7 Ekim Aksa Tufanı’ndan bu yana Filistin ve bölge için nihai
çıkarımlarda bulunmanın zorluğunu teslim ederek geçici bazı tespitlerde
bulunabiliriz. Çünkü süreç noktalanmadı. Kimse kendisi için bir Z raporu
çıkaracak durumda değil. Gazze’de soykırım operasyonu devam ederken Lübnan
perdesi açıldı ve burası İran’ı hedefe koyan daha büyük bir savaşın ön
cephesine dönüştürüldü. İran yolunda Suriye ve Irak da var. Tehlikeli gidişatın
sonunda Direniş Ekseni’nin çöküşünü mü yoksa Orta Doğu’da ‘Siyonist Projesi’nin
çözülmesini mi konuşuyor olacağız?
7 Ekim 2023'te Hamas’ın hesabı neydi? Birincil amaç Gazze’yi
boğan, işgal altındaki Batı Şeria’yı kemiren ve Filistin davasının tabutuna
çivi çakan statükoyu parçalamak ya da sarsmaktı. Bu statüko Gazze’yi açık
hapishaneye çeviren kuşatmayı, Batı Şeria’da yerleşimci terörü ve genişleyen
işgali, Doğu Kudüs’te mülk ve toprak gaspı, Mescid-i Aksa’ya karşı saldırılar
ve Filistinli tutsakların durumunu içeriyor. Bir de Abraham Anlaşmaları ile
başlayan Arap-İsrail normalleşmesiyle Filistin davasının tabutuna çivi çakan
yeni süreci baltalamak vardı. 7 Ekim’in öncesinde Suudi Arabistan da yeni
silahlar, nükleer teknoloji ve kapsamlı savunma taahhütlerine mukabil İsrail’i
tanımanın eşiğine gelmişti. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın
“Filistin umurumda değil” dediğini de öğreniyoruz. Suudi Arabistan da
Filistin’e desteğinin ne olduğunu 7 Ekim’in yıl dönümünde “Gazze’de sivil yok”
diyen İsrail Cumhurbaşkanı İzak Herzog’u Al Arabiya televizyonuna çıkararak
gösterdi.
Erez’deki tugayın çökmesi nedeniyle Aksa Tufanı’nın
planlananın ötesine taşması, hedeflenenden çok kayıp verdirtmesi ve beklenenin
üzerinde rehine alınması İsrail açısından bazı sonuçlara yol açtı:
- Tufan İsrail’in ‘dokunulmazlık’, ‘yenilmezlik’, ‘üstünlük’
ve ‘seçilmişlik’ mitine dayalı kibrine çarptı.
- İleri izleme ve tarama teknolojileriyle donatılmış
güvenlik duvarı aşıldı.
- Tel Aviv’in askeri doktrini hep ‘savaşı İsrail’in dışında
tutmayı’ önerirken çatışma İsrail’in içine taşındı.
- Panik hali İsrail’in sahada nasıl saçmalayabildiğini
gösterdi. Rehineler ya da müzik festivalinden kaçanların olduğu araçlar
hellfire füzeleriyle bombalandı. Top mermileriyle rehinelerin olduğu evler
vuruldu. İsrail kendi karargahını bombaladı. Bütün bu bilanço da Hamas’ın
siciline yazıldı.
- Filistin davasının yok edilemeyeceği gerçeğiyle bir kez
daha yüz yüze kaldı.
SOYKIRIM VE YANSIMALARI
Buna mukabil İsrail yıkılan caydırıcılığını tesis etmek ve
intikam almak için Filistinlilerin önüne bir bedel koydu: Soykırım. Hamas başta
olmak üzere direniş örgütlerinin tamamen bitirilmesi, tünellerin yok edilmesi,
rehinelerin sağ-salim eve döndürülmesi, Gazze’de askeri ve siyasi açıdan yeni
bir gerçeklik yaratılması gibi hedefler konuldu.
İstihbarat Bakanlığı’nın politika belgesine ve siyasilerin
çağrılara yansıyan ucu açık hedefler de vardı: Gazze’nin yeniden işgal
edilmesi, 2005’te çekilen yerleşimcilerin döndürülmesi, Filistinlilerin tamamen
Mısır’a sürülmesi, ardından Batı Şeria’daki işgalin tamamlanması ve buradaki
Filistinlilerin de Ürdün’e süpürülmesi.
Savaş hukukunu paçavraya çeviren, insani hukuku yok sayan,
uluslararası toplumla alay eden, hiçbir ahlaki norm tanımayan gaddar bir
strateji yürütüldü. İsrail en iyi bildiği şeyi yaptı: Katliam, yıkım, yerinden
etme, her bir bireyin tadacağı dehşet, aşağılama, açlığa mahkûmiyet. Motto;
“Gazze’de masum yok, sivil yok, hatta insan bile yok!” Soykırıma eğlence ve
istihza kattılar. Haz duyarak evleri, hastaneleri, üniversiteleri, okulları ve
camileri yıktılar. Bunları kaydedip yayınladılar.
Peki yıkım ve ölümden gayri sonuç? Yerin altını üstüne
getiren ve tünel sistemlerinin önemli bir kısmını havaya uçuran operasyonlara
rağmen Hamas ve diğer direniş örgütleri beyaz bayrak çekmedi. Yoğunluğu düşse
de Han Yunus gibi bölgelerden işgal güçlerine yanıt veriliyor. İnsani
yardımların dağıtılması ve BM’nin aşı faaliyetlerine yardım için ortaya çıkan
insanlar, Hamas hükümetinin de savaş sonrası kontrolü ele alabileceğine işaret
ediyor. Hamas bitirilseydi ateşkes görüşmelerinde muhatap alma gereği de
duymazlardı.
İsrail bir ertesi gün stratejisi ortaya koyamadı. Etkili
Arap aşiretlerinden işbirlikçi yönetim kurma, Birleşik Arap Emirlikleri’nin
öncülüğünde alternatif Arap yönetimi oluşturma gibi fikirler öne sürüldü ama
bir şey çıkmadı.
Ağır kayıplar vermelerine rağmen direniş örgütleri 7 Ekim'in
yıldönümünde olası ateşkesin içermesi gereken koşulları sıralayabilecek bir
bütünlük içinde olduklarını gösterdi. Yinelenen koşullar şunlar:
- Saldırılar durmalı
- İşgal güçleri Gazze'den tamamen çekilmeli
- Sınır kapıları açılmalı ve abluka kalkmalı
- Yeniden imar süreci başlamalı
- Tutsaklar bırakılmalı
İsrail'in bütün meseleyi Hamas’a indirgeyen propagandasına
rağmen Filistinli 13 direniş örgütü hala birlikte hareket ediyor. Hamas, Aksa
Tufanı’nı tek başına düzenlemesine rağmen diğer direniş güçleri de
siperlerinden ayrılmadı. Taleplerdeki ortaklaşma direnişin bütünlüğünü de teyit
ediyor.
Silahlı direniş Oslo Anlaşması ile halledilmiş sayılan Batı
Şeria’da da uç veriyor. Netanyahu da Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü tamamen
İsrail’in içinde gösteren haritalarla sunum yapmaktan kaçınmıyor.
İSRAİL’İN KÜRESEL YERİ: DÜNÜ MUMLA ARAYACAKLAR
Yıkımın ve alev bulutlarının çekiciliği güce tapınanları
tatmin edebilir. Fakat bunun İsrail açısından da sonuçları basit değil:
- İsrail’in meşruiyet sorunu hiçbir döneminde olmadığı kadar
su üstüne çıktı.
- 7 Ekim’de “40 çocuğa tecavüz edildi ve yakıldı” yalanıyla
yakaladığı ivme tersine döndü.
- 7 Ekim’i 11 Eylül gibi bir milat yapma çabasına karşın
Filistin meselesindeki asıl milat insanlığın belleğinden bir kâbus gibi geri
döndü. İsrail’in kuruluş sürecinden bu güne Filistinlilere karşı terör
kampanyaları, katliamlar ve sürgünler yeniden okundu.
- Benyamin Netanyahu’nun dinci-faşist hükümeti İsrail’i
Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırımdan
yargılanan sanık sandalyesine oturtmayı başardı.
- Filistin davası güncellendi. Hiçbir geleceği olmasa da iki
devletli çözüm planı siyasi platformlara geri döndü.
- Avrupa hükümetlerinin soykırımı finanse eden ve İsrail’in
dokunulmazlığını temin eden politikalarına rağmen genç kuşaklar Filistin’in
yanında yer aldı.
- İsrail’in onlarca yıldır medya, think tank ve hükümetler
eliyle inşa ettiği mağduriyet ve üstünlük anlatısı yıkıldı.
- Abraham Anlaşmalarını genişletme planları başka baharlara
kaldı.
Zafer, savaşın başında ilan edilmiş hedeflere varılmasıyla
ölçülen bir sonuç. Elbette bilanço çok ağır. 42 bin ölü, 96 bin yaralı, 10 bin
enkaz altında kayıp. Yıkılmış şehirler. Bombalanmış hastaneler, klinikler ve
okullar. Tamamen çökertilmiş su ve elektrik şebekesi. Ve yerinden edilmiş 2
milyon insan. Bütün bunlar ne askeri ne de siyasi zafere tekabül ediyor. On
binlerce ton bomba bırakmak İsrail’i daha güvende kılmıyor. Azgınlaşan
saldırganlığı, İsrail’in aradığı caydırıcılığa yetmiyor.
ULUSLARARASI TOPLUM: ARTIK YOK
Ve ötekiler için sonuçlar…
- ABD soykırımın arkasındaki ana güç kaynağı olmaya devam
ediyor. Sıkı bir Siyonist olduğunu söyleyip duran Başkan Joe Biden; İsrail’in
hizmetkârı, tedarikçisi ve koruyucusu olduğunu ispatladı. Aylarca BM Güvenlik
Konseyi’nde ateşkes çağrısı yapan tasarıları bloke etti. Sonradan BM Güvenlik
Konseyi’nden destek de alan kendi ateşkes önerisine sahip çıkmadı. Halbuki
Hamas bu ateşkesi kabul etmişti. Yan çizen İsrail oldu. Ateşkes müzakerelerinde
izlediği taktikler de oyalayıcıydı. Bu şekilde İsrail’in Philadelphi
Koridoru’na girmek, Netzarim koridorunda kalmak, Hamas liderlerini sürmek ve
rehine takası listesinde isimleri veto etmek gibi yeni koşullar öne sürerek
süreci sabote etmesine ve soykırımı tamamlamasına imkan verdi. ABD, BM Genel
Kurulu’ndaki oylamalarda hepten paryalaştı ama Güvenlik Konseyi’nde İsrail’i
korumaktan vazgeçmedi.
- Demokrasi, temel haklar, özgürlükler ve kurala dayalı
düzen iddiasıyla küresel liderlik taslayan Batı kampının astarı yırtıldı. Pek
çok AB üyesi soykırımı destekleyen, katliamlara bahaneler üreten ve suçluları
masumlaştıran yaklaşımlarıyla kendi değerler setini asit çukuruna boca etti.
Batı üstünlüğünü değerler değil şiddeti ve terörü örgütlemedeki becerisine
borçlu olduğunu hatırlattı.
- Özgür ve bağımsız medya etiketini kimseye kaptırmayan
medya İsrail’in kendini savunma hakkı safsatasıyla BM okulları, mülteci
kampları, hastaneler ve ambulansların bombalanması, insani yardım görevlileri ve
gazetecilerin öldürülmesini meşrulaştırdı. 12 ayda 128 gazeteci katledildi. BM
kendi kayıpları karşısında çaresiz bırakıldı.
- Gazze, İsrail’le fingirdeşen Arap eksenini tamamen ifşa
ederken Filistin’e bayraktarlık yapan Türkiye’deki iktidarın da maskesini
düşürdü. Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bir fındık kabuğunu
dolduracak değer taşımadığı görüldü. İki kurumun ilk ortak toplantısında kendi
topraklarındaki Amerikan üslerinden İsrail’e mühimmat taşınmasının
engellenmesi, İsrail’le ilişkilerin dondurulması ve ticaretin kesilmesi, hava
sahalarının İsrail uçaklarına kapatılması önerileri reddedildi. Arap ve İslam
dünyası etkisi açısından kendini sıfırladı.
- İsrail’le ticareti kesmeyen, “Kestik” dedikten sonra da
gemilerde konşimentoyu Filistin’e kesip boykot kampanyalarını etkisizleştiren
bir uyanıklık daha sonra Lübnan’a saldırganlık karşısında da kendini açığa
düşürdü. İsrail savaş makinelerinin yakıtı hala Ceyhan’dan gidiyor.
- İsrail-Amerikan-Avrupa-Körfez blokunun rehinesi Filistin Yönetimi’nin anlamsızlığı hepten sırıtır hale geldi.
İSRAİL’İN YENİ MANEVRALARI: İRAN’A KARŞI ARAP-İSRAİL
ORTAKLIĞI
Bazı çıkarımlar sürecin sonunu göremeyebilir. Sonuçta savaş
devam ediyor. İsrail ve destekçilerinin kötülük kapasitesi nihai sonuçlar
açısından belirsizlikler ve boşluklar oluşturuyor.
Gazze’de soykırım operasyonlarını bitirmeden Lübnan
cephesinin açılması direnişi çok zorlayan yeni bir süreç. İşgal güçleri hem
İsrail içinden hem ABD’den gelen uyarılara rağmen birden fazla cephede savaş
yürütebileceğini göstermeye çalışıyor.
Lübnan cephesinin olası etkilerine geçmeden İsrail’in
Filistin davasına yönelik siyasetinin evrimine dair birkaç not düşmekte fayda
var.
Başlangıçta Filistin meselesinin çerçevesi ‘Arap-İsrail
savaşı’ idi. 1967 ve 1973 savaşlarını takip eden süreçte önce Mısır’ın ardından
Ürdün’ün İsrail’le barışması denklemin Arap ayağını sakatladı. 1993’te Oslo
Anlaşması ile Filistin Kurtuluş Örgütü de halledildi. Direnişi Hamas ve İslami
Cihad gibi örgütler üslenirken mesele bu kez İslamcı teröre indirgendi. Artık
sorunun adı Filistin-İsrail değil İsrail-Hamas çatışmasıydı. Yanı sıra İsrail
Arap paydasını yanına çekebilmek için Hamas ve Hizbullah’ın destekçisi İran’la
savaştığı tezine ağırlık verdi. Hatta ordunun Arapça sözcüsü,
cihadi-selefiliğin en önemli referans kaynağı İbn Teymiyye ve Vahhabiliğin
kurucusu Muhammed bin Abdulvahhab’dan alıntılar yaparak Şiilerin, Sünnilere
karşı Yahudilerden daha büyük düşman oldukları propagandasını yapmaya koyuldu.
Sözcü mezhep düşmanlığını kışkırtan bu propagandayı sanki minberden vaaz verir
gibi yapıyordu.
Filistin davasının bütün tarihsel ve yerel bağlamlarından
koparılarak İran-İsrail hesaplaşmasına indirgenmesi Tel Aviv’in en önemli oyun stratejisi.
Bu strateji çok ciddi mevziler kazandı. Lübnan’ın ardından sıradaki hedef
olarak İran’ın işaretlenmesi bu stratejinin önünü daha da açıyor. Abraham
Anlaşmalarına giren ya da niyetlenen ülkelere savaşın ortak tehdit İran’la
olduğu mesajı veriyor.
Netanyahu, Hindistan’dan başlayıp Suudi Arabistan, Ürdün ve
İsrail’den Avrupa’ya uzanan ekonomik koridor projesini haritalandırıp karanlık
güçlere karşı ışığın güçlerini birlikte savaşa davet ediyor.
Bu metaforun etrafındaki hale Lübnan’da çağrı cihazları
terörü ile başlayıp Hizbullah’ın lider kadroları ortadan kaldırılınca
birdenbire parlamaya başladı. Netanyahu Pers halkını aydınlık gelecek için
mollalara karşı isyana davet ediyor. Böylesi bir zeminde bölgedeki Kürtleri de
kendi savaşına yedekleme sinsiliği ile hareket ediyor. Bunun karşılık bulduğu
damarlar da az değil.
ABD’NİN GÖRDÜĞÜ FIRSAT: LÜBNAN’DAN İRAN’A
Netanyahu’nun ‘Yeni Düzen Operasyonu’, Biden yönetiminin tam
desteğini almış durumda. Lübnan söz konusu olunca Gazze konusunda yönetim
içindeki itirazlardan geriye eser kalmadı. Kaldı ki sözde ateşkes isteyen
görüntünün altında soykırıma tam onay ve desteğin olduğunu Reuters’a sızdırılan
maillerde de gördük. Bu yazışmalarda Beyaz Saray’ın Orta Doğu koordinatörü
Brett McGurk, savaş suçları ve insani felaketlerle ilgili Dışişleri içinden
gelen uyarıları savuşturmak için Gazze’de olanları, ABD’nin 2016-2017’de IŞİD’e
karşı Musul'u harabeye çeviren askeri operasyonuna benzetiyor: “Kenti dümdüz
ettik. Geriye bir şey kalmadı. İsraillileri hangi standarda tabi tutuyorsunuz?”
Biden’ın İran misillemesine verilecek yanıta destek çıkması,
bunun için G-7’yi yanına alması, olası tırmanışta Yahudi devletine kol kanat
germe taahhüdünde bulunması Orta Doğu düzeni için Amerikan müdahaleciliğindeki
yeni formülasyonu tanımlıyor. İsrail için ABD’nin karadaki uçak gemisi
derlerdi. ABD’nin tetikçisi, vuran eli, cezalandırıcısı! Belli ki Amerikan
yönetimi Nasrallah’ın öldürülmesinin üzerinden kartlarını yeniden karıyor.
Evvela İsrail’in sarsıcı başarılarını, Hizbullah’ın çökertilmesi ve Lübnan
siyasetinin yeniden dizayn edilmesi açısından bir fırsat doğduğunu
düşünüyorlar. Hesap burada da kapanmıyor. ABD, İran’a giden yolun Lübnan’dan
geçtiğine ikna olmuş gözüküyor. Hesaplarına göre Lübnan, Tahran’ın İsrail’e
yanıt verebildiği bir cephe olmaktan çıkarsa “yılanın başı” İran’ı ezmek
kolaylaşacak. Şu aşamada Biden yönetimi ABD’yi savaşa çekmeden İsrail’in eliyle
İran’ı ifşa edecek ve zayıflığını ortaya çıkaracak vuruşların önünü açıyor.
Finale doğru basamaklar çıkılıyor. İran’ın korkuları olduğu kadar ABD’nin de
korkuları var. O yüzden risk değerlendirmesi için güç dengesini test ediyorlar.
‘Büyük Orta Doğu’, ‘Orta Doğu’da yeni düzen’ ve ‘demokratik
ve müreffeh gelecek’ gibi vaatlerle onlarca yıldır bölgeyi cehenneme çeviren ABD
şimdi barışı asla kitabında barındırmayan, işgalci, genişlemeci ve soykırımcı
bir güçle yeni bir deneme yapıyor.
YAŞATILAN ACILAR FIRTINA OLARAK DÖNECEKTİR
İsrail ile IŞİD aynı mantıkla hareket ediyor: ‘Dehşetin
İdaresi’. Lübnan ve Filistin’de dizginsiz dehşet, savaş zamanında İsrail'e
üstünlük kazandırabilir ama yol açtığı felaket kendisine çok sert fırtınalar
olarak dönebilir. Lübnan direnişin en zayıf olduğu dönemlerde bile İsrail ve
Amerikan kibrine mezar oldu. Hizbullah İsrail’e kuzeyden cephe açarken tek şart
koştu: Gazze’de ateşkes. Kontrollü çatışma stratejisiyle İsrail’in bölgedeki
radarlarını, kameralarını, gözetleme kulelerini felç etti. Kuzeyde işgal
altındaki topraklarda yaşayan 100 bin kadar yerleşimci evlerini terk etti.
Sınırın İsrail tarafında fiilen 5 km derinliğinde bir tampon oluştu.
Hizbullah’a göre bu strateji İsrail birliklerinin üçte birini kuzeyde tutarak
Gazze’ye yüklenmesini önlüyordu. Fakat Hizbullah’ın 11 ay sürdürdüğü bu
strateji İsrail’i Gazze’de durdurmadı. Netanyahu geçen ay onay verdiği 21
günlük ateşkes önerisini reddedip tam saldırıya geçti. Hizbullah’ın kayıpları
zafer olarak kutlandı. Dini okullarda zafer dansı yapıldı, TV yorumcuları kadeh
kaldırdı. 7 Ekim’in getirdiği hezimet ve kasvet havası dağıldı. Kamuoyu hükümet
lehine hızla değişti. Netanyahu savaşla iktidarını koruyabileceğini kanıtladı.
Hizbullah’ın başsız kaldığı varsayımıyla kara harekatı için düğmeye
bastıklarında İsrail ağır kayıplar vermeye başladı. Karada feleğini şaşıran
ordu intikamını havadan alıyor: Beyrut’ta birkaç saatte 30 saldırının
düzenlendiği geceler oluyor.
Hizbullah karada bataklık vaat ediyor. Sürecin nereye
gideceğini kestirmek kolay değil.
Filistin de öle öle dirildi, yana yana küllerinden doğdu.
İran da 70 yıllık bir devlet değil. Yaptığı misillemeyle
İsrail’i sınırlayamayan, Tel Aviv’in ABD tarafından dizginlenmesi beklentisi
havada kalan, caydırıcılığı yara alan, itibarı sarsılan ve zayıflık emareleri
gösteren İran savaştan kaçınsa bile kolayca çözülebilecek bir ülke değil.
İsrail’in taktiksel başarıları Direniş Ekseni’ni roket, füze
ve SİHA fırlatmaktan da caydıramıyor. Hizbullah bir yana düne kadar dalga
geçilen Irak İslami Direnişi bile artık daha isabetli atışlar yapıyor.
Husilerin durmaması da ABD ve ortaklarının elindeki caydırıcılık araçlarının
modasının geçtiğini gösteriyor.
Lübnan’daki darbeler İsrail’in destekçileri nezdinde 7 Ekim
fiyaskosunu telafi ediyor. Lakin İsrail bütün beyin rezervini savaşa ve
caydırıcılığa hasretmiş durumda. Bu rezerv barış mühendisliğine kapalı. Hiçbir eylemi
kalıcı güvenlik, istikrar ve barışı temin etmiyor. Sorunun başı ABD. Amerikan
medyasında görülmemiş çağrı cihazı terörü ‘taktiksel deha’ olarak övülüyor.
Büyük bir hayranlık fışkırıyor. Washington’daki gurular, İran tehdidinin
etkisiz hale getirilmesi için doğan fırsatın heba edilmemesi, İsrail’i aşan bu
misyon için uluslararası koalisyon oluşturulması ve İsrail-Arap barışını
güvenceye alacak bütün mayınların temizlenmesini şiddetle öneriyor. Böylece
İsrail’den fışkıran demokrasi ışınlarıyla bütün Orta Doğu aydınlanacak! ‘Sınır
demokrasisi’ bölgeye ilham verecek! Böyle buyuruyor Armageddon’un okçu
birlikleri… Teslim alınmış Mahmud Abbas’ın kontrolündeki Batı Şeria’daki
Apartheid’i de görmeyiverin. Ve bütün bu aydınlanma, İsrail demokrasisini
öldürmekle suçlanan ve kendi halkını hırslarının rehinesi haline getiren
Netanyahu’nun eliyle olacak. Ve tabii Lübnan, İsrail’in Vietnam’ı olmazsa!
Fehim Taştekin