TALUT’tan Günümüze -2

GİRİŞ: 26.10.2022 09:50      GÜNCELLEME: 26.10.2022 09:50
Rasthaber - Bu makalenin Konusuna ana eksen olacak, iğdiş edilmiş beyinlerimize ışık tutacak, bizi gaflet uykumuzdan uyandıracak ve yeniden şirazemizin toparlanmasına yardımcı olacağını umduğumuz, Bakara suresinin 246-251 Ayetlerini, Yüce rabbimizin bize yaptığı uyarılarına kulak verip, başlıyoruz.

Acaba bizler bugün hangi saftayız, hangi taifedeniz, hangi ordunun mensubuyuz? Hak batıl savaşında çağının Talut’unu dinlemeyen, onunla birlikte olmayan, olamayan, zavallı bir ümmetin evlatları mıyız? Her şeyi talan edilmiş, değerleri ayaklar altında ezilen bir millet/ümmet/’in, düşmanlarına karşı savaşma gücü de olamaz!

Burada bakara suresinden konu ile ilintili olan ayetleri sadece aktarmakla yetineceğim. Zira bütün zamanlara hitap eden bu ilahi mesajları okuyan, vicdanı hür, kalbini, kulağını ve gözlerini yitirmemiş hiçbir bireyin, anlamayacağı türden ayetler olmadığı apaçıktır.

Sadece zor zamanlardan geçerken, yeniden bilinç kuşanmak, yeniden saflarımızı dizayn etmek, yeniden tarihin beyaz sayfasına not düşmek adına, ilahi kaynağımızdan ilham alarak, okuyup ‘‘tedebbür ve tefekkür’’ için hatırlatma babında…  
246- Mûsâ’dan sonra İsrail oğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı halde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri hakkıyla bilendir.
247- Peygamberleri onlara, “Allah size Talut’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar, “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi: “Şüphesiz Allah onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” Allah mülkünü dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
248- Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti size o sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz bunda şüphesiz, sizin için kesin bir delil vardır.”
249- Tâlût ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah sabredenlerle beraberdir”.
250- (Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”
251- Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir" 2/246-251

Acaba bizler, İslam’ın izzet ve şerefle onurlandırdığı, Müminlerin nihai merciiyetine gözlerimizi yumarak, ona karşı kulaklarımızı tıkayarak, vatanımızı bir ahtapot gibi işgal etmiş Amerika ve NATO üslerine karşı direnebileceğimizi mi sanıyoruz?

Kültür olarak, en mahrem alanlarımıza hâkim olmuş batının emperyalizmine, minik bebelerin bile daha ‘A’ demeyi söyleyemeden, süt kokan ağzına yerleştirilen, söylemeye dillerin varamadığı kavramlarla beyinleri iğfal eden eğitimine karşı duruşumuzu, belirleyeceğimizin nasıllığını başarabileceğimizi mi sanıyoruz?

Ümmetin, Âlim ve aydın evlatları! ‘‘Allah’a, Resul’e ve kutsal liderliğe tabi’’ olmadan, başka yerlerde izzet ve şeref arayarak zaferin sırrına erebileceğini mi sanıyor? "Hâlbuki izzet ancak Allah’ın, resulünün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler" -63/8
Acaba İslam ve büyük insaniyet ailesinin düşmanlarına hizmeti, kendimiz için iftihar sayıp, mevki ve makam düşkünü şahsiyetlere tabii olmayı, İlahi gereklilik kabul eden Ümmetin evlatları olmayı kabullenebilir miyiz?

Bizler, Talut’un safında olup, ilahi ikaza rağmen önündeki akıp giden nehirden içenler gibi elimizden bir gün çıkıp gidecek olan dünya ve dünyalık uğruna, günümüz dünyasındaki Talut’u yalnız bırakanlardan değiliz ve olamayız da!

Alsa böyle bir şey düşünülemez!

Nasıl ki dün, Talut’un safında kalan birkaç yüz kişilik ordu, destani bir zaferle binyıllar zamanı yarıp kendilerini bu güne ulaştırdılarsa!

Nasıl ki, Kerbela’nın bir avuç serbederan erleri, Huseyn’in yanında, on binler ordusuna karşı durarak, zaman kavramının son anına dek ölümsüz bir destan yazdılarsa, bizler de kendi zamanımızın sorumluğunu üstlenmiş, seçkin bir mektebin evlatları olarak, aynı duruşta olduğumuzu, ne ABD ve ne de Siyonistler ve nede onların içimizdeki yerli işbirlikçilerinin şüphesi olmasın!

Çünkü bizler!

Dün Bedirde, Sıfinde, Nehrevan’da, Kerbela’da olsaydık, hangi safta olacağımızı biliyorsak, bugünde hangi safta olduğumuzu bilen Aziz bir Ümmetin evlatlarıyız.
Ümmet-i Vahdet, Mektebi Ehl-i Beyt, Ali Şiiliği, Velayet-i Fakih gibi tüm zamanlara hitap eden, tarihinin başlangıcında Huseyni ve önünde Mehdeviyet’i olan, yozlaşma kabul etmeyen, Muhammedi öğretilerin cem olduğu bir dinden besleniyoruz!

 Bizler! Uzun mu uzun, yorucu, ezici bir tarihi olan. Milyon milyon canlar kurban vererek, kan ve gözyaşı sermayesini her asrın bütün zamanlarına akıtarak bugünlere ulaştırmış ilahi bir mektebin varisiyiz.

Bizler! Muhammedimizi ve onun evlatlarını kendine kurban alan bir dinin mensuplarıyız!

Bizler! Şehidi evvelin, Şehidi sani’nin, Şeyh Saduk’un, Molla sadranın, Musa Sadr’ın, Beheşti’nin, İmam Humeyni(R.a)’in ve bilinen bilinmeyen nicelerin, İlim, irfan toplamak için bedeller ödeyen, Rabbani Âlimlerin mirasına konmuş bir Mektebin Müntesipleriyiz.

Bizler! Abbas Musavi, Çamran, Muğniye, Ebu Mehdi ve Hacı Kasım’ın açtığı yolun erleriyiz.

Bizler! İngiliz Şialığı, Arap Şialığı, Azerbaycan Şialığı, Kürdistan Şialığı, Türkistan Şialığı, olmadı yeni bir hurafe/uyduruk (Avrasya Şialığı) Şia’lık üretecek kadar ebleh olmayan, asil bir mektebin evlatlarıyız!

Tarihin her döneminde Muhammed(s.a.a) ve evlatları(a.s) adına huruç eden fikri akımlar olmuştur. Ancak aynı tarih, bize bu akımların isimlerini kendi sayfasına yazarak, tarihin tozlu raflarına kaldırdığını da yazmıştır!

Bu yollardan geçip, bize kadar gelen bu Mektebin, nihayet ‘‘Velayet-i Fakih çatısı’’ altında rüştünü ispatlayıp, olgunluk sürecini yerelden evrensele dönüştürmüş, Muhammedi İslam’ın, zafer nidalarının yayılacağı zaman arifesindeyiz!

Yeniden nefis muhasebemizi yapmamızı, kendimizi Kur-an ve Kur'an sahipleri(Masum imamlar s.a)’in mektebine göre eğitmemizi, fazlalıklarımızı atıp, eksiklerimizi Kur-an'i değerlerle donanmış ‘‘Velayet Mektebi’’nin öncülüğünde, kendimizi tanıyıp tabi olmamızı beraberinde getiriyoruz.
Binyıllar boyunca süregelen bağnazlık, taassup, taşlaştırma, cehalet, yanlış gelenek ve törelerden kurtulup, ''kavmiyet, mezhebiyet ve asabiyet'' duygularından uzak, yeniden kendimizi, kendi değerlerimizle donatmak gibi zorunlu bir bilincimiz var.

İslami halkların yaşadıkları ülkelerin politikacıları, öncüleri, âlim ve aydınları, ümmet içinde ve ''Ümmetin kutsal öncüsü'' nün önderliğinde çözmesi gereken sorunlarını AB-ABD-BM gibi kendi değerlerine tamamen uzak ve '' Öz İslam düşmanları'' olan kurum ve ülkelerin öncülerinin mahiyetinde sorunlarına çözüm arayışı zillet değil de nedir?

Gayet tabiidir ki bu tür şahsiyetlerin mahiyetindeki halklar da bu zilletten gayri ihtiyar-i nasibini almak zorunda kalacaklardır! Ve bunun ispatı bugün itibariyle Afganistan, Filistin, Türkiye, Irak, Suriye ve daha nice İslami beldelerde aleni bir şekilde görülmektedir.
Hala ‘‘Vahdet Haftası’’ndan gereken dersi çıkaramadıysak, İslam dininin bize yüklediği sorumluluğun farkında değil isek ve hala nereden başlamamız gerek diye kendimize sorup, ‘‘neyi nasıl anlamalıyım?’’ arayışına geçmemişsek, kişilik erozyonuna uğramadığımızı nasıl iddia edebiliriz?
İslam âleminin adeta bir bataklık gibi içine düştüğü ‘‘Amerikancı edilgen siyasal İslam’’ından kurtuluş savaşını, ancak ‘‘İslam’ın tekil Liderliği’’ öncülüğünde başarabileceği, tartışmasız bir gerçekliktir.

Bu bağlamda, özelde Âlimlere, genelde aydınlara ve sorumlu adanmışlara!
Emir’el mü’minin Ali (a.s)’ın Nehc-ul Belaga’daki hutbesinin hükmi birlikteliğin anlatıldığı bölüm ile konuyu anlatmaya çalışayım.

Ki zor zamanlarda üstünde yüzdüğümüz bu vahşet okyanusunda, sığındığımız (Kuran ve Ehl-i Beyt) limanların, bize nasıl bir merhamet ve şefkatle bağrını açtığını, ruhumuzun derinliklerine kadar hissedelim!

Hissedelim ki İslam’a hizmet ettiğini sanıp, ancak aksi hareket eden, kendilerini Âlim ve aydın sanıp Velayet-i Fakihi kabul etmek istemeyenlerin kumpasına düşmeyelim.

Devam edecek…

Muhammed CAN

 

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM