2010’un sonlarında, iş bulamadığı için seyyar satıcılık
yapmak zorunda kalan genç bir bilgisayar mühendisinin Tunus’ta intihar eylemi
yapmasıyla başlayan ve “Arap Baharı” olarak bilinen isyan dalgası; Tunus’tan
sonra, Mısır, Libya ve Yemen’e de sıçrayıp iktidar değiştirici bir rol
oynamıştır. İç dinamikleri tetiklenen Yemen’de hızlı gelişen kaos sürecinde,
Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, 33 yıllık iktidarını koruyamayacağını
anlayınca, emperyalizmin isteklerine boyun eğdi. Salih, ABD’nin
direktifiyle Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin hazırladığı bir geçiş
planını, 23 Kasım 2011’de imzalayarak; Suudi Kralı Abdullah’ın da yer aldığı
bir tören ile devlet başkanlığını, Mansur el-Hadi’ye devretti.
Emperyalizmin kontrolündeki Hadi, oldubittiyle yönetimi ele
geçirirken, 2012 başlarında, Yemen’in karşı kıyısındaki Eritre’ye ait Dahlak
Takımadaları ile Massawa’da İsrail askerî üslerinin kurulması dikkat çekti.
Aynı yıl, İsrail’in yine Eritre’deki Amba Sawara Dağı’na bir istihbarat tesisi
kurması da Yemen’in geleceği açısından hayra alamet değildi.
Yemen’deki hukukçulardan oluşan “Ulusal Diyalog Kongresi”, 2
yıllık bir çalışmanın sonrasında, 2014’te, ülkenin 6 federatif bölgeye
bölünmesini öneren bir anayasa taslağını taraflara sundu. Dayatılan anayasa
taslağı, eşit ve adil bir paylaşımı içermeyip ülkeyi zengin ve fakir olarak
böldüğü gerekçesiyle, Husiler ve Güney Yemenlilerce reddedildi. Özetle; Husiler
denizden, Güney Yemenliler ise doğal kaynaklardan uzaklaştırılmayı kabul
etmediklerinden iç savaş yeniden başlamış oldu. 2014 Eylülü’nde Husiler, geçmişte
mücadele ettikleri eski devlet başkanı Salih ile ittifak yaparak Batı’nın meşru
gördüğü Hadi Hükûmeti’ne karşı askerî harekâta başladılar. Ocak 2015’te,
başkent Sanaa başta olmak üzere Yemen’in batısındaki stratejik yerler,
Husilerin eline geçmişti.
KÖRFEZ ÜLKELERİNİN MEZHEPÇİLİĞİ, EMPERYALİZME HİZMETTİR
Suudi Arabistan, Babelmandeb Boğazı’nın doğu kıyılarının,
Husilerin, yani Şiilerin eline geçmesinden tedirgin oldu. Emperyalizmin Orta
Doğu’nun tüm jeopolitik gücünü emdiğini görmekte zorlanan Suudi Arabistan;
Lübnan, Suriye, Irak, İran ve Yemen Şiilerinin (“Şii Hilali”) birleşip Sünni
Körfez ülkelerini işgal edeceğine kendini inandırmış bir devlettir. Bir dönem
Türkiye’yi de ağına alan “mezhepçi” politikaların, Yemen örneğinden de
anlaşılacağı üzere, emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmekten başka sonuçları
olmamıştır. Nitekim, Ocak 2015 sonunda Suudi Arabistan, Yemen’e müdahale
edebileceğini açıkladı. 23 Ocak 2015’te Savunma Bakanı ve Yardımcı Veliaht
Prensi (2 yıl sonra da Veliaht Prens) olan Muhammed bin Selman’ın, -ABD’nin
gazına gelip- Suudi Arabistan’ı Yemen’e müdahale zeminine taşıyan bir aktör
olduğunu söylemeliyiz.
Husilerin yakalayıp ev hapsinde tuttuğu Hadi, Şubat 2015’te
bir şekilde kaçmayı başardı ve Mart 2015 başında Aden’i geçici başkent ilan
etti. Fakat, Hadi kuvvetleri, Husilerin Taiz’e ilerleyişini durduramadığı gibi,
El-Anad’da bulunan ABD Askerî Hava Üssü de Husilerin eline geçti. Mart 2015
ortalarında Riyad’a kaçan Hadi, BM’den yardım istedi. Körfez Ülkeleri İşbirliği
Konseyi’ni acil olarak Riyad’da toplayan Suudi Arabistan, BM Güvenlik
Konseyi’nden istediği Yemen’e askerî müdahale iznini kısa sürede aldı. Suudi
Arabistan’ın başını çektiği, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Ürdün, Mısır, Sudan, Fas
ve Senegal’in oluşturduğu, ABD destekli bir savaş koalisyonu, 26 Mart 2015’te
Yemen topraklarında “Asifetul Hazm (Decisive Storm/Kararlılık Fırtınası)”
isimli bir harekâta başladı.
TÜRKİYE 2015’TE, YEMEN’DE, EMPERYALİZMDEN YANAYDI!
Mezhepçi yaklaşım yerine, gerçekçi jeopolitik
değerlendirmeler yapabildiğinden Umman, saldırı koalisyonuna katılmayan tek
Körfez ülkesi oldu. Harekât başladığı sırada Riyad’da bulunan Pakistan
Başbakanı Navaz Şerif, harekâtı desteklediğini açıklamışsa da; daha sonra,
Pakistan’ın askerî bir destek vermeyeceğini açıkladı. ABD, “Kararlılık
Fırtınası” Harekâtı’na güçlü bir lojistik destek sağlarken; Türkiye, İngiltere
ve Fransa da bu harekâtı Yemen’in geleceği için olumlu gördüklerinden
onayladıklarını beyan ettiler. Gördüğünüz üzere Türkiye, Mart 2015’te
emperyalizmin Yemen’de başlattığı Vekalet Savaşı’nda emperyalizmden yana tutum
aldı. Rusya, yaşananlardan kaygılı olduğunu ifade ederken, “harekâtın bölgedeki
çatışmaların artmasına yol açacağını” söyleyen İran, politik çözüm önerileri
sundu. Suriye ve Lübnan ise, harekâtı işgal olarak niteledi.
Maksadının “Husileri ‘Ulusal Diyalog’ masasına geri dönmeye
zorlamak” olduğu iddia edilen “Kararlılık Fırtınası” adlı bu vekâlet
harekâtına; 100’ü Suudi Arabistan, 30’u BAE, 15’i Bahreyn, 15’i Kuveyt, 10’u
Katar, 6’sı Ürdün, 6’sı Fas ve 3’ü Sudan’a ait olmak üzere toplam 185 savaş
uçağı; 150.000 Suudi askeri; ve Mısır’dan 4 savaş gemisi katıldı. 29 gün süren
“Kararlılık Fırtınası” Harekâtı’nda Savaş Koalisyonu, Husi kontrolündeki
havaalanlarına yoğun stratejik hava taarruzları yapıp limanlarını denizden ablukaya
aldı. Koalisyon hava saldırıları, çok sayıda sivil hedefi de vurdu ve büyük
miktarda sivil kayıplar yaşandı. Bu durum, Yemen iç savaşının, savaş koalisyonu
ülkelerine taşmasını garantilemişti. Dahası, Yemen’e uygulanan uzun süreli
deniz ve hava ablukası, -İran’ın gayretleri hariç- Yemen’e ulaştırılmaya
çalışılan insani yardımları engellediğinden büyük bir gıda krizine ve açlığa
yol açtı. “Kararlılık Fırtınası” Harekâtı sürecinde ve daha sonrasında İran,
vurulma riskini göze alarak ve Batı kamuoyunun “İran, Yemen’e silah taşıyor!”
iddialarına kulak tıkayarak Husilere, havadan ve denizden gıda ve sağlık
malzemeleri taşıdı. Bu yönüyle İran, Asya’nın “yüz akı”dır.
ABD’NİN ÇIKARLARI İÇİN İNTİHAR GÖREVİ ALAN ASYALI
VEKİLLER
22 Nisan 2015’te, Savaş Koalisyonu’nun sözcüsü Tuğgeneral
Ahmed Asiri, başta balistik füzeleri olmak üzere Husilerin askerî
yeteneklerinin yok edildiğini, Husilerin ağır darbe aldığını ve “Kararlılık
Fırtınası” Harekâtı’nın başarıyla sona erdiğini duyurdu. Tuğgeneral Asiri,
sözlerinin devamında “Husi tehditlerine yanıt vermeye devam edileceği”ni
açıklarken, Hadi yönetimine meşruluk sağlamak amacıyla, “Renewal of Hope
Operation (Umudun Yeniden Tesisi)” adıyla yeni bir harekâtın başladığını
bildirdi. Gerçekte, Husilerin elindeki füzeler yok edilememişti ve
başarısızlığın farkında olan çoğu koalisyon devleti, harekâta son vermek
istiyordu. “Umudun Yeniden Tesisi” adıyla 22 Nisan 2015’te başlatılan yeni
vekâlet harekâtı ise, bir iç savaş ile baş etmeye çalışan, deniz ve hava
kuvveti bulunmayan Husilerin, emperyalizmin çıkarları için savaşmaya gönüllü
olan Suudi Arabistan ve BAE ile “ölümüne mücadeleye girdiği” uzun süreli bir
savaşa dönüştü. Yemen’de her yıl yüz binlerce çocuk açlıktan ölürken; Suudi
Arabistan, ABD’nin hatırına yıllık 25 milyar dolarlık savaş bütçesi ayırmak ve
topraklarına düşen sayısız Husi füzesine katlanmak zorunda kaldı. Önümüzdeki
hafta, ABD’nin vekilliğini yapan Suudi Arabistan ile BAE’nin 8 yıllık bir
Vekalet Savaşı’nda nasıl tükendiklerini anlatacağım.
Geçtiğimiz hafta, TBMM’de yapılan “İsveç’in NATO’ya
alınması” oylamasında, Asya’da ABD çıkarları için ölmeye hazır, -Suudi
Arabistan ve BAE gibi-, “adı Türkiye olan” başka bir Asyalı vekil ülkenin daha
varlığı tescillenmiş oldu. Türk milleti, ABD’nin çıkarları için intihar edecek
bir millet değildir ve ilk seçimlerde, “NATO’ya ve ABD’ye evetçi”
milletvekillerini sırtından atacağına inanıyorum.