Kaç gündür Filistin’deki savaş devam ederken; elime ne zaman
kalem alsam ‘Konuşması gerekenler zaten konuşuyor, en etkili ve masumene bir
dille...’ düşüncesi aklımdan geçiyor; kalemi tekrar yere bırakıyorum.
Konuşmak zor bir eylemdir; Allah’ın peygamberlere taksim
ettiği bir görevdir. Allah’ın Resulüne oku emrini birçok kişi ilim öğrenmenin
ne kadar önemli olduğuna tefsir etse de; aslında Allah Resulüne sen oku, aleme
bizim adımızla konuş diye emretmektedir. Yani biz sana izin verdik, sen bizim
tebliğimizi iletebilecek temizliktesin...
Bizim gibiler ise yazdığında; ilk bu soruyu soruyor kendine;
Ya ben? Konuşmayı kimin izniyle gerçekleştiriyorum? Ben bu görevi liyakatiyle
yerine getirebilecek temizlikte miyim? Bir basiretsizliğin temeline neden
olabilecek günahlarım; başkalarını da sıratıl mustakimden uzaklaştırma
merhalesine dönüşebilir mi?
Özellikle bazı konuların toplumsal konular olması, onları
kendi hayatınızdan örnekler vererek işlemenize ya da toplumdaki sapmaları başka
örneklerle işlemeniz yolunu gerektirmektedir ki; bu bir ayetin ya da hadisin
manalarının beyanı gibi değildir ya da siyasi konular gibi sadece ilahi
düşünceyi tahlil etmek gibi bir olay değildir...
Hz Fatıma sa.’ın hayatına baktığımızda bir hadise dikkat
çekici hadiselerden birisidir. Evine gelen
misafiri hatta çocuğunu sadece hz Ali as.’ın izni olduğu takdirde içeri
almaktadır. Bu bazılarına oterite hz Aliydi, o yüzden onun iznini almaktaydı
şeklinde bir intiba uyandırsa da; ev hali müşterek bir paylaşımdır, insan kime
neyi ne kadar açacağının sınırlarını bilmelidir. Bu yüzdendir ki; bazı islam
büyükleri kendilerine gelen ani bir misafirlik teklifini kabul etmemekteydiler.
Mesela hatırladığım kadarıyla söyleşiler kitabında da; henry Corbin Allame
Tabatabai ile randevusuz bir görüşme gerçekleştirmek istediğinde bunu Allame
Tabatabai de kabul etmiyor... Bu ev mahramiyetinin eşlerin birbirlerinin izni
olmaksızın başkalarına açılmaması ve bu prensibin islami olduğunu bize beyan
etmektedir.
Velayetle çocuk eğitmek konusu; ev mahramiyetini başkalarına
açmayı gerektirdiğinden bunun sınırını ayarlamanın zorluğundan dolayıdır ki;
islamda çocuk eğitimi islam alimlerinin masumlardan sonra çok etkin
olamadıkları bir alana dönüştü...
Ve gerek Mehdeviyet konusu ve gerekse çocuk eğitimi konusu
sınırları olmayan konulardır ki; direkt velayetle çocuk yetiştirmenin en temel
esaslarından birisi mahremiyettir diye konuya başlasaydım; bunu örneklemeler
olmadan izah etmek mümkün olmayacaktı. Özellikle ne zaman bu konu gündeme
gelse; bazılarının onlar iranlı diye tepki verdiğine şahit olduğumuz anlar
oluyor ki; islamın hala kültürlerle iç içe olması bazı sınırların en aydın
kimseler için bile gerektiği gibi tanınmamasını beraberinde getirmektedir.
Velayetle çocuk yetiştirmek konusu o kadar karmaşık bir
konudur ki; insan ilk önce İmam Mehdiyi mi tanımalıdır, kendisini ya da
çocuğunu mu tanımalıdır yoksa bunlar birbirinden bağımsız olgular değildir
birlikte mi ele alınmalıdır? Ya da her konuda bir açıklayıcıya ihtiyaç duymakta
mıyız, Allah’ın insanın fiillerini serbest bıraktığı alanlarda var mıdır?
İmam Mehdi’nin zuhur alametlerinden olan bir rivayette; İmam
af’ın yarenlerinin bulutlar üzerinde ona doğru yolculuk edecekleri yazar. Bu
zahiren gerçekleşecek mi bilmiyorum ama çocuk yetiştirenler ilk çocuğuyla diğerlerindeki yöntem farklılıklarına,
ettikleri hatalara baktıkların da değil başka insanlara, kendilerine bile o
kadar zirveden baktıkları noktalar oluyor ki; ben İmam as.’ın askerleri için
beyan edien bu rivayetin onların uzak görüşlülüğünü beyan etmek için olduğunu
düşünüyorum. Kendisini, çocuğunu, toplumunu çağının muzdarip olduğu
hastalıklardan uzak, semavi olacak şekilde yetiştirebilmek. Bu Velayetle çocuk
yetiştirmenin en ileri hedefidir...
Bu önemli bir hedeftir; peki yetiştirdiğimiz çocuklar
salihlerden olmazsa bu çocuk eğitiminde başarısız olduğumuzu mu gösterir? Ya da
olmazsa olmaz bir konuysa; bazıları istedikleri halde çocukları olmuyor, bu
onların eksikliklerini mi gösteriyor?
Hayır; imam ümmet olmadığında, ümmet ona biat etmediğinde de
imamdı... Önemli olan bu amelin insanın kendisini de olsa bir yerlere
getirmesidir. Sizde değişim gerçekleştirdi mi? Siz imanınızı, amellerinizi,
amillerinizi bir değişime uğratabildiniz mi?
Mesela insanın ilk çocuğu olduğunda, bir an önce büyüsün
istiyor. Ama yaşınız ilerlediğinde; bazı zamanları durdurmak, bir daha
yaşamayacağınızı bildiğiniz için tadını çıkarmayı öğreniyorsunuz. Ya da insan
ilk çocuğu olduğunda; çocuk ağladığında sussun ister. Bunun altında yatan
nedenleri görmek önemlidir bir anne baba için... Başkaları beni tecrübesiz
görücek o yüzden mi rahatsız oluyorum yoksa ona canım mı acıyor, merhamet
duygumdan dolayı mı sadece rahatsız oluyorum? Bazen o ilk çocukta çaresiz
hissettiğiniz halleri; ‘Allah ben elimden geleni yapıyorum, sen de bu halimi
çabamı görüyorsun ve bu sadece sen bunu istediğin için oluyor.’ der, o anı, o
teslimiyet duygusunu, sizin için başka zorluklarda da ışık olmak üzere derin bir solumak
istersiniz...
Ramazan bayramında; bazı alimler beyan ettikleri
açıklamalarda şu noktalara dikkatleri çektiler. Bayram Allaha kulluğa
başladığımız bir günde, ramazanın başladığı günde kutlanmıyor. Bir takım
ameller sunduğumuzda, sevaplarını elde etmek üzere onu Allah dergahına saygıyla
sunduğumuzda yani semerelerini elde ettiğimiz gün kutluyoruz. Birçoğumuz oruç
tuttuk, kaçımız diyebildik Gazzelinin asıl sorunu açlık değil, insanların aç
kalmasından ehemmiyetli sorunları var. Kendilerini hala duayla, şükürle Allaha
yönelterek Allah’ın kulu olduklarına inanacak gücü kendilerinde bulabilmeleri
veya tüm İslam Alemi onları sadece seyrederken; hala bir sahiplerinin olduğunu,
değerli olduklarını hissederek kulluk bilinçlerini koruyabilmeleri...
Çocuk Terbiyesinde de, insanın kendi kulluk bilincini
korumasında da en girif noktalardan birisi; insanın kendisini değerli
hissetmesidir. Insan dua etmek istediğinde de; bir ses ona der ki sen kimsin ya
Filistin için dua ediyorsun, bırak Filistinliler kendileri için dua etsin,
bırak İmam Mehdi kendi temiz diliyle kendi zuhuru için dua etsin... Allah sen
beni seviyorsun, benim seninle muhabbet etmemi istiyorsun; yoksa ben istemeden
de herseyi benim için verirdin duygusunu değil bir yetişkin, bir çocuk da
hissetmeli. İşledeğimiz günahlar şehid Mutaharri’nin deyimiyle; kendimizi
günahkar, değersiz hissettirir; bu duygu büyüdükçe bu büyük bir tehlikeye
dönüşür; zira en büyük günah olan Ümıtsizlik kapılarını açar.
Bizler de masumlar gibi değiliz, kendimizin de günah
işlediği, çocuğumuzun da kendisini bu duyguyla tanışmasına sebep olduğumuz
tenbihlerimiz, azarlamalarımızın olması belki de birçoğumuz için
kaçamayacağımız şeylerdir. Ama bu günahlar, bu azarlamalar kerimliğimizden
birşey almamalı...Ramazanın kerim olması da demek bu, yoksa bizi masum kılması
demek değil, Allah’ın dergahına yönelecek hali bizden almaması. Allah ben günah
elbisesini giydim ama sen bana başka yerlerde tövbe ve takva elbiselerini
giydirdin diyebilecek şekilde ümit sahibi olmalıdır kul. Annem. Babam bana şimdi kızdı ama aslında beni seviyorlar,
diyebilmelidir bir çocuk...
Ziyareti Aşura’da ‘Annem Babam sana feda olsun...’ der.
Günümüz toplumunda birçok anne baba var ki; dindar oldukları halde çocuklarını
öyle çıkmazlara sokarlar ki; değil ahiret de bu dünyada pişmanlık içinde
olmaları gerekir. Çocuğum ilk önce okusun, bir mesleği olsun, yavrum çocuk büyütmek
çok zor bir görev; sen bir tane iki tane yap yeter.... Bir çocuk neyin
öncelikli hedef olduğunu ölçüp tartabilecek kadar güçlü bir akıla sahip
olamayabilir ama bir anne baba ‘Ben çocuğum okusun, mutlaka çalışmalıdır vs. ‘
istekleriyle nelerden mahrum ediyor çocuğunu bunun hesap kitabını
yapabilmelidir.Bir anne baba neyi elden vererek, çocuğu neden mahrum ediyor;
bunun ticaretini yapabilecek olgunlukta olmalıdır. Zira bu kuranın bize
emrettiği en önemli emirlerdendir; ’ Fakat ne bu ticaretlerinden bir kazanç
sağlamışlar, ne de amaçlarına ulaşabilmişlerdir.’ Bakara 16
Selam olsun anneliği peygamber mesleği olarak varis
alanlara! Selam olsun ümmete annesiz büyüdükleri halde anneden de yakın olan
bir mevzi; mevla olmayı başaranlara...