Ayrıca ve asıl olarak şunu belirtmiş olalım ki, İslâmî
değerlerle mütenasip bir siyasi yapının teşekkülü ilâhî bir vecibe olarak
Müslüman halkımızın uhdesine tevdi edilmiş bir sorumluluktur ve bu imâna
taallûk etmektedir. "Yeryüzünde adaleti kaim kılmanız için Kûr'ân'ı ve
mizanı indirdik." (Hadid: 25) "Yönetim hususunda seni hukuk düzeni
üzerine görevli kıldık. Sen o şeriata (hukuka) uy, bilmeyenlerin
hevalarına/arzularına uyma." (Casiye: 18) "Aralarında Allah'ın
indirdiğiyle hükmet, onların arzularına uyma ve seni Allah'ın indirdiği hukuk
normlarını ihlâle sevk etmelerinden sakın." (Mâide: 49) Allah Teâlâ'nın bu
emirleri "İslâm"ı bir devlet mekanizması, bir kamu düzeni adına
"müesses nizam" hâline getirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Bu yüzden, bu amaç uğruna çalışıp çabalamak imânî bir
görevdir.
Hatırlayalım, Merhum Erbakan Hocamız bu sorumluluk
bilinciyle siyasî hayata adım atmıştı ve diyordu ki: "Hangi cemaatten,
hangi tarikattan, hangi mezhepten olursan ol, eğer İslâm'ın hâkimiyeti için
mücadele etmiyorsan beş para etmezsin." diyordu. Bazen bunu "Adil
Düzen" ve "İslâm Birliği" metaforu ile ifade etmekteydi. Daha
henüz yolun başında Milli Nizam Partisi'nin kuruluş tüzüğünde de benzeri amaç
ve hedefler dile getirilmekteydi. "Tek yol İslâm" sloganından da
kastı buydu. Nitekim kapatılan bütün partilerin kapatılma gerekçesi olarak
"İslâmî bir düzene temayül ve özlem duyulması" gösteriliyordu.
Başımızdaki rejim öylesine ceberut, öylesine despot,
öylesine anzavur ki, Müslüman halkımızın inanç değerlerine tahammülü yok. Tam
bir istibdat yönetimi. Maatteessüf ki, kurucu irade laiklik adına öyle
buyurmuş. İslâmî yasalara mütenasip bir yönetim anlayışına asla razı değiller.
Utanmadan, sıkılmadan bunun adına "halkın kendi iradesiyle kendi yönetim
şeklini belirleyip, kendi kendini yönettiği demokrasi" diyorlar. Demek ki,
adına "demokrasi" dedikleri sadece göz boyama ve aldatmaca imiş.
Yıllar öncesinde bir televizyon programında Merhum Erbakan Hocamız, "Eğer
halkın iradesi söz konusu ise, eğer seçimle halkın iradesine müracaat edilmiş
oluyorsa, şu hâlde size bir teklifim var: Her partinin programı/tüzüğü
'Anayasa' niteliğinde olsun ve halkın seçtiği parti iktidara geldiğinde halkı
kendi tüzüğü, kendi programı ile yönetsin." Elbette bu teklif kabul
görmedi. Çünkü devlet ideolojik olarak laiklik adına her türlü dinî değeri
reddetmektedir. Kısacası laik devlet refleksi böyle olunca sonuç itibarıyla, bu
şartlar altında "yönetim şeklini seçme" hakkı seçmene (halkımıza)
verilmemektedir. Az önce ifade ettiğimiz gibi ceberut, despot ve anzavur kavramlarından
kastımız budur. Halkımızın büyük kesimi olayın bu yönünden haberdar değil.
Rejim böylesi bir müdahil refleksle hukukun üstünlüğü prensibini ihlâl
etmektedir ve halkın iradesini hiçe saymaktadır. Bu acı gerçeğe rağmen meseleye
vukufiyeti olan halkımızın bir kesimi kendilerine yakın gördüğü partiye kerhen
oy vermektedir.
"Kerhen" diyoruz, çünkü hukukun üstünlüğü
prensibini esas almayan, insan temel hak ve özgürlüklerini ihlâl eden rejimler
despotiktir, meşru değillerdir, illegaldirler. Şunu da bilmiş olalım ki, kurucu
irade Müslüman halkımız adına yönetim şeklini belirlerken daha işin başında
İslâm'a/aidiyet değerlerimize mütenasip bir şekilde "dizayn" işine
girişeceğine "muasır medeniyetler seviyesi" (çağdaş uygarlık düzeyi) adına
Batı'yı kıble edinmesi, Batı değerlerini esas alması eksen kaymasından ve hedef
sapmasından başka bir şey değildi. Zira Müslüman bir toplum adına yapılması
gereken bu değildi.
Halkımız adına asıl yapılması gereken, yüce dinimiz İslâm'ın
hukuk sistemine taalluk eden prensiplerin (ilke ve kuralların)
"belirleyici ve yönlendirici faktör olarak" müesses bir nizam hâline
getirilmesiydi. Şimdi bugünlerde (olayın bir yönüyle), ceberut sistemin bekâsı
için insanlarımız referanduma, yani sandık başına davet edilmektedir. Neden
bekâ? Çünkü partiler istibdat rejimini kamufle eden emniyet ventilidir. Elbette
bu oyunu bozmak için siyaset sahnesine çıkan merhum Erbakan Hocamız kırk küsur
yıl bu işin mücadelesini verdi. Ceberut rejim Hocamızın başına ne gaileler
açtı. İslâmî söylemlerinden dolayı, "laiklik ihlâl ediliyor"
gerekçesiyle dört kez partisi kapatıldı; o ise beşinci partiyi kurdu. Kurucu
iradeyi (Kemalizmi) temsil eden ceberut anzavurlar en son 28 Şubat Darbesi'ni
yaparak Sincan sokaklarına tankları indirmişlerdi ve "gerekirse silah
kullanırız" diyecek kadar gözleri dönmüştü...
Oysa Merhum Erbakan Hocamız "Huzur, barış ve kardeşlik
İslâm'dadır" diyerek kırk küsur yıllık siyasî hayatı boyunca verdiği mücadelede
ve kullandığı demeçlerde hep merhamet ve ilâhî adaletten söz etmişti. "Adil
Düzen" sloganından da kastı buydu. Başbakan olduğunda ise Allah Teâlâ'nın
emri olan İslâm Birliği'ni (D-8 projesi ile) tesise koyulmuştu. Öte yandan
uyguladığı ve adına "havuz sistemi" ve "denk bütçe" dediği
ekonomi politikalarıyla Cumhuriyet tarihinde ilk defa bütçe açık vermemişti.
Hocamız, Allah Resulü'nün, "ayaklarımın altındadır" dediği ve ayetle
sabit olduğu üzere "Allah'a ve Resulü'ne savaş açmak" (Bakara: 279)
anlamına gelen faize bizzat kendisi savaş açmış ve kapitalizmin bir sömürü
düzeni olduğunu serâhaten dile getirmekteydi. Bu sömürü düzenin devamından yana
olan iflâh olmaz kalpazan güruh ise, "Erbakan Kemalizm'in altını
oyuyor" deyip duruyordu. Kemalizm onların tapındığı puttan, mabetten başka
bir şey değildir. Dinî yasaları yürürlükten kaldırdıkları günleri bayram ilân
ederek yıl dönümlerinde Apollon Hephaistos Tapınağı'nın kopyası olan maşatlığa
gidip biat ve imân tazelemektedirler. Zaten kendisi sağlığında, "Gaipten
ve gökten indiği sanılan dogmalarla bu ülke yönetilmez" demiyor muydu? Nitekim
bu işi laiklik adına kurala bağlayıp rejimin temel değişmezi hâline getirmemiş
miydi? Laiklik, yani dinî değerleri reddeden ilke, TC Anayasası'na
"değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez" bir madde
olarak yerleştirilmişti. Tiranlık, Allah Teâlâ'ya savaş açmak, dinî kuralları
yönetimden uzak tutmak bunu gerektiriyordu! Şimdi bu ceberut/tepeden inme
yaklaşıma istinaden bir takım mütedeyyin insanlarımız referanduma gitmekten, oy
kullanmaktan içtinap etmektedirler. Bir sınıf insanlarımız ise despot rejimin
altını oymak adına "kol kırılır yen içinde kalır" diyerek kendilerine
yakın hissettikleri partilere kerhen oy vermektedirler. Bunlar, "Evet bu
işte vebâl var, bu işte ödün vermek var, bu işte günaha girmek var ama Rabbimiz
bizim niyetimizi biliyor, İslâm adına bir şeyler yapmak için en azından meydanı
bu zalimlere boş bırakmayalım" diyorlar. Vesselâm...