Bu yazı hazırlandığında; Dün, dünya terörizminin baş kâhini
olan ABD, başına on milyon dolar ödül koyduğu terörist şahsı, aniden Suriye de
devrimci lider ilan edip, NATO ve
Siyonizm’in mobil cihatçılarının başkahramanı olarak, yine aynı baş kâhin
tarafından dünya medyasına adeta Roma zulmüne başkaldıran Spartaküs rolündeki
kahraman olarak lanse ediyordu.
Bir avuç içini dolduramayan adalet arayıcıları olan bizler,
Suriye terör örgütlerinin arkasında İsrail, ABD, NATO, Türkiye BAE, Suud, Ürdün
ve sair ülkeler var derken, içimizdeki yerli (Sünni, Şii fark etmez) NATO İslamcıları,
bizi dünya medyasına ve kendi patronlarına, utanmadan İrancılık yapmakla itham
etmeleri yetmezmiş gibi adeta cadı avı başlatılsın diye isim listesi
hazırladılar.
İçimizdeki NATO İslamcıları, BOP eş başkanı gölgesinde
toplama terör çetelerine her türlü desteği inançsal sorumluluğu gereği verip,
nihayet Suriye’nin bu çetelere teslim edilmesiyle, İsrail’in siyasi ve Jeo-stratejik
sınırlarını İran’a komşu yaptıklarını bizden daha iyi bilmiyor olamazlardı. Olmazlardı,
Çünkü Türkiye, NATO adına İran’a komşu iken Suriye’nin direniş ekseninden
kopartılması ile Fatiha’sı okunan Filistin’le birlikte Lübnan, Suriye ve Kuzey Irak
Kürdistan şeridi ile İsrail, İran’a komşu oldu!
Öyle ki İsrail adına ABD, NATO, bedevi Arap kabile (Suud,
BAE, Ürdün, Mısır v.s) iktidarları ve Türkiye, İran’ın Akdeniz’e açılma koridorunu
kapatmış olmanın haklı gururunu taşımaya başladılar bile.
Sonuçta, an itibarı ile Şam-Beyrut ve Kudüs başkentleri
derdest edildi. ‘‘Aksa tufanı’’ ile başlayan savaş, direniş ve Filistin lehine
sonuçlansaydı, Arap kabile iktidarlarının sonunu getirmekle kalmayıp, Batı’nın
sömürge ahtapotu olan ABD’nin kollarını da kesmiş olacaktı.
Şam’da, daha Esad’ın teneffüs ettiği havanın sıcaklığı
soğumadan, batının Batı Asya da ki profesyonel katili olan Netanyahu, 1974
anlaşmasının geçersiz olduğunu söyleyerek, yeni bir süreci başladığını ilan
ediyordu.
İslam devriminin ileri karakolu statüsünde olan Suriye’den daha
Hizbullah erleri çekilmeden, İbrahim anlaşmaları adına Netanyahu Kuneytra’yı
işgal ederken, Suudi Arabistan ise İslam devrimi akımına karşı durmak adına Vahabbi/Selefizmine
büyük avantaj olarak geri dönmenin
sarhoşluğu içinde.
Esad’ın direniş cephesinden çekilmesi, direniş cephesinin
yenildiği ve sahadan çekildiği anlamına gelmez. Direniş ekseni liderliği yeni
stratejiler belirleyerek küresel adaleti inşaa yürüyüşünü devam ettirecektir.
Siyasal bilinci yerlerde sürünen İslam dünyasının Emevistleri,
her daim batıya payanda olmak durumunda kalmalarına rağmen!
Küresel adaleti tesis etme mücadelemiz kesintisiz devam
edecektir. Bunu şer ekseni de biliyor ama direniyor.
Şayet böyle olmasaydı, Muhammedi İslam’ın özü olan adalet ve
hürriyet kıstaslarına teslim olmak zorunda kalacaklardı.
Şimdiden ‘‘Nar gibi İkinci Afganistan olan Suriye’’ ve komşusu
Pakistan, pardon! Türkiye.
Bu ateşin toplumsal kavurucu hararetini şimdiden hissediyoruz.
Makalenin uzamaması adına (PYD/YPG, Hamas v.s örgütlerin
alacakları pozisyon ve getireceği uluslararası sorunlara da değinmeden), Türkiye
İslamcılarına diyorum ki; kulağınıza erimiş kurşun adına bu sözler de sizin
olsun.
Siz, ey Aksa Tufanı günlerinde direnişin seçkin lider kadrolarının
terörize edilerek, İslami direnişin yönünün değişeceğini umanlar!
Şeyyid Nasrullah, Filistin direnişi cephesinde, Velayi
direnişe kuşku kabul etmez bağlılığının bedelini Şehadetle taçlandırırken,
siyasal açıdan velayet bağlısı olan Esad, BOP eş Başkanı’nın sinsi planlarını
çözemeyecek kadar körlüğe düşünce, ülkesinde NATO adına yapılan darbe ile yenilgiyi
kabul ederek, sahadan çekilmeyi tercih etti. Yani direniş liderliğinin emir ve
direktiflerine itaatsizliğin bedelini, direniş eksenine ağır bedeller ödeterek
kaçıp gitti.
Şayet bugün İslam cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı
sorumluluğunda rahmetli Reisi ve direnişin kaybettiği cepheler adına Şehit
Nasrallah hayatta olsaydı, Ensarullah’ın Suudi-Amerika’ya karşı olan keskin
zaferini bile kutluyor olabilirdik.
Ne yazık ki tarih her zaman hakkı zaferle taçlandırmıyor.
Her hal u kar da elendikçe eleniyoruz. Bakır ve altın
ayrışımı gibi.
Haysiyet cellatlığına soyunanların gözü aydın olmasın!
‘‘İçimiz soğumadı…’’
diyebilecek kadar kalp gözü körlerin, İsrail sevicilerinin ve Velayet karşıtlarının
da gözü aydın olmasın!
Olmayacakta.
Çünkü İmam Hasan’ın yevm-us sabat günlerinden sonra İslam
ümmetinin, Muaviye tarafından içine çekildiği gayya çukurunun tekrarı başlamıştı.
O başlangıç yürüyüşü, Müslümanları Kerbela çölündeki tarihi yüzleşme durağına
getirdiği gibi bugünün yürüyüşü de bizi, bölgenin BOP eş Başkanı zevatının
şahsında küresel Siyonizm savaşının sahnesinde karşı karşıya getirecektir.
Siz, ey Aksa Tufanı günlerinde direnişin yenilmesi için
canla başla gayret gösterenler!
Şimdi Suriye’de sözde devrim adı altında, Siyonizm adına
yapılan bu şom darbenin karşılığı, Suriye’ye II. Afganistan’ın başlangıcı olarak
dönerken Türkiye’nin payına da Pakistan olmak düştü!
Düştü. Ama sizler, güç imparatorluğu özleminin verdiği
sarhoşlukla, bu durumu da göremeyecek kadar siyasi körlük içindesiniz.
Muhammed CAN
09-12-2024