Sykes-Picot paradigmasının iflası, Suriye’de Baas rejiminin
çöküşüyle tescillenmiş oluyorsa, Orta Doğu coğrafyası bundan sonra nasıl bir
paradigma etrafında yeniden biçimlenecek ya da dizayn edilecektir? Bu sorunun
en alışıldık yanıtı, uzunca bir süredir Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)
olmaktadır. Sağcı ya da solcu, İslamcı ya da laik, ama bütün olarak
milliyetçiliği kuşku götürmez Türk kanaat önderlerinin tamamı, aynı hezeyanlı
anlatıyla kamuoyunu bilgilendirmektedir: BOP’çu emperyalistler ve onların yerli
işbirlikçileri, ulus devletleri bölerek zayıflatmak, genişletilmiş Ortadoğu
haritasını Fas’tan Çin’e kadar değiştirmek üzere bir plan uygulamaktadırlar.
Bunun başlıca kanıtları olarak eski ABD Dışişleri Bakanı
Condoleezza Rice’ın 2003 yılında “Orta Doğu’da 300 milyon nüfusa sahip 22
ülkenin sınırları yeniden çizilecek” dediği ve yine aynı yıl Pentagon yetkilisi
general Wesley Clark’ın “Ortadoğu’da yedi ülkede hükümeti değiştireceğiz” ya da
benzeri bir ifadede bulunduğu gösterilir. Bu anlatının net sonucu olarak
Türkiye kamuoyunda beliren yaygın inanca göre, “dış güçler” ya da
emperyalistler, BOP uyarınca bölgenin haritasını yeni baştan çizme faaliyetleri
içindedir.
HARİTALI PARANOYA: SEVRES’DEN BOP’A
Bu anlatı, iki kaynakta da sistematik çarpıtmalar üzerine
kurulmuştur. Wesley Clark sözü geçen bilgiyi 2001 yılında 11 Eylül saldırıları
sonrasında bir Pentagon yetkilisinden aldığını ifade ediyor. Konunun cihatçı
terörizmle, özel olarak da El Kaide örgütüyle mücadele çerçevesinde gündeme
geldiği anlaşılıyor. Yetkili, sınırlar değişecek dememiş. Bush yönetimi önce
Irak’a ardından da altı ülkeye daha saldıracak demiş (Al Jazeera, 22 Eylül 2003).
Bush devrinin, bu listede görülen yedi ülke arasında Irak’tan başkasına
saldıramadan kapandığına tanık olduk.
Öte yandan Condoleeza Rice, kendi deyimiyle “Yeni Ortadoğu”
fikrini ilk ortaya atan kişi olabilir. 6 Ağustos 2003 tarihli Washington Post
gazetesinde yayınlanan yazısının başlığı, “Ortadoğu’yu değiştirmek”. Türk
kanaat önderlerinin sıkça sözünü ettiği bölümün aslı şöyle: “22 ülkeden oluşan
ve toplamda 300 milyonluk bir nüfusa sahip olan Orta Doğu, 40 milyon nüfuslu
İspanya'dan daha düşük bir toplam gayri safi yurt içi hasılaya sahiptir. Bu
bölge, Arap aydınların 'özgürlük açığı' diye adlandırdığı bir şeyler nedeniyle
geri kalmaktadır … Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar birçok ülke siyasi ve
ekonomik şeffaflık adına önemli adımlar atmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri
bu adımları olabildiğince desteklemektedir.”
Kaynak gösterilerek aktarılan bu iki beyanın tam
metinlerinde de sınırların ya da haritanın değişmesi ifadelerine rastlanmaz.
Türkiye’de özellikle ulusalcı kanaat önderlerinin bu ısrarlı çarpıtmalarının
nedenleri üzerine düşünmek gerekiyor. İlk akla gelen, yüz yıl boyunca
yurttaşları korkutmakta başarıyla kullana kullana yıprattıkları Sévres
haritasını güncelleme ihtiyacı olacaktır: Daha güncel bir tehdit algısına
dayalı, daha ikna edici bir kolektif paranoya aparatı olarak BOP miti ve
görselleri. Bu korkuyu perçinlemenin ön koşulu, açık kaynakları doğru
alıntılamak yerine ikincil beyanlar üzerinden böyle bir mistisizm ve çarpıtmada
ısrar etmek olsa gerekir.
EŞ-BAŞKANLAR, ORTAKLAR, HEDEF ÜLKELER
Büyük Ortadoğu fikri üzerine başvurulacak temel kaynak, Rand
Corporation’ın yine 2003 tarihli “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar
ve Stratejiler” başlıklı raporudur. Türkçesi 2022 yılında kitap olarak
basılmıştır. Bu metne bakıldığında, temel kaygının haritayı yeniden dizayn
etmek değil “İslamcı terör” olgusuyla baş etmek olduğu görülecektir. Arka
planda 11 Eylül saldırısı vardır ve El Kaide ve benzeri İslamcı örgütlerin
Müslüman ülkeler coğrafyasında yaşama alanı bulduğu gözleminden hareketle bir “ılımlılaştırma”
planı yapılmıştır. Bu raporun özet metni 13 Şubat 2004 tarihinde Londra
merkezli El Hayat gazetesinde yayınlanmış ve aynı yılın Haziran ayında ABD’nin
Georgia eyaletinde yapılan G8 zirvesinde ele alınmıştır. Bu zirveye Türkiye ve
diğer 22 “hedef ülke” temsilcileri de davet edilmiştir.
Başlangıçta, Türkiye hem diğer Müslüman ülkelere “ılımlı
İslam” modeli olarak gösterilmiş hem de reform yapılması gereken “hedef
ülkeler” (bölgesel ortaklar) listesinde yer almıştır. Türk hükümet yetkilileri,
hedef ülkeler listesinde olmayı doğru bulmadıklarını ve Türkiye’nin model ülke
sıfatıyla anılması gerektiğini vurgulamışlardır. Cumhurbaşkanlığı ve
Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere “müesses nizam” unsurlarıysa, “ılımlı
İslam” tanımına da itiraz ederek Türkiye’nin laik ülkeler kategorisinde
anılması gerektiğini belirtince dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan “İslam’ın
ılımlısı-ılımsızı olmaz” diyerek bu karşı çıkışları Batı kamuoyu önünde dile
getirmiştir. Bunun üzerine, aynı ay içinde projenin ele alındığı NATO
zirvesinde Türkiye’nin sıfatı “demokratik ortak” olarak değiştirilmiştir.
BOP’u gündemine alan bu uluslararası birleşimler sonucunda
projenin yürütme kurulu denilebilecek “Demokratik Yardım Diyaloğu” (DYD) adlı
bir yapı oluşturulmuştur. Bu yapıda G8’i temsilen İtalya, Ortadoğu’yu temsilen
Yemen ve demokratik ortak Türkiye eş-başkanlık görevini üstlenmişlerdir. 2004
yılı itibarıyla ABD’nin NATO ve G8 ülkelerini BOP’a ikna ettiği ama “hedef
ülke” konumundaki birçok Ortadoğu ülkesinin projeye katılmayı dış dayatma
olduğu gerekçesiyle reddettiği anlaşılmaktadır. Ama bu ikirciklilik birçok
“hedef ülke” tarafından muhtemelen ekonomik vaatler göz önüne alınarak kısa
sürede aşılmıştır. Aralık 2004’te Fas’ın başkenti Rabat’ta “Gelecek İçin Forum”
adıyla yapılan BOP toplantısına 20’den fazla Ortadoğu ve Kuzey Afrika
ülkesinden maliye ve dışişleri bakanlarının yanı sıra Arap Birliği, Avrupa
Birliği ve birçok sivil toplum örgütü katılmıştır. Konferansa eş-başkan Türkiye
adına Devlet Bakanı Beşir Atalay katılmıştır.
Büyük Ortadoğu Projesi eş-başkanlığı, dönemin başbakanı
Tayyip Erdoğan’dan başlayarak birçok hükümet yetkilisi ve iktidar yanlısı medya
tarafından sıklıkla ve övünçle dile getirilmiştir. AKP iktidarının ılımlı
İslam’ı sağlam zemine oturtma, yayma ve geliştirme çabalarının, ödünsüz laiklik
anlayışı ile donanmış TSK’nın duvarına çarpması kaçınılmazdı. Başlangıçta bu
engel, TSK’nın da paylaştığı Avrupa Birliği’ne tam üyelik için “uyum ve
müktesebat” gereği olarak askeri kurumların siyaset üzerindeki etkisini kıran
önlemlerle aşılmaya çalışıldı. Ama durum, ordu-AKP iktidarı arasında aleni bir
laiklik-İslamcılık çatışmasına dönüşüp de Balyoz ve Ergenekon gibi toplu
davalarla kapsamlı bir tasfiye süreci kaçınılmaz hale gelince BOP da pozitif
anlamını tamamen yitirmeye başladı. Çünkü generaller, CHP yönetimi ve laikçi
kanaat önderleri, bu tasfiyeyi BOP’a, dolayısıyla da ABD’nin talimatlarına
bağlayan quasi anti-emperyalist bir söylemi giderek daha fazla işliyorlardı. Aynı
dönemde ilk adımları atılmakta olan Kürt barışı süreci de yalnızca katı laikçi
değil aynı zamanda üniter devletçi olan aynı çevreler tarafından BOP’un Türkiye
devlet yapısını eyalet sistemi olarak dizayn etme planı olarak lanetlenecekti.
Bu nedenlerle olsa gerek 2009 itibarıyla BOP adeta “yeraltına çekildi”.
Erdoğan, eş-başkanlık sözünü ağzına almak ne kelime, bunu hatırlatanları
azarlıyor, tehdit ediyor ve bu olguyu külliyen inkâr eden beyanlarda
bulunuyordu artık.
ŞAM: ARAP BAHARI’NIN FİNAL SAHNESİ
Genel olarak BOP’un hem hedefleri hem de zamanı bakımından –
asıl olarak Bush yönetiminin küresel İslamcı terörle mücadele yöntemi olmakla –
sınırlı bir proje olduğu söylenebilir. Nitekim 2009’da Barack Obama’nın
başkanlığa gelişinden günümüze BOP başlıklı ya da içerikli bir uluslararası
toplantı yapıldığı kayıtlarda yoktur. Ya proje rafa kaldırılmış ya da
Sykes-Picot’da olduğu gibi “gizli” bir plan olarak uygulanmayı sürdürmüştür.
Bir üçüncü ihtimal de Türkiye’nin kendisini de yeniden-yapılandırdığı ılımlı İslam
modeli uyarınca Ortadoğu rejimlerinin ve siyasi yapılarının bon pour l'Orient
demokratikleştirilmesi/ılımlaştırılması yönünde çabaların BOP adı anılmadan
sürdürülüyor olmasıdır.
2010’da Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ardı ardına
patlayan Arap Baharı, yalnızca “dış güçler” tarafından yapılan kışkırtmaların
doğrudan bir sonucu değilse de BOP çerçevesinde bölge ülkelerinin sivil toplum
örgütlerine yapılmış olan yatırımın bu protestolarda önemli bir payı olsa
gerekir. Arap Baharı ertesinde gelinen nokta – özellikle de Libya ve Suriye iç
savaşları – BOP’un “gizli hedefleriyle” ne derece uyumludur bilinmez ama
Sykes-Picot çağının belirlediği sınırlar içinde yüz yıldır birbiri üzerine
döşenmekte olan ağır yapı taşlarının yerinden oynamış olduğu bir gerçektir.
Suudi Arabistan’da seküler tolerans reformları, İbrahim
Anlaşmaları ve “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru” (IMEC) projesi
gibi gelişmelerin Arap Baharı öncesi yaşanması mümkün değildi. 7 Ekim 2023’te
Gazze’de patlayan savaş, bu gidişata bir tepki olarak görülebilir. Ama 7 Ekim
saldırısının aynı zamanda İsrail için sıkça söylendiği üzere yalnızca sınır
genişletme ya da kendi iddiasıyla güvenlik sağlama saiklerinin ötesinde tam da
bu gidişat doğrultusunda giriştiği önemli hamleler için sağlam bir gerekçe
zemini yarattığı da görülüyor. Bunlarla birlikte toplamda, Arap Baharı’yla
başlayan yeni sürecin şimdiye kadar ürettiği en radikal ve dramatik sonuç,
Suriye’de Baas rejiminin yıkılması olmuştur. Suriye’de ve bölge siyasetinde
bundan sonra yaşanacak gelişmeler, yeni paradigmanın niteliğini daha açık hale
getirecektir.
Gözlerimizin önünde birer birer açılmakta olan tarih
sayfalarını izler ve yaşarken BOP kavramına başvurmak bir oranda açıklayıcı
olabilir. Ama bu terime, zaman içinde kazandığı aşırı siyasi/ideolojik çekişme
yüklü komplo teorisi çağrışımları nedeniyle tedbirli yaklaşmak doğru olur.
Bugün için Sykes-Picot paradigmasının nihai iflasıyla en azından bölge siyaseti
açısından yeni bir çağın başlangıcında olduğumuzu ifade etmek yeterli olacaktır.
Bu yeni çağın paradigmasının şekillenmesinde, “komplolar” ya da “emperyalist
planların” büyük rol oynamakta olduğu bir gerçektir ama asıl belirleyici,
Sykes-Picot sürecinde olduğu üzere jeopolitik güç çatışmalarıyla birlikte bölge
halklarının taleplerinin niteliği ve siyasi mücadeleleri olacaktır.
NOT: Bu metnin oluşumunda aşağıdaki iki değerli akademik
araştırmada sunulan veri, bilgi ve görüşlerden yararlanılmıştır:
Tayfun Taşkın “11 Eylül Saldırıları Sonrası ABD Dış
Politikasında Ortadoğu ve Türkiye ABD İlişkileri”. Trakya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.
(2010)
Zafer Yörük