İsrail’in uğursuz varlığı, Filistin halkına yönelik soykırım
ve onları evlerinden barklarından sürüp vatanlarını işgal etmekle geçen 75
yıllık sürede hiçbir dönemde bugünkü kadar kırılgan olmamıştı.
Batı sulta sistemi de Batı Asya bölgesinde bugünkü kadar
ciddi bir direnişle karşılaşmamıştı. ABD ve bölgedeki müttefikleri sahip
oldukları üstün silah ve mali güce dayanarak Irak, Suriye ve Yemen’de son yirmi
yıldan beri işgal ve katliamlarını yer yer sürdürseler de son yıllarda Direniş
Ekseni tarafından gözle görülür bir şekilde geri adım atmaya zorlanmıştır.
Genelde Batı emperyalizmi özelde ABD ve İsrail
sıkıştıklarında teröre başvurmaktadır. Bölgedeki terörün kaynağı hiç kuşkusuz
ABD’dir. İslam İnkılabının İran’da zafere ulaştığı 1979 tarihinden beri bölgede
kurulan terör örgütlerinin arkasında hep ABD ve müttefikleri olmuştur. Halkın
Mücahitlerinden PEJAK’a, El Kaide’den IŞİD ve Nusra gibi tekfirci terör
örgütlerine kadar onlarca terör örgütünü kuran, silahlandıran ve bölgede on
binlerce masum insanı öldürten hep ABD ve bölgedeki müttefikleri olmuştur. Bu
gizli saklı bir iddia da değil, bizzat Amerikan başkanları, bakanları ve
askeri-istihbarat üst düzey yetkili makamlarınca da alenen itiraf edilmiştir.
İster İsrail ister IŞİD tarafından olsun son günlerde
Suriye, Lübnan ve İran’da düzenlenen terör saldırılarını Amerikan-Batı yapımı
terör örgütleri yapmışlardır. Çünkü savaş meydanındaki zaaflarını,
yenilgilerini terör, soykırımı ve korku ortamı yaratmakla telafi edeceklerini
hesaplıyorlar. Gazze’deki soykırım başta olmak üzere Lübnan, Suriye, Irak ve
İran’daki son terör eylemleri hep aynı amaca yöneliktir. Bu yanlış hesaplar
geçmişte olduğu gibi bundan sonra da tutmayacaktır.
Artık korkutma, tehdit ve vurup kendini güvene alma dönemi
bitmiştir. Bölgede Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen’e kadar yayılmış
İran merkezli Direniş Cephesi emperyalist güçlerin oyununu bozmaya başlamıştır
ve bunun geri dönüş de olmayacaktır.
Batı bloku, bölgedeki müttefikleri ve kukla rejimler için
kendilerini güvende hissetme dönemi artık geride kalmış bulunuyor. Bab’ul
Mendeb Boğazı, Kızıldeniz, Umman Denizi, Fars Körfezi, Hürmüz Boğazı ve
okyanuslar ya herkese güvenli olacak ya da hiç kimseye. Hürmüz’e iki bin Km ve
Bab’ul Mendeb’e üç bin Km ötede Maldiv Adaları kıyısında İsrail bağlantılı yük
gemisinin vurulması bunun en açık kanıtıdır.
Bu da Direniş Cephesinin yukarıda adını saydığımız Batı Asya
ülkeleri ile sınırlı olmadığının ve her geçen gün doğudan batıya daha da
genişlediğinin müjdecisidir.
Direniş Cephesi bileşenlerinin ilan edilmemiş bir koordine
içerisinde hareket ettikleri artık inkâr edilemez bir gerçektir. Silahlarını
genellikle İran’dan temin ettikleri ve İran’dan ilham aldıkları da gizli
değildir. Ama bu onların İran’dan emir aldıkları anlamına gelmez. Düşmanını
tanıma ve mücadele yöntemleri belirleme olgunluğuna erişmiş Direniş Cephesi
bileşenleri kendi ülkelerini, haklarını savunmak için gerekli strateji ve taktikler
geliştirme yeteneğine fazlasıyla sahiptirler.
Direniş Cephesi bileşenlerinin her biri bağımsız birer güç
olmanın yanı sıra bir tek vücut gibidirler, vücudun bir yerine darbe geldiğinde
öteki organların da acı hissetmesi misali zamanında tepki vermeleri
gerektiğinin şuur ve idrakindedirler.
Bunun için her olay karşısında bir araya toplanmalarına, ortak karar
almalarına da gerek yoktur, her biri görevinin bilincindedir. Yemen yasal
hükümetinin -sulta sistemi tarafından kabul görmese de- Bab’ul Mendeb boğazı ve
Kızıldeniz’de düşmana ait gemilerin geçişini engellemesi için veya Hizbullah’ın
düzenlediği saldırılarla İsrail’in işgali altındaki yüze yakın yerleşim merkezini
boşaltmaya mecbur bırakması, işgalci rejim ordusunu Kuzey’e çekerek
yüzlercesini öldürüp yaralaması ve askeri üslerini tahrip etmesi için öteki
bileşenlerle koordineli olması gerekmez. Direniş Cephesi bileşenleri arasındaki
koordinasyon doğaldır, aynı inançtan, aynı motivasyondan kaynaklanıyor.
Ve işte Batı sulta sistemini korkutan da budur. İsrail’in
varlığını korumak için her cinayete göz yuman ve destekleyen ABD’nin savaşın
yayılmasını önlemek için çırpınıp durması da Direniş Cephesi’nden korktuğu
içindir. Savaşın yayılması demek ABD’nin uzun sürede bölgeyi terk etmesi,
bölgenin enerji kaynakları ve intikal yollarından mahrum kalması demektir.
Artık silah gücüyle Direniş Cephesini korkutmak, yıldırmak ve yenilgiye
uğratmak döneminin sona erdiğini anlamış olarak mevcut durumu korumaya
çalışmaktadır. Bunda da başarılı olamayacakları kesindir.
Direniş Cephesinin bu örnek duruşundan ilham alacak bölgenin
diğer Müslüman halkları da er veya geç kendilerine tahakküm eden rejimleri Batı
sultasına karşı uyaracak, baskılayacak ve aksi takdirde İslam dünyasında yeni
direniş grupları oluşacaktır. Çünkü Müslüman halklar hangi görüş ve eğilimde
olurlarsa olsunlar Batı karşısında daha fazla eziklik duymak, küçümsenmek,
sömürülmek istemiyor, layık olduğu izzete, baş yüceliğine kavuşmak istiyor. Bu
istem ve irade karşısında hiçbir rejim duramaz ve duramayacaktır.
Ziya Türkyılmaz