, Sultan Abdulhamit misali uluslararası çelişkilere yatırım yaparak,
dengeleri kollayarak, tarafları kendi çıkarlarına, iktidarını pekiştirmek için
kullandığına dikkat çektik. Sultan Abdulhamit misali Erdoğan’ı kendi safına
çekmek, cephesinde görmek ve en mümkün mertebe saltanatından istifade etmek
için ecnebi devletlerin mücadelesine tanık olduk. Bunun idrakinde olan Sultanın
bu durumu kendi lehine bir fırsat olarak gördüğünü ve faydalanmak istediğini
yazdık. Ancak son merhalede bu politikaların yarardan ziyade kendisine ve
saltanatına zarar verdiğini tarih tescil etti.
Erdoğan iktidarında benzer durumlar yaşandı ve
yaşanmaktadır. ABD, AB ve NATO cephesinden, Sünnistan Müslüman Birliğine,
Sünnistan-Kürdistan’a, Moskova, Çin, BRICS, Şanghay cephesinden ‘Değerli
Yalnızlık’ yelpazesine şahit olduk. Erdoğan iktidarı bunun meyvelerini de aldı.
Ama ve lakin bu politikalar dünyanın bu koşullarında orta ve uzun vadede
dostların sayısını arttırmaz aksine düşmanları çoğaltır. Devletler ve insan,
niyet ile nasip arasında bir çizgide yaşar. Niyet salih, nasip hayırlı ise
zinde kalır, dostlarınız fazla, düşmanlarınız az olur. Türkiye’nin nasibine
önce yakın komşularıyla salih niyette olması düşer. Dostluğa ve dayanışmaya
adım atıldığında ortaya çıkacak sinerjinin verdiği huzur ve tadı müthiş olur.
Ankara-Şam ilişkilerini bu sebeple önemsiyoruz. Ankara-Şam Cephesi ağır sıklet
merkezi ve kuvvetli bir cazibedir. Dünyadaki tüm başkentleri size saygı duymaya
mecbur kılar. 2000-2011 Suriye-Türkiye münasebetleri bu iddiamızı tecrübeyle
sabit kılmıştır. Aksi durumlar, Şam ile kavgalar manen ve madden felaketin
habercisidir.
SADDAM’DAN ÇIKAN DERS
Bölgemizde Irak eski devlet başkanı Saddam Hüseyin, Baba
Esad ile en kanlı mücadeleyi yapmış olan, galiz küfürlerle, en aşağılık
mezhepçi söylemlerle, mahreme giren hakaretlerle saldırmış kişiydi. Genelde iki
devlet, özelde iki lider arasında bu savaş takriben çeyrek asır sürdü. Bu düşmanlık okullarında özel derslerle
işlendi. Kaldı ki her iki ülke Arabi idi. Her iki devlet kurucuları aynı olan
BAAS (Yeniden Diriliş Arabi Sosyalist Partisi) tarafından yönetiliyordu. İki
kadim ve Arabi devlet Mısır-Suriye misali tek devlet olacaktı. Saddam
sürgündeyken önce Kahire sonra Şam’da saklanmıştı. Birçoğunuz belki ilk kez
öğrenecek, laik, BAAS’çı Saddam, Suriye’de siyasi ve askeri faaliyet gösteren,
devlet tarafından terör örgütü olarak kabul edilen İhvan-ı Müslimin örgütüne ev
sahipliği yaptı. Silah, para ve istihbarat desteği verdi. Suriye sahasında
birçok terör faaliyetini organize etti. “Sünni” Şeyh Hanedanlıkların, ABD’nin,
Batının gazına geldi “Şii” İran’a savaş açtı.
Suriye’den sığınan İhvan-ı Müslimin Örgütüne, İran’dan Irak’a sığınan
Halkın Mücahitleri Örgütüne ev sahipliği yaptı.
Şam ve Tahran’ı yıkmak için tüm araçları ve düşman
kuvvetleri mubah kabul etti. İran savaşında aldatıldığını, ihanete uğradığını,
oyuna getirildiğini söyledi. Şeyh Hanedanlıklarının üzerine yürüdü. Kuveyt’i
işgal etti. Suudi’ye füze saldırıları yaptı. Kükredi tehdit etti. İsrail’e,
ABD’ye, Batı’ya rest çekti. Şam, Saddam’ı uyarmıştı. Gelen tehlikeyi görmüştü.
Irak üzerinden tüm bölge ülkeleri için hazırlanan planı deşifre etmişti. Saddam
üzerinden coğrafyamızın yaşayacağı felaketleri okumuştu. Geç de olsa Saddam’ında
sarhoşluktan sonra aklı başına gelmişti. Şam’a heyetler gönderdi. Çeyrek asır
sonra iki ülke konuşmaya başladı. Saddam ve Baba Esad buluşmadı, öpüşmedi.
Ancak devlet aklı ve çıkarı, vatan ve millet huzuru ve menfaati için iki devlet
masaya oturdu. Ekonomik ilişkiler yeniden canlandı. Irak petrolü Suriye
üzerinden satıldı. İki ordu ve istihbaratın güçlü işbirliği yapması, Bağdat’ın
Tahran ile barışması zamana bırakıldı.
DEVLET AKLI DEVREYE GİRMELİ
Saddam’ın iktidarından nemalanan, kuvvetliyken el pençe
duran kulları, düştüğünde buharlaşan çevresi, işbirlikçiler, kindarlar, devlet
yönetmeye liyakatli olmayan sülük takımı bu zaruriyeti hep öteledi. Ölümcül bir
hataydı. Bu hatanın bedelini sadece Saddam ödemedi. Irak mezhep ve etnik
savaşlarla paramparça oldu. Erdoğan-Esad barışır barışmaz, konuşur konuşmaz,
kucaklaşır kucaklaşmaz, bu mesele talidir. Asıl mesele Devlet aklının devreye
girmesi ve tarihin ölümcül hatalarından ders alınmasıdır. Asıl mesele
Türkiye’nin kurucu Lideri Mustafa Kemal’in kıymetli, ivedi ve tarihi sorumluluk
olarak gördüğü Ankara-Şam Cephesini yeniden inşa etmektir. Bunu kimin yaptığı
ve başardığı da talidir. Buna kimin çomak soktuğu ve olmaması için her türlü
kılığa giren bedenlerin ve zihniyetlerin şoka uğratılması elzemdir.