Suriye: BOP’un İlk Darbesi Mi?

GİRİŞ: 23.12.2024 13:00      GÜNCELLEME: 23.12.2024 13:00
Rasthaber -  Bugün bölge siyaseti açısından yeni bir çağın başlangıcında olduğumuzu ifade etmek yeterli olacaktır. Bu yeni çağın paradigmasının şekillenmesinde, “komplolar” ya da “emperyalist planların” büyük rol oynamakta olduğu bir gerçektir ama asıl belirleyici, Sykes-Picot sürecinde olduğu üzere jeopolitik güç çatışmalarıyla birlikte bölge halklarının taleplerinin niteliği ve siyasi mücadeleleri olacaktır.

Sykes-Picot paradigmasının iflası, Suriye’de Baas rejiminin çöküşüyle tescillenmiş oluyorsa, Orta Doğu coğrafyası bundan sonra nasıl bir paradigma etrafında yeniden biçimlenecek ya da dizayn edilecektir? Bu sorunun en alışıldık yanıtı, uzunca bir süredir Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olmaktadır. Sağcı ya da solcu, İslamcı ya da laik, ama bütün olarak milliyetçiliği kuşku götürmez Türk kanaat önderlerinin tamamı, aynı hezeyanlı anlatıyla kamuoyunu bilgilendirmektedir: BOP’çu emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri, ulus devletleri bölerek zayıflatmak, genişletilmiş Ortadoğu haritasını Fas’tan Çin’e kadar değiştirmek üzere bir plan uygulamaktadırlar.

Bunun başlıca kanıtları olarak eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 2003 yılında “Orta Doğu’da 300 milyon nüfusa sahip 22 ülkenin sınırları yeniden çizilecek” dediği ve yine aynı yıl Pentagon yetkilisi general Wesley Clark’ın “Ortadoğu’da yedi ülkede hükümeti değiştireceğiz” ya da benzeri bir ifadede bulunduğu gösterilir. Bu anlatının net sonucu olarak Türkiye kamuoyunda beliren yaygın inanca göre, “dış güçler” ya da emperyalistler, BOP uyarınca bölgenin haritasını yeni baştan çizme faaliyetleri içindedir.

HARİTALI PARANOYA: SEVRES’DEN BOP’A

Bu anlatı, iki kaynakta da sistematik çarpıtmalar üzerine kurulmuştur. Wesley Clark sözü geçen bilgiyi 2001 yılında 11 Eylül saldırıları sonrasında bir Pentagon yetkilisinden aldığını ifade ediyor. Konunun cihatçı terörizmle, özel olarak da El Kaide örgütüyle mücadele çerçevesinde gündeme geldiği anlaşılıyor. Yetkili, sınırlar değişecek dememiş. Bush yönetimi önce Irak’a ardından da altı ülkeye daha saldıracak demiş (Al Jazeera, 22 Eylül 2003). Bush devrinin, bu listede görülen yedi ülke arasında Irak’tan başkasına saldıramadan kapandığına tanık olduk.

Öte yandan Condoleeza Rice, kendi deyimiyle “Yeni Ortadoğu” fikrini ilk ortaya atan kişi olabilir. 6 Ağustos 2003 tarihli Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısının başlığı, “Ortadoğu’yu değiştirmek”. Türk kanaat önderlerinin sıkça sözünü ettiği bölümün aslı şöyle: “22 ülkeden oluşan ve toplamda 300 milyonluk bir nüfusa sahip olan Orta Doğu, 40 milyon nüfuslu İspanya'dan daha düşük bir toplam gayri safi yurt içi hasılaya sahiptir. Bu bölge, Arap aydınların 'özgürlük açığı' diye adlandırdığı bir şeyler nedeniyle geri kalmaktadır … Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar birçok ülke siyasi ve ekonomik şeffaflık adına önemli adımlar atmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri bu adımları olabildiğince desteklemektedir.”

Kaynak gösterilerek aktarılan bu iki beyanın tam metinlerinde de sınırların ya da haritanın değişmesi ifadelerine rastlanmaz. Türkiye’de özellikle ulusalcı kanaat önderlerinin bu ısrarlı çarpıtmalarının nedenleri üzerine düşünmek gerekiyor. İlk akla gelen, yüz yıl boyunca yurttaşları korkutmakta başarıyla kullana kullana yıprattıkları Sévres haritasını güncelleme ihtiyacı olacaktır: Daha güncel bir tehdit algısına dayalı, daha ikna edici bir kolektif paranoya aparatı olarak BOP miti ve görselleri. Bu korkuyu perçinlemenin ön koşulu, açık kaynakları doğru alıntılamak yerine ikincil beyanlar üzerinden böyle bir mistisizm ve çarpıtmada ısrar etmek olsa gerekir.

EŞ-BAŞKANLAR, ORTAKLAR, HEDEF ÜLKELER

Büyük Ortadoğu fikri üzerine başvurulacak temel kaynak, Rand Corporation’ın yine 2003 tarihli “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” başlıklı raporudur. Türkçesi 2022 yılında kitap olarak basılmıştır. Bu metne bakıldığında, temel kaygının haritayı yeniden dizayn etmek değil “İslamcı terör” olgusuyla baş etmek olduğu görülecektir. Arka planda 11 Eylül saldırısı vardır ve El Kaide ve benzeri İslamcı örgütlerin Müslüman ülkeler coğrafyasında yaşama alanı bulduğu gözleminden hareketle bir “ılımlılaştırma” planı yapılmıştır. Bu raporun özet metni 13 Şubat 2004 tarihinde Londra merkezli El Hayat gazetesinde yayınlanmış ve aynı yılın Haziran ayında ABD’nin Georgia eyaletinde yapılan G8 zirvesinde ele alınmıştır. Bu zirveye Türkiye ve diğer 22 “hedef ülke” temsilcileri de davet edilmiştir.

Başlangıçta, Türkiye hem diğer Müslüman ülkelere “ılımlı İslam” modeli olarak gösterilmiş hem de reform yapılması gereken “hedef ülkeler” (bölgesel ortaklar) listesinde yer almıştır. Türk hükümet yetkilileri, hedef ülkeler listesinde olmayı doğru bulmadıklarını ve Türkiye’nin model ülke sıfatıyla anılması gerektiğini vurgulamışlardır. Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere “müesses nizam” unsurlarıysa, “ılımlı İslam” tanımına da itiraz ederek Türkiye’nin laik ülkeler kategorisinde anılması gerektiğini belirtince dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan “İslam’ın ılımlısı-ılımsızı olmaz” diyerek bu karşı çıkışları Batı kamuoyu önünde dile getirmiştir. Bunun üzerine, aynı ay içinde projenin ele alındığı NATO zirvesinde Türkiye’nin sıfatı “demokratik ortak” olarak değiştirilmiştir.

BOP’u gündemine alan bu uluslararası birleşimler sonucunda projenin yürütme kurulu denilebilecek “Demokratik Yardım Diyaloğu” (DYD) adlı bir yapı oluşturulmuştur. Bu yapıda G8’i temsilen İtalya, Ortadoğu’yu temsilen Yemen ve demokratik ortak Türkiye eş-başkanlık görevini üstlenmişlerdir. 2004 yılı itibarıyla ABD’nin NATO ve G8 ülkelerini BOP’a ikna ettiği ama “hedef ülke” konumundaki birçok Ortadoğu ülkesinin projeye katılmayı dış dayatma olduğu gerekçesiyle reddettiği anlaşılmaktadır. Ama bu ikirciklilik birçok “hedef ülke” tarafından muhtemelen ekonomik vaatler göz önüne alınarak kısa sürede aşılmıştır. Aralık 2004’te Fas’ın başkenti Rabat’ta “Gelecek İçin Forum” adıyla yapılan BOP toplantısına 20’den fazla Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesinden maliye ve dışişleri bakanlarının yanı sıra Arap Birliği, Avrupa Birliği ve birçok sivil toplum örgütü katılmıştır. Konferansa eş-başkan Türkiye adına Devlet Bakanı Beşir Atalay katılmıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi eş-başkanlığı, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’dan başlayarak birçok hükümet yetkilisi ve iktidar yanlısı medya tarafından sıklıkla ve övünçle dile getirilmiştir. AKP iktidarının ılımlı İslam’ı sağlam zemine oturtma, yayma ve geliştirme çabalarının, ödünsüz laiklik anlayışı ile donanmış TSK’nın duvarına çarpması kaçınılmazdı. Başlangıçta bu engel, TSK’nın da paylaştığı Avrupa Birliği’ne tam üyelik için “uyum ve müktesebat” gereği olarak askeri kurumların siyaset üzerindeki etkisini kıran önlemlerle aşılmaya çalışıldı. Ama durum, ordu-AKP iktidarı arasında aleni bir laiklik-İslamcılık çatışmasına dönüşüp de Balyoz ve Ergenekon gibi toplu davalarla kapsamlı bir tasfiye süreci kaçınılmaz hale gelince BOP da pozitif anlamını tamamen yitirmeye başladı. Çünkü generaller, CHP yönetimi ve laikçi kanaat önderleri, bu tasfiyeyi BOP’a, dolayısıyla da ABD’nin talimatlarına bağlayan quasi anti-emperyalist bir söylemi giderek daha fazla işliyorlardı. Aynı dönemde ilk adımları atılmakta olan Kürt barışı süreci de yalnızca katı laikçi değil aynı zamanda üniter devletçi olan aynı çevreler tarafından BOP’un Türkiye devlet yapısını eyalet sistemi olarak dizayn etme planı olarak lanetlenecekti. Bu nedenlerle olsa gerek 2009 itibarıyla BOP adeta “yeraltına çekildi”. Erdoğan, eş-başkanlık sözünü ağzına almak ne kelime, bunu hatırlatanları azarlıyor, tehdit ediyor ve bu olguyu külliyen inkâr eden beyanlarda bulunuyordu artık.

ŞAM: ARAP BAHARI’NIN FİNAL SAHNESİ

Genel olarak BOP’un hem hedefleri hem de zamanı bakımından – asıl olarak Bush yönetiminin küresel İslamcı terörle mücadele yöntemi olmakla – sınırlı bir proje olduğu söylenebilir. Nitekim 2009’da Barack Obama’nın başkanlığa gelişinden günümüze BOP başlıklı ya da içerikli bir uluslararası toplantı yapıldığı kayıtlarda yoktur. Ya proje rafa kaldırılmış ya da Sykes-Picot’da olduğu gibi “gizli” bir plan olarak uygulanmayı sürdürmüştür. Bir üçüncü ihtimal de Türkiye’nin kendisini de yeniden-yapılandırdığı ılımlı İslam modeli uyarınca Ortadoğu rejimlerinin ve siyasi yapılarının bon pour l'Orient demokratikleştirilmesi/ılımlaştırılması yönünde çabaların BOP adı anılmadan sürdürülüyor olmasıdır.

2010’da Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ardı ardına patlayan Arap Baharı, yalnızca “dış güçler” tarafından yapılan kışkırtmaların doğrudan bir sonucu değilse de BOP çerçevesinde bölge ülkelerinin sivil toplum örgütlerine yapılmış olan yatırımın bu protestolarda önemli bir payı olsa gerekir. Arap Baharı ertesinde gelinen nokta – özellikle de Libya ve Suriye iç savaşları – BOP’un “gizli hedefleriyle” ne derece uyumludur bilinmez ama Sykes-Picot çağının belirlediği sınırlar içinde yüz yıldır birbiri üzerine döşenmekte olan ağır yapı taşlarının yerinden oynamış olduğu bir gerçektir.

Suudi Arabistan’da seküler tolerans reformları, İbrahim Anlaşmaları ve “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru” (IMEC) projesi gibi gelişmelerin Arap Baharı öncesi yaşanması mümkün değildi. 7 Ekim 2023’te Gazze’de patlayan savaş, bu gidişata bir tepki olarak görülebilir. Ama 7 Ekim saldırısının aynı zamanda İsrail için sıkça söylendiği üzere yalnızca sınır genişletme ya da kendi iddiasıyla güvenlik sağlama saiklerinin ötesinde tam da bu gidişat doğrultusunda giriştiği önemli hamleler için sağlam bir gerekçe zemini yarattığı da görülüyor. Bunlarla birlikte toplamda, Arap Baharı’yla başlayan yeni sürecin şimdiye kadar ürettiği en radikal ve dramatik sonuç, Suriye’de Baas rejiminin yıkılması olmuştur. Suriye’de ve bölge siyasetinde bundan sonra yaşanacak gelişmeler, yeni paradigmanın niteliğini daha açık hale getirecektir.

Gözlerimizin önünde birer birer açılmakta olan tarih sayfalarını izler ve yaşarken BOP kavramına başvurmak bir oranda açıklayıcı olabilir. Ama bu terime, zaman içinde kazandığı aşırı siyasi/ideolojik çekişme yüklü komplo teorisi çağrışımları nedeniyle tedbirli yaklaşmak doğru olur. Bugün için Sykes-Picot paradigmasının nihai iflasıyla en azından bölge siyaseti açısından yeni bir çağın başlangıcında olduğumuzu ifade etmek yeterli olacaktır. Bu yeni çağın paradigmasının şekillenmesinde, “komplolar” ya da “emperyalist planların” büyük rol oynamakta olduğu bir gerçektir ama asıl belirleyici, Sykes-Picot sürecinde olduğu üzere jeopolitik güç çatışmalarıyla birlikte bölge halklarının taleplerinin niteliği ve siyasi mücadeleleri olacaktır.

NOT: Bu metnin oluşumunda aşağıdaki iki değerli akademik araştırmada sunulan veri, bilgi ve görüşlerden yararlanılmıştır:

Tayfun Taşkın “11 Eylül Saldırıları Sonrası ABD Dış Politikasında Ortadoğu ve Türkiye ABD İlişkileri”. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. (2010)

Zafer Yörük

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM