İran'da Yaşanan Olaylar Yönetim Erkinin Zaafı Mı?

GİRİŞ: 06.10.2022 21:00      GÜNCELLEME: 06.10.2022 21:00
Rasthaber -  11 Şubat 1979 tarihinde vuku bulan İslâm Devrimi'nden bu yana İran coğrafyasında zaman zaman sokak gösterilerine ve anarşik eylemlere tanık olmaktayız. Şu bir hakikat ki, siz İslâm adına bir devrim yaptığınızdan dolayı iki sınıf insandan tepki görmeniz kaçınılmazdır. Birincisi sömürü düzenlerine son verilmiş emperyal güçler, diğeri ise İslâm'ın ahlâk ve disiplininden hoşlanmayan sınıf. İran İslâm Cumhuriyeti kurulalı beri sürekli olarak küresel emperyalist güçlerin hışmına ve entrikalarına maruz kalmaktadır. Çeşitli boyutları olan saldırı ve ambargolar hâlâ devam etmektedir. Bu da gayet normal bir durum aslında. Zira yenilgiye uğratılmış ve ülke topraklarından kovulmuş düşman her ahvâlde intikam ve saldırı peşinde olacaktır. İçeride memnun olmayan sınıf ise bu nizamın disiplin ve ahlâk anlayışının "her türlü günaha açık liberal yönetim tarzından" tamamen farklı bir yapı arz etmesinden dolayıdır.

Bu da şaşılacak bir durum değildir. Zira, söz konusu ettiğimiz içerideki kesim müptezel bir yaşama alışık olduğu için ahlâk disiplinini önceleyen yeni yönetim anlayışı kendilerine abartılı, absürt ve rijit gelmektedir. "Hiç olmazsa kendilerine otoritemiz geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaşmış ve şeytan da onlara müptezel yaşamı cazip/süslü gösterdi." (En'âm: 43)

"Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ancak şeytan onlara günah içindeki ahlâk dışı yaşamlarını süslü gösterdi. Bugün de onların dostu odur ve onlara acıklı bir azap vardır." (Nahl: 63)

Evet, bu müesses nizamın kendine özgü disiplinleri ve ahlâk kuralları var, fakat bu kurallar İran coğrafyasında yaşayan halkın bir kesimine ağır gelmektedir. Bunlar insanı insan yapan, insanı erdemli kılan, insan topluluklarına hayat bahşeden bu yüceler yücesi ahlâkî değerlere ve bu değerlerle birlikte halkın kolektif çoğunluğuna konsolide olmak/entegre olmak istememektedirler. Küresel emperyalizme karşı ortak paydada hareket etmek varken illaki iğreti ve pespaye hâllerine devam etmek istemektedirler.

Bunlar İslâmî değerlere senkronize olmuş halkın huzur ve insicamını bozmanın derdindeler.

Öyle ki, nefsanî arzularının kölesi olmuş, sosyal ahlâk kurallarına tezat teşkil eden, sapkın temayülleri olan bu toplum ne kadar tolere edilse de yönetim şeklindeki disiplin ve ahlâk kuralları bunlar için baskı unsuru olarak telakki edilecektir. Bu yüzden her fırsatta, o toplum içerisinde yaşayan ve fakat doğruluğun, erdemliliğin, hicabın/tesettürün ahlâksal mükemmellik olduğuna inanmayan/ahlâk tanımayan müptezel insanlar her fırsatta tepki vereceklerdir. Aslında insanoğlunun olduğu her yerde bu normal bir durumdur ve şaşırmamak/hayret etmemek gerekir. Olayı nübüvvetin Medine döneminden örnek vererek izah etmeye çalışalım: Bizim içersinde bulunduğumuz Ehl-i Sünnet dünyasında "Asr-ı Saadet" diye bir metafor algı var. O dönemi biraz tetkik ettiğimizde olayın hiç de öyle olmadığı anlaşılacaktır. Kronolojik olarak Siret-i Nebi'yi araştırdığımızda Allah Resulü'nün sadece Mekke'de değil, Medine döneminde de nice meşakkatlere, nice çilelere ve nice vefasızlıklara bizzat sahabesi tarafından maruz kaldığını görmüş olacağız. Hatta eşleri tarafından olmadık komplo ve yersiz taleplerden dolayı eziyete uğradığı ve incitildiği görülecektir.

"Ey Peygamber! Eşlerine de ki: 'Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzel bir şekilde salıvereyim." (Ahzâb: 28)

"Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona sizin yerinize sizden daha hayırlı, Müslüman, mü'min, gönülden boyun eğen, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan ve her türlü dinî vecibelerini yerine getiren dul ve bekâr kadınlar verir." (Tahrim: 5)

Bildiğiniz üzere Allah Resulü, kendi tercihine bırakılmasına rağmen eşlerinin eziyetlerine sabredip onları boşamadı. Fakat Allah Resulü'nün vefatından sonra Allah'ın hükmüne mugayir hareket edip Cemel Savaşı'nı çıkaran Aişe Validemiz olmuştu. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Ey peygamber eşleri! Dışarı çıkmanızı gerektiren zarurî bir sebep olmadıkça evlerinizde vakarla oturun." (Ahzâb: 33)

Biz Kur'an verileri ile risalet dönemine baktığımızda toplum tarafından algılanan ve bilinenden maada farklı bir manzaraya tanık olmaktayız.

Ne yazık ki, tarih kitaplarının pek çoğu bize sahabeyi de Peygamberimiz'in eşlerini de oldukları gibi tanıtmadı. Elbette ki tarih övgü ve sövgü aracı olmamalı. Tarih yalın gerçekliği ile ibret vesikası olmalı. Ne yazık ki, histerik duygular ve hamaset buna engel olmaktadır.

Şimdi siz, "Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız sizi doğru yola götürür" diye bir uydurma hadise/söze inanırsanız Medine halkını da aynı şekilde temiz ve nezih insanlar olarak görürsünüz. Neymiş efendim, insanlar İslâm'ı kabul etmekle, topyekûn bir şekilde İslâm'ın prensiplerine sadakatle sarılıp "sütten çıkma ak kaşık" oldular ve içkiden, zinadan, hırsızlıktan vel hasılı her türlü kötülükten, her türlü haram ve günahtan el çekip, herkesin birbirinin hak ve hukukuna riayet ettiği, kimsenin çalıp çırpmadığı, kimsenin namusuna göz dikilmediği, kimsenin zina yapmadığı güven içerisinde, mutlu/huzurlu bir sosyal doku meydana geldi öyle mi? Hayır efendim hiç de öyle değil. Belki bu saydığımız günah ve kötülükler minimize edildi, asgariye indi ama yok olmadı, tarihe gömülmedi. Medine site devleti mükemmel bir medeniyet projesine, mükemmel bir yönetim şekline rağmen orası cennet olmadı. Bu zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Bakınız, adına "Saadet Asrı" denilen o zaman diliminde insanların içerisinde gizliden gizliye içki içen, zina ve hırsızlık yapanlar vardı. Üstelik bu işi yapanlara ceza-i müeyyide uygulanıyordu. Toplum içerisinde bir de sadakat sahibi olmayan erdemsiz insanlar da vardı. Örneğin Uhud Savaşı'na katılan bin kişiden 300'ü düşmanı güçlü görünce geri kaçmıştı. Yine Uhud Savaşı'nda tepe müfrezesine Allah Resulü ısrarla oradan ayrılmamalarını tembihlemesine rağmen, (hatta "Cesetlerimizin üzerine akbabaların indiğini görseniz bile tepeyi terk etmeyin" demesine rağmen) ganimet aşkıyla tepeyi terk ettiler ve düşman ordu komutanı Halit bin Velit'in boş kalan tepe tarafından saldırmasıyla savaşın kaderi değişmiş ve Müslümanlar 70 şehid vererek hezimet içerisinde savaştan mağlup ayrılmışlardı. Bu savaşta Allah Resulü yaralanmış ve dişi kırılmıştı. En sadık diye bilinen sahabeler can derdine düşüp Allah Resulü'nü İmâm Ali'nin savunmasına terk etmişlerdi. (Ayrıca bildiğiniz üzere bu savaşta Muaviye'nin annesi Hind, Vahşi ismindeki kişiyi kiralamış ve Hazreti Hamza'yı şehid ettirmişti.) Demek istediğimiz o ki, böylesine sadakatsiz sahabeler de vardı. Yine bir gün Allah Resulü'nün imâmetinde Cuma namazı kılındığı esnada ticaret kervanı Medine'ye giriş yapınca cemaat hurra mescidi terk edip şamata içerisinde alışverişe koşuyor. Rivayetlerde belirtildiği üzere mescitte 13 kişi kalıyor. İşte o toplumun yapısı buydu. "Onlar bir ticaret veya eğlence görünce ona yönelip seni ayakta bırakıverdiler. De ki: 'Allah’ın nezdinde olan, eğlenceden de ticaretten de üstündür. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma:11)

Yine bir gün Allah Resulü ganimet dağıtırken sahabelerden biri kendisine düşen hisseye razı olmayıp, "adil ol ya Muhammed" diyerek Sevgili Peygamberimiz'in üzerine höreleniyor. Allah Resulü gayet sükunetle, "Ben adil olmayacaksam kim adil olacak?" diye cevap veriyor.

Bir başka gün sahabenin biri Allah Resulü'nün huzuruna gelip, "Ya Resulullah maişet derdi içerisindeyim, hanımlarım, çocuklarım açlık sıkıntısı çekiyor. Ben bir kadınla tanıştım o şey işi yapıyor, çok da para kazanıyor, ben onunla evlensem ve yine o işi yapmaya devam etse ve biraz maişet sıkıntımız gitse olur mu?" diyor. (Bu kişi ya zina ile ilgili ayetleri bilmiyordu veya zina ile ilgili ayetler nazil olmamıştı.) Evet, bu kişi de sahabeydi. Ama zihniyetine bakın neyin derdinde ve nasıl bir düşünceye sahip? Bir kesim sahabeler de kendi aralarında konuşup, peygamber ölünce eşleriyle evlenmenin hesabını yaparak rekabet hâlindeydiler ve bu düşüncelerini Allah Resulü'ne küstahça söyleyip onu incitmişlerdi. Bu durum karşısında hemen ayetler nazil oluyor: "Sizin Allah'ın Resûlünü üzmeniz ve onun ölümünden sonra hanımlarını nikâhlamanız size ebediyen yasaklanmıştır. Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır." (Ahzâb: 53)

"Peygamber mü'minlere kendi canlarından daha evlâdır. Onun eşleri de mü'minlerin anneleridir." (Ahzâb: 6)

Hatırlayalım, Cemel Savaşı'nda Aişe Validemiz ve ordusu mağlup olduğunda bir takım kişiler İmâm Ali'ye, "Bunların mallarını ganimet ve kadınlarını cariye olarak alalım" dediklerinde İmâm Ali hiddetli bir şekilde, "Hanginiz annenizi cariye almak ister?" deyince bütün başlar aşağı eğiliyor. Bunun akabinde İmâm Ali, Muhammed bin Ebubekir'i görevlendirip ablası Aişe Validemiz'i güvenli bir şekilde Medine'ye götürmesini söylüyor.

Yine o dönem insanlarının psikolojisini ve karakteristik yapısını tahlil etmek için Usame'nin ordusunu terk edenleri düşünelim! Onların içerisinde seçkin bilinen sahabeler de vardı. Allah Resulü'nün ısrarına rağmen geri dönenler oldu. Bu örnekleri aslında çoğaltabiliriz. Fakat yazımız uzamasın diye veya bir başka yazımızda değiniriz düşüncesiyle "Tebük seferi dönüşü ashabından bazılarının Resulullah'a suikast girişimi"ne, "Kırtas Hadisesi"ne, "Gadir-i Hum" olayına veya "Sakife" ihanetine temas etmiyoruz. Allah Resulü'nün döneminden örnekler vererek bizim bu satırlarda ifade etmek istediğimiz insan topluluklarının var olduğu her yer ve ortamda kötülüklerin ve serkeşliklerin olması kaçınılmazdır. Yeryüzü cennet değildir. Adına "Asr-ı Saadet" dediğimiz o dönemde bile ne kötülükler,ne günahlar işlenmiş ve Allah Resulü'ne ne eziyetler yapılmış. Şimdi bizim halkımızın bir kesimi, "İşte efendim aradan 43 yıl geçti İran'da hâlâ bir takım insanlar Batı'nın müptezel yaşam biçimine öykünerek başlarını ve mahrem yerlerini açmanın derdine düşmüşler. İslâm rejimi demek ki başarılı olamamış. Ya sistemleri yanlış ya yönetim erki bozuk" diyebiliyorlar.

Adama demezler mi, "Ya kardeşim, siz yapın, siz de bir İslâmî yönetim tesis edin biz de size öykünelim."

Kısaca ifade edecek olursak, bir coğrafyada İslâm Devleti kuruldu diye, İslâm müesses nizama dönüştü diye, "o yerde her şey dört dörtlük, her şey gürültüsüz, olaysız yatışmış, yani sütliman olmuş" demek muhâldir/imkânsızdır.

Böyle bir şeyin olması eşyanın tabiatına aykırı olduğu gibi, şeytan ve nefsin tasallutunda olan insanın İslâm'ı kabul etmekle veya Allah Resulü'nün tesis ettiği İslâm prensiplerine uygun site devletinde yaşıyor olmakla, herkesin masumane bir hayat yaşadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Böyle bir şeyin olması mümkün değildir. Bunun insanlık tarihinde örneği görülmemiştir. Şu hâlde İran İslâm Cumhuriyeti'nden böyle bir beklenti içerisinde olmamalıyız. İran İslâm Cumhuriyeti bütün kuşatılmışlığına rağmen, ilk günden beri uygulanan ambargolara rağmen küresel emperyalime karşı onur ve izzetiyle dimdik ayakta duruyorsa, ümmet olarak biz bunu takdirle karşılamalıyız. İran'ın ambargolara rağmen kendi teknolojisini geliştirmesi, eğitim ve sağlıkta takdire şayan mesafe katetmesi, özellikle silah/füze sanayiinde ve nükleer enerji üretiminde bütün dayatmalara rağmen geri adım atmayıp gelişimine devam etmesi biz ümmet açısından onur verici bir durum değil midir?

 

Hazım Koral

YORUMLAR

EBA Malik 1 yıl önce
Meseleyi cok guzel ozetlemissiniz. Zaten inananlar her zaman azdir. Bunu kuran bize soylemektedir. Rabbim tum inanananlara yardim etsin.

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM